bugün

sevdiği entry'ler

13 mart 2016 ankara patlaması

patlama olduğunda üç arkadaşımla yemeğe gidiyorduk. patlamanın olduğu yerin 10-15 km uzağındaydık.

bir gök gürlemesi duyduk. içimizden biri "yağmur başlamadan ben gideyim" dedi. bir diğeri "yok ya sadece gök gürledi, yağmur yağmayacak bak hava kuru" dedi. ben o zaman anlam verememiştim bu gök gürlemesine.

5 dk. sonra annem aradı.

-anne sonra arayayım mı? şimdi şarjım bitmek üzere.
-tamam oğlum. kızılay'da patlama olmuş iyi misin diye aradım.

sonraki iki-üç cümleyi hatırlamıyorum. kapattık telefonu. benim aklımda iki gün önce gördüğüm amerikan elçiliği maili var. herhalde annem onu gördü bir yerden de yanlış anladı diye düşünüyorum.

yanımdaki arkadaşıma dönüp "internetin var mı? patlama olmuş kontrol etsene. benim şarjım bitiyor." diyorum. yok abi, diyor, öyle bir haber yok. bir dakika geçmeden, "aa bir dakika! güvenpark'ta patlama!" diyor.

hemen bir korku sarıyor beni. sevdiğim kıza mesaj atıyorum "iyisin di mi?" diye. şarjım az, hemen cevap verse keşke diye düşünmek dışında bir şey yapamıyorum. whatsapp'tan son görülme saatine bakıyorum. neredeyse bir saat geçmiş. şarjım bitiyor. iki kere daha açıyorum telefonu, henüz cevap yok, hemen kapanıyor telefon. yanımda diğer üçü ne konuşuyor duymuyorum bile.

endişeleniyorum, korkuyorum. içimden sürekli "zaten ordan geçmez, onun yolu değil ki. belki evden bile çıkmamıştır." diyorum. ama endişe işte. ya arkadaşıyla buluştuysa oralarda? ya işi varsa? ya bugün sınava geldiyse de eve gitmeden oradan geçmek zorunda kaldıysa?

arkadaşıma birden "arasana" diyorum. arıyor. telefon çalıyor ama açılmıyor. daha da endişeleniyorum. kendi telefonumu tekrar açıyorum, cevap yok, yine kapanıyor. arkadaşım da mesaj atıyor o arada. bir süre sonra cevap geliyor, evdeymiş.

oh deyip rahat bir nefes alıyorum. diğer üçü de aileleriyle konuşuyormuş o sırada.

bir-iki dakika sonra arkadaşım internette gördüklerinden bir haber okuyor. kulaklarım bir cümleyi yakalıyor:
"284 numaralı bakanlıklar otobüsü tamamen yandı."

284 bizim mahallenin otobüsü.
altı yıl boyunca günde iki kere bindiğim otobüs. saatlerce durağında beklediğim, gelmedi diye sövdüğüm, içinde kavgalar gördüğüm, içinde kavgalar ettiğim, içinde ağladığım-güldüğüm, uyuduğum, uyuyor taklidi yapıyorum da yaşlılara yer vermiyorum diye küfürler yediğim otobüs. her bindiğimde içindeki insanları izlediğim, defalarca içinde yaşadığım anıları bu sözlüğe yazdığım otobüs. ailemin, en yakın arkadaşımın bindiği otobüs. ne demek ulan 284 yandı?!

hassiktirr!! diyorum. ne demek ulan 284 yandı? gözlerim kararıyor, ellerim karıncalanıyor, göğsümü sıcak basıyor. az önce sevdiğim kızın oralarda olmasının ufacıktan bile az ihtimali beni köpek gibi korkutuyordu, şimdi en yakın arkadaşıma bir şey oldu diye köpek gibi korkuyorum.

elbette köpek gibi korkuyorum. her akşam bindiği otobüs. her akşam bindiği durak. ne demek ulan 284 yandı?

on bir yıl olmuş tanışalı. on bir yılımızı beraber geçirdik. aynı gün taşındık on bir yıl önce yaşadığımız apartmana. beraber büyüdük. beraber kavga ettik mahallede. beraber okuduk, izledik. aynı kızı bile sevdik çocukken. aynı lisede okuduk. birbirimizin omzunda az ağlamadık, az içmedik beraber. beraber sarhoş da olduk, birbirimizin sarhoşluğunu da topladık. "ne bu karı-koca gibi sürekli berabersiniz?" demişti annem bir keresinde. öyle bir ayrılmazlık.

mikro-saniyelik sahneler geçiyor gözlerimin önünden. gözümün önünde cenazesi beliriyor. annesi beliriyor ağlarken, kardeşi beliriyor. ben beliriyorum ağlarken. diğer arkadaşları beliriyor.

yanımdaki arkadaşıma dönüyorum bağırıyorum: ne demek ulan 284 yandı?
tekrar okuyor cümleyi. 284 bizim mahallenin otobüsü diyorum. çabuk ara şu çocuğu diyorum. bende numarası yok, diyor. şarjımın olmadığına bir kere daha küfrediyorum. oda arkadaşımı aratıyorum o ulaşsın diye.

-alo! ya kusanadam yanımda da şimdi. sizin otobüs yanmış. şu sizin arkadaşı arasana bir. evet evet. odada mısın? kusanadam da geliyor şimdi yanına.

diğerlerine ben gidiyorum diyorum. bir şey demiyorlar. yüzüm sapsarı olmalı ki onların da yüzüne sirayet etmiş. içlerinden biri "abi ben de geleyim istiyorsan" diyor. gerek yok, deyip çıkıyorum. koşuyorum odaya.

-aradın mı lan iyi miymiş?
-iyiymiş, şimdi konuştuk.

oh deyip rahat bir nefes alıyorum. on dakika içinde ikinci oh bu.

-niye nefes nefesesin? koştun mu?
-koştum.

hemen telefonu şarja takıp açıyorum ellerim titreye titreye. yarım saat önce attığım "iyisin di mi?" mesajının cevabı geliyor. arkadaşım sağ olsun biliyordum iyi olduğunu ama mesajı bir de kendim görmek daha da rahatlatıyor içimi.

oda arkadaşıma soruyorum:
-kaç kişi?
-138 diyorlar.