bugün

biliyorum, geçecek zaman bir rüzgar misali
esintisini hissedeceğim olmayan saçlarımda
attığım her adımda irkilecek birkaç karınca
ve ben gidiyorum
yarım kişilik bir yolun kenarından

biliyorum, gelecek bahar tekrardan
ne kışın sessizliği ne yazın şamatası
sonbaharın tam benlik havası
ve ben gidiyorum
sararmış yaprakların üzerine basarak

biliyorum, gidecek bir yerim daha var henüz
ne dört mevsim, ne yarım kişilik bir yol
orada senden de benden de bol
ve ben gidiyorum
yalnızlığa, yalnız kalmayacağımı bilerek

ziavki
melami hoca vardı bizim
çıkmaz hiç aklımdan
solcu mu solcuydu
şişman da bir karısı vardı

bakardı güzel kızlara umutsuz
belki razıydı çöllere düşmeye onlar için
ah kör olasıca sosyal hayat
maskaralıktı ne de olsa erkek olmak

gördüm ilçenin sokaklarında yıllar sonra
kadidi çıkmış, seksenlik bir hayalet
ne kızlar kaldı meydanda, ne o eski rûz-i gâr
üzülme be hocam, kızlar da soldu zaman da

ziavki
pişmanlıkların temeli ansızın atılır
kader sağ olsun bir güzel de kaçak kat çıkılır
her kaçak yapıda olduğu gibi
ne hazin son ki o da bir gün yıkılır

ziavki'nin defterinde satırlarca pişmanlık var kaydı tutulan
ve bir o kadar da lüzumsuz insan var kayıtsız kalınan
hüzünlüyüm ben, kırgınım biraz, derman da olmuyor yazmak
kapandım içime bu aralar, elimden gelen tek şey de susmak

yalnızlık dışarıda değil, kalbimizin tam orta yerinde
görmezden gelsem de kalbimi, vazgeçmiyor aklım çığırtkanlığından
bedenim dahi olmuş bana yabancı, kelimeler kifayetsiz, ne büyük bir acı
kalemim ki o hayata karşı benden de isyancı

ziavki
sustu artık, bana karşı
esirger oldu sözlerini
gözlerinden düşen damlalardı
ruhumdaki sellerin müsebbibi

hayal kırıklarından değildi
ruhumdaki derin kesikler
hepsinin bir anlamı vardı
bir tek onun anlayabileceği cinsten

sustu artık, bana karşı
anlamıştı sessizliğin müstesna oluşunu
tabii ben de ne yaparsam yapayım
anlamıştım sessizliğini bozamayacak oluşumu

ziavki
kalbimden geçmiyor artık seni anmak
geçmiyor artık seni diğerlerinden farklı sanmak
inanmak istemiyor yüreğim, sadece susuyor
aklımdan geçenlere bakıp nefret kusuyor

akıllanmak nedir bilmez bedenim
gittiğim bu yolda tektir nedenim
sığ ve derin birden fazla kesik
o kesiklerden kalan birkaç çizik

yürürsün yolda yorulur bedenin
kalmaz takatin, ardından bakarsın gidenin
ne badireler atlattın kimse bilmez
ne dersen de giden geri gelmez

ziavki
Okurken aklıma, muzaffer tayyip uslu'nun "öldükten sonra" şiirinin şu dizelerini getiren defter.
"Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
imanı gevremiş parasızlıktan"
doğru bildiklerimin yanlışlığıyla tanıştım
geldi zaman gitti akıl, usulca alıştım
bir gece vakti aynada kendimle bakıştım
oldu sabah bitti gece, kendimle tanıştım

hayatın ağırlığı karşısında ezildim
hayal kırıklarıyla lime lime edildim
kendi bağımdan güller derdim
ben bir garip bağcı dövüldüm

hayat güneşle dost olmuş
beraber doğup beraber batmış
doğudan batıya göç etmiş
ben bir garip yolcu yoruldum

yanlış bildiklerimin doğruluğuyla tanıştım
gitti zaman geldi akıl, usulca alıştım
bir sabah vakti aynada kendimle bakıştım
bitti sabah oldu gece, kendimle tanıştım

ziavki
aradan geçen onca zaman sonunda elimde kalan sıfırı da tüketmiş vaziyetteyim. ezelden ebede giden çaresiz bir bedbahtım. kendimi ifade etme noktasında müşkülpesent bir kimseyim. yanlış anlaşılmaktan da bir hayli nefret ederim. düzelir mi umuduyla tükettiğim günlerime yanıyorum. her şey aynı ama hiçbir şey eskisi gibi değil. maddi kaygılar maneviyatımın etrafını kuşatmış bir haldeyken, kendimi idam sehpasındaki mahkumdan, kapana kısılmış bir fareden veya fıçıda yaşayan diyojen'den öte göremiyorum. bu gidişat beni uzun zamandır düşünce yağmuruna tutuyordu. hayra alamet olmayan düşünce birikintisi artık sadece düşündürmüyor, endişelendiriyor da. zamanın iyileştirici gücüne inanmak istedim lakin artık bu inancımı da rafa kaldırmış bulunmaktayım. diğerlerinin doktoru olan zaman sıra bana gelince cellat kesiliyormuş, nereden bileyim ben. yürü yürü bitmeyen bir yolun ortasında kaybolalı çok oldu. bunu henüz idrak ediyorum. beni kör kuyularda merdivensiz bırakan bu hayat kuyudaki başka bir biçareyi mısır'a hükümdar yapabiliyor. çok sorgulamamak lazım. engizisyon'da yargılanacak takatim yok. doğrudur, düzdür. maksat sizin gönlünüz hoş olsun, berhudar olun.
uzun bir süredir gittikçe kötü hissediyorum. nasıl anlatacağımı nereden başlayacağımı bilmiyorum. canım yanıyor sessizce. derdini, hüznünü, kederini öyle rahatlıkla anlatan biri olmadım. hep içime attım. içime attıkça birikti, biriktikçe üzerimdeki ağırlık arttı ve son zamanlarda dayanılmaz bir hal aldı. en temel ihtiyaçlarımı karşılama noktasında dahi büyük bir isteksizlik var. geçer mi derken geçen tek şeyin zaman olduğunu öğrendim. muhtemelen hiçbir zaman arzu ettiğim yerde olamayacağım. günbegün iyice farkına varıyorum. kendimi aileme, sevdiklerime (beni seven birkaç insana) karşı mahcup, kendime karşı zavallı hissediyorum. oysa tek yapmam gereken elimden geleni yapmaktı. düşünmekten yapamadım, yapsaydım düşünmezdim. pişmanlıklarıma pişmanlıklar ekliyorum. elde ettiklerimi elde edemediklerim uğruna kaybediyorum. olmak ya da olmamaktan öte bazı şeyler. bazen olması için ne yapsam olmuyor, bazen olmaması için ne yapsam da oluyor. hayat öğretmen falan değildir. yaşamak insana ölmekten başka bir şey katmaz. hayat olsa olsa yaramaz bir çocuktur, biz de bu çocuğun atılıp kırılan oyuncakları. hayat denen meret bazılarına cehennemden bir çukurken bazılarına cennetten bir köşe olabiliyor. bu oyun kaybedeceğimizi bile bile oynadığımız ilk ve son oyun. zarlar en başından beri hileliydi.
yarı ölü bir beden, yarı ölü bir zihin, yarım kalmış bir insan ve yarım kalmış heveslerle dolu bir hayat. son zamanlarda gözle görülür bir şekilde yaşama sevincimi kaybettim. ağzımı bıçak açmıyor desem yeridir, yanlış bir tabir olmaz. konuştum, bir faydasını göremedim, ben de bıraktım. insanlar anlaşılabilir değil, ben de insanları anlayabilir değilim. her iki tarafın istediği de bu. herkes hayatının bir döneminde kendini olması gerektiğinden daha mühim bir kişilik olarak görür. hatta dünyayı kurtarma veya dünya fatihi olmayı da isteyebilir. bazılarımız değersiz hayatlarımıza gereğinden fazla değer yüklüyoruz, düşünmeden konuşuyoruz, akıl sahibi olmadan fikir sahibi oluyoruz, sonra bu fikirlerden medet umuyoruz. bu fikirler temelsiz bir bina ne kadar ayakta kalabiliyorsa o kadar ayakta kalabiliyor, enkazına hiç girmeyeceğim. lafı gevelediğim son yazılarımdan birini daha yarım bırakarak olay mahallinden ayrılıyorum.
yaşadıkça, yaşamak buysa, yaşamaya alıştıkça sorunlar da tespih tanesi gibi ardı ardına sıralanıverir. kendini cüsseli adamlar arasında top koşturan çelimsiz bir çocuk olarak buluverirsin. diğerlerine altın tepside sunulan hayat, sana ağzına tıkıştıracağı bir yemek kaşığını bile çok görmüştür. büyüdükçe merak edersin, hayaller kurar, kafanda kafanca kendi hikayeni yazarsın. büyüyünce bu hikayenin kahramanının zengin muhitlerin çocukları olduğunu görür hayal kurmaya dahi tövbe edersin. sana arta kalan birkaç saatte gördüğün rüyalara sığdırırsın içinde kalan yaşanamamışlıkları. her geçen gün umutlarının durumu kötüye gitmeye başlar. bir gün gelir umutlarını toprağa verirsin yapayalnız buz gibi soğuk çarparken ellerini. köşe başında bir sokak lambası mum misali, ne kendine yetebilmekte ne de sahipsiz sokaklara. bir bakmışsın sabah oluvermiş, olay mahalli perişan. artık daha fazla dayanamayıp süzülen gözyaşları, çatlaya çatlaya kırılıp tuzla buz olmasına ramak kalmış bir kalp, allak bullak olmuş sisli bir akıl ve geriye hayat demeye bin şahidin gerektiği içi acılarla dolu bir boş kalmışlık hissi. uzaklaşıyorum her gün gerisin geri, neyse ki kalmış uçurumun eşiğine birkaç adım. doğduğumda belliydi adım ve şimdiden belli ne olacağı yarın.
ziavki kim amk.
her gün oblomov'um ben
bazen yeraltından notlarıma bir yenisini ekliyorum
her gün bir idam mahkumunun son gününü yaşıyorum
bazen altıncı koğuşta vanya dayıya bir şeyler anlatıyorum
her gün suçumu bilmiyor ve cezamı çekiyorum
bazen dalından yeni kopardığım otomatik portakalımı yiyorum
her gün sefilleri oynayıp
bazen çocukluğumu hatırlıyorum
her gün kırmızı pazartesiye uyanıyorum
bazen soruyorum kendime: insan ne ile yaşar
her gün yazıyorum milena'ya mektuplar
bazen uzatıyorum şeker portakalını size dostlar
her gün uyanıyorum 1984'ten bir güne
bazen buluyorum kendimi yaban'da
her gün duyuyorum benim hüzünlü orospularımdan:
elbet bir gün olur asra bedel dostlar

ziavki