bugün

enteresan bir vaka. türkiye, kadın kimliğinin baskılar altında ezildiği, kadın davranışlarının ataerkilliğin ve bağnaz geleneklerin çerçevesinde belirlendiği bir coğrafya. kadının umarsızca dayak yediği, hor görüldüğü, psikolojik ve fiziksel baskılar artında kendi özbenliğini kuramadığı toplumsal bir iklimde, yeteri kadar eğitim alamayan, özgür düşünsel gelişimini tamamlayamayan veya korkusundan buna cesaret edemeyen kadınlarla dolu bir ülke türkiye. tüm bu ve benzeri olumsuz nedelerden ötürü, içlerinde bulundukları iktidar ve toplum menşeili birikmiş nefret ve öfkeyi kaynağına yöneltme cesareti gösteremeyen türk kadınları nefretlerini kanalize edecek başka bir boyut aramaya başlıyorlar. o boyutta genellikle ırkçılık çatısı altında, kürtlere, araplare ve kendi etnisitesinden olmayanlara karşı nefret söylemi şeklinde biçimleniyor. oysaki, tüm bu koşullarda kadın, ayrımcılığa ve nefrete karşı duyarlılık göstermesi beklenen bir odak iken, çelişik bir biçimde kendisi de baskının öznesi haline geliveriyor. kendileri adına utanç duyulması gereken bir durum hakkaten.