bugün

imparatorluk yorgunuyuz hepimiz… Dilaver Cebeci'nin o ünlü Sitare adlı şiirinde dediği gibi, kâh şimdiki sınırlar içinden, kâh önceki sınırlar dışından "yığılıp kalmışız bu Anadolu toprağına…"

Başka ülkelerde, başka memleketlerde nasıldır bilmiyorum ama "memleket nere" sorusu çoğu zaman yeni tanışanların sohbete giriş cümlesi oluverir bizde... Bu soruya verilen cevapsa çoğu zaman o insanın ömrünün çoğunluğunu geçirdiği yer değil, doğduğu ve hatta çoğu zaman içinde büyüyemediği bir yer olur. Cevabın devamında "içinden mi" sorusu da sorulmadan geçilmez.

"Doğduğun yer mi, doyduğun yer mi" tartışması ülkedeki gereksiz tartışmalardan sadece biridir. Ha, bir de "baban nereliyse sen de oralısın" diyen "ataerkiller" vardır ki, sormayın gitsin... Bu şekilde baktığımızda olay ta ilk insana kadar gider elbette…

Bazıları "nerelisin" sorusuna leş gibi etnisite kokan bir eda ve gururla cevap verir, orayı öyle bir anlatır ki sanırsınız ömrü orada geçmiştir. Hâlbuki muhtemelen sadece doğduğu, hiç yaşamadığı bir yerdir ve şöyle bir basit gerçeklik vardır ki “gitmediğin yer senin değildir.”

O veya bu sebepten büyükşehirlerin delicesine göç aldığı bir yerde bu "sanal memleketperverlik", romantik bir hissedişten öteye gidemiyor elbette...

insanın köklerini bilmesi, tanıması, bir yere kadar güzel bir insanî duygu ama çoğu zaman "ekmek parası" sebebiyle yerleşilen yerlere yabancı kalınmasının da doğru olmadığını düşünüyorum.

Kişinin "şuralıyım" dediği, en iyi ihtimalle senede birkaç gün uğradığı yere zaten faydası yok; yaşadığı yeri de sevmediğinden oy vermek dışında o şehre de etkisi yok. Etki ve katkısı olmayı bir kenara bırakın; yaşadığı şehrin güzelliklerinden de habersiz, dar bir çevrede yaşayıp gitmekte…

Bununla beraber “Sıla-gurbet” düeti, edebiyatımıza ve müziğimize de konu olmuştur.

Ne diyor Yıldırım Gürses’in Uşşak şarkısında, Kemalettin Kamu:

Gurbet o kadar acı
Ki ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı
Hepsi başka biçimde…

Ya da Yeni Türkü grubunun şarkısında:

Dönmek… Mümkün mü artık dönmek,

Onca yollardan sonra

Yeniden yollara düşmek…

Neresi sıla bize, neresi gurbet,

Yollar bize memleket…

Ansiklopedik bilgi olarak diaspora, “çok uzun bir zamandan beri bir kavim, ulus veya inanç mensuplarının ana yurtlarından koparak başka yerlerde azınlık olarak yaşamaları. Sözcük hem kopma eylemini hem de kopup azınlık olarak yaşayan kimseleri ifade eder.” Bizde hemen her şehirde rastladığımız “hemşeri dernekleri” gösteriyor ki, çoğu insan yaşadığı şehirde kendini “memleketim” dediği yerin diasporası olarak hissediyor.

Acı ama gerçek bu…

Şehirli olmak, büyükşehirde yaşamak, daha başka bir ifadeyle büyükşehirde ömür tüketmek zannedilir. Hâlbuki “şehirli olmak” yaşadığı yerin nüfus ya da yüz ölçümü ne olursa olsun ona sahip çıkma bilincine sahip olmak demektir. Bu da fiiliyata dökülmüş vatanseverliğin ilk adımıdır.

Bizdeki bu “yaşadığı yeri sahiplenmeme” durumu üzerine derin araştırmalar yapmak sosyologlara düşer elbette... Buna karşılık hem çeşitli belgesellerde hem Nürnberg ziyaretim sırasında gördüğüm kadarıyla, o insanların büyükşehirlerinden, en küçük köylerine kadar vurdukları düzenli, mamur ve hayata dahil, insanda “burası benim ve sonsuza kadar ben burada olacağım” hissi uyandıran damgalarını görünce ülkem ve insanım adına üzüldüğümü ifade etmem gerek…

Dedik ya, hepimiz imparatorluk yorgunuz. Hepimiz, kıtalarca yorulduktan ve hatta kırıldıktan sonra şairin ifadesi ile “yığılıp kalmışız bu Anadolu toprağına…”

Belki de sadece bu yüzden… Kim bilir?

Ne yazık ki buradan başka “yığılıp kalacak” yeri yok Türk Milletinin… Tıpkı artık yolları memleket edinme lüksünün olmadığı gibi…

Bilmem anlatabildim mi?

Alper Şirvan