bugün

ne zaman durakta sigara yaksam sigara bitince bineceğim otobüs veya minibüs gelir.. şaşmaz! öyle de mükemmel bir kişiliğim öyle de temiz bir kalbim var..
hava çok sıcaktı, mevsim normallerinin üzerindeydi. var ben o gün o sıcağa maruz kaldım. "normallerinin üzerindeydi" bak. anladın?
bi kere buzdolabını açtım ve karşıma pasta çıktı doğaüstüydü.
rüyamda kan görüyordum ve ertesi gün birkaç yerim yaralanıp kanıyordu. 4 gün tekrarladı rüyalar bitince kanamalarda bitti.
sanırım 6 yada 7 yaşındaydım. sabah kalktığım gibi sokağa atılmıştım. bir de ne göreyim topaç devri başlamış(o zamanlar topaç devri, taso devri, su tabancası devri falan vardı). mahallenin en popüler çocuklarının elinde bu topaçlardan vardı ve biraz pahalıydılar. babam şehir dışında, annemde de para kısıtlı olduğu için topaç alamadım. tabi ben hemen ''benim neden bir topacım yok ülen'' triplerine girip, oturduğum kaldırımda hüngür hüngür ağladım. topaçtan yana umudumu kaybedip eve doğru ellerim ceplerimde melül melül yürürken bir de ne göreyim! yerde, tam da ihtiyacım olan para öylece yatıyor. kuruşu kuruşuna ama. çocuk aklımla hiç sorgulamadan parayı yerden aldım ve ordan koşarak uzaklaştım. sonra da topacı alıp mahallede ki çocuklara hava atmaya başladım.

not: sır perdesi hala aralanmış değil.
bir keresinde sabrinin gol attığını izlemiştim.
kendi küçüklüğümü okula giderken görmüştüm.
küçüktüm, toydum, dünyayı bilmiyordum. ali samiyen'de galatasaray'dan üç gol yedik; ikinci yarı 4 tane attık...

(bkz: oradaydım)
gördüğüm rüyaların bir şekilde gerçekleşmesi. kendimi bildim bileli başıma geliyor yine de şaşkınlık hissi hiç azalmıyor.
zenci işportacıya adres sormuşluğuma mı yanayım, nokta atışıyla tarif etmesine mi bilemediğim olaydır! teşekkür ederken kendisine "eyvallah" demem ise tıbbı yardıma muhtaç olduğumu ortaya koymaktadır.
lise yıllarındayken, günün birinde tesbih namazı kılmak için niyet etmiştim. fakat tesbih namazı uzun bir namaz olduğundan tam olarak nasıl kılınması gerektiğini hatırlamıyordum. neyse bir müddet kafamda, acaba nasıl kılınıyordu diye düşünürken, son derste bitti okuldan çıktım. tabi ben yolda da acaba nasıl kılınıyordu bu namaz? nasıl kılmalıyım diye habire düşünüyordum. aradan 2-3 saat daha geçti, hava iyiden iyiye karanlıklaşmaya başladığı bir sırada, ekmek almak için evden çıktım,(başka bir iş içinde çıkmış olabilirim tam hatırlamıyorum) fırına doğru ilerlerken yerde bir takvim yaprağı gördüm. işte olay burda başlıyor, takvim yaprağını elime aldım, şöyle bir çevirdim, arkasında tesbih namazının nasıl kılınması gerektiğinden bahsediyordu.. o an çok şaşırmıştım, bu apaçık bir hikmetti. nasıl kılarım diye düşündüğüm namazı, yerde gördüğüm bir takvim yaprağı aracılığla yerine getirecektim..işte o zamandan sonra yaratanın her daim bizimle olduğunu daha iyi anlamış oldum.

edit: o takvim yaprağını hala saklarım.
sınav dönemi... millet bitkin ve sıkkın. eve dönme vakti yaklaştığından kimsede doğru düzgün para yok... dolap tam takır...
ee ne olacak şimdi? gittik biraz zeytin bi koli yumurta aldık. koyduk dolaba oh dedik hiç olmazsa kahvaltılık oldu evde.
akşama kapı çaldı, kapıda bir kadın.. yaa dedi biz tatile çıkacağız evde yemek ve erzak var bunları size versek. yoksa bozulacak yazık olacak bunlara...
ne dersiniz? tesadüf mü? bunun tesadüf olduğuna ben inanmam arkadaş beni inandıramazsınız. en başta ben tesadüfe inanmam zaten.
yeter ki şükredilsin, şükrettikçe nimeti katlanmakta olan bir yaratıcıya sahibiz.
ufakken abimin tayininin çıkma ihtimali bulunan tüm iller içerisinden (yanılmıyorsam o zaman 79 ildi) adını ve yerini dahi doğru dürüst bilmediğim ili net bir şekilde kuradan bir önceki gece harita gördüm. hayır, diyeceğim ki o il üzerine konuştuk etkisinde kaldım falan, ama değil.
futbolculuk dönemimde şampiyona öncesi antremanda sağ bileğimden sakatlanmıştım, şampiyonaya gitme ihtimalim azalmıştı. o günün gecesi uykudayken bir anda birisinin sağ ayak bileğimi sıkıca tutarak uyanmam, uyanmamla birlikte içeriden kuzenimin ismimi söyleyerek çığlık atması içeri koşmam baktım herkes uyuyor uyku sersemi fazla tepki vermedim direk uykuya devam ettim. sabah kalktığım ayakta sakatlıktan eser yok hala anlam verebilmiş değilim hayır yani futbolcuda olamadım anlamadım ki..*
üniversite yıllarıydı. sabah vize vardı ve ben akşamdan başımı kitaba gömmüş ders çalışıyordum.vakit geceyarısıydı. telefonum çalmaya başladı telefondaki numara yabancıydı. hayırdır inşallah diyerek telefonu cevapladım. bu arada ismim emre olsun diyelim.
1- efendim
2- emre rahatsız ettim kusura bakma.
1- yok rica ederim de tanıyamadım
2- ben kadir, yarınki araştırma teknikleri sınavında sayfa kaça kadar sorumluyuz?
1- kadir ilk 100 sayfadan sorumluyuz kardeş.
2- teşekkür ederim lütfen kusura bakma rahatsız ettiğim için
1- rica ederim iyi geceler.

telefonlar kapanır. olayın doğaüstü tarafı ise şöyle. evet bizim sınıfta kadir diye bir çocuk vardı gerçekten. numarası da yoktu bende. ertesi gün sınavdan sonra sınavın nasıl geçti kadir dedim. berbat dedi hiç çalışmadım sınava dedi. hayrola dedim ben yanlışlıkla çevre sınavına çalıştım dedi. iyi de dün beni aradığında bana sordun ya araştırma teknikleri sınavında sayfa kaça kadar sorumlu olduğumuzu ben de sana ilk 100 sayfadan sorumluyuz demedim mi? ( tabi bu arada çokk şaşkınım, neler oluyor abi modundayım). o da yok abi ben muratı aradım bana çevre sınavının olduğunu söyledi. iyi de öyleyse dün gece beni arayan kimdi kadir? ne bileyim emre dalga mı geçiyorsun senin numaran yokki bende. ver bakayım numaranı dedim verdi telefonuma baktım son arayan numara ile kadirin numarası farklıydı. o an çok korktum ama kadire belli etmedim eyvallah hadi diyerek uzakklaştım. korkudan ölmüştüm neler oluyordu beni arayan kimdi murat kadire neden çevre sınavının olduğunu söylemişti. hemen muratı buldum sınavın nasıldı dedim. süper geçti dedi. iyi de kadir seni aramış ve sen kadire çevre sınavının olduğunu söylemişsin kandırdın mı lan çocuğu dedim. hayır dedi ben de çevre biliyordum ama sonradan not defterime bakınca araştırma sınavının olduğunu öğrendim. sonradan kadiri tekrar tekrar aradım ama ulaşamadım dedi. yalan söyleme dedim çocuğu basbaya kandırmışsın dedim. hayır dedi çok ciddiyim hatta al sana son arananları göstereyim dedi. muratın telefonu son arananlara bastığında isimle beraber numarayı da gösteriyordu. ve gözüken numara dün gece beni arayan numaraydı. o an kafayı yiyecektim neler oluyor lan nedir bu bilmece diye bağırmamak için zor tuttum kendimi.

eve geldim yaktım sigarayı derin derin düşünüyorum tüm olasılıkları acaba nasıl olmuştur diye. telsim'e mesaj çekip ( o zamanlar telsimdi) o numaranın kime ait olduğunu öğrenmeye çalıştım. gelen isim soyisim yabancıydı. hemen nette arattım aradığım isim 2003 te adam öldürmekten cezaevine girmiş ve daha önce de bir çok suç kaydı bulunan bir katile aitti. neler oluyor oluummmmm diye manyak moduna sardım. bu olayın şokunu uzun süre üzerimden atamadım kabuslar gördüm. yaşadığım bu olayı ileride dedektif gibi iz sürerek araştırma yaparak çözdüm fakat olay çok daha korkunç farklı boyutlara geldi. devamını başka bir zamana yazarım sözlükçüler.
Odaya girdigimde memelerini sivazliyordu. Ne var? Hep uhrevi mi olmak zorunda?
geçmeyen olaylardır. ne yazık ki başımdan geçen öyle aman aman doğa üstü olay yok. bazen hayat şaşırtıcı olabiliyor ama yine de doğaüstü durum görmedim ha keşke olsaydı o ayrı. naruto evreninde yaşamak isterdim.
evren ne tesadüflerle dolu dimi? gün içinde gözden kaçan her şeyi, zannettiklerine ithafen "öyle sanıyodun dimi? bak aslında böyle." diyen rüyalar. bazı bilgileri, öğrenmeden bildiğimizi farketmek. rüyada gördüklerimizin günler, aylar belki de yıllar sonra gerçekleşmesi. benim telefonun tuşlarına basarak yazdığımı sizin okumanız ne kadar tuhaf aslında. imkansızdı eskiden. ama evren büyülerle dolu. yanına mantıklı bilimsel açıklamalar iliştirilen ya da dinen desteklenmeye çalışılan, fakat uçsuz bucaksız gizemlerle dolu hala net olarak açıklanamayan şeylerle dolu bir evren. doğaüstü olarak tabir ettiğimiz çok şey yaşadığımdan, hangisinin gerçekten doğaüstü olduğuna karar veremiyorum. tek bildiğim hayatta böyle şeylerin olduğu. dün gece bir rüyam vardı mesela, anlatsan anlatılmaz. görüntüsünü aktarmam lazım. anlatılabilecek boyutta bir şeyler bulduğumda/hatırladığımda yine yazarım.
1996 da yağan kar. amk öyle bi kar yoktu hacu. bildiğin kapattı heryeri öyle bi doğa olayı yok. doğa üstü bir yağıştı o. allah doğal felaketlerden korusun. amen.
kaldırımdan seken uçan arabanın bana doğru uçuyorken yol kenarındaki ağaca çarparak direkten dönmesi.
not: ben de direkten dönmüş sayılabilirim.
koministimam'a küfür ettim nick altıma gelip çok süper bir yazar yazdı.
az önce sigaramı içmek için pencereden bakınıyorum gökyüzüne bakıp konuşasım geldi yukardakiyle. sorular sordum falan bir yıldız kayması falan beklemedim elbet ama gariptr ki birden bir deli rüzgar esmeye başladı ağaçlar baya sallandı falan. sanırım ben cevabımı aldım teşekkür ederim.
askerliğimi x şehrinde yaptım. ilk bir haftadan sonra beni şehrin dağ başındaki dış karakol diye tabir ettiğimiz y karakoluna verdiler. karakolda 40 askerdik. 5 de rütbeli vardı toplamda 45 kişiydik. karakol dağlık bir köyün hemencecik üst tarafına kurulmuştu. köy dediğim ise 5 evden ibaretti fakat bu köy boştu. köy sakinleri birazdan anlatacağım olaylar nedeniyle yıllar önce bağlarını bahçelerini bırakıp göçmüşler.

karakola ilk gittiğimde askerlerle tanışma faslından sonra köydeki evlerin neden boş olduğunu sordum. askerler bana rivayete göre zamanında bu köyde doğaüstü olaylar meydana geldiği için köylülerin köylerini terkedip gittiklerini anlattılar. hiç inanmadım çünkü anlatılanlara bakılırsa köyde cinler varmış ve bu cinler zaman zaman karakola da musallat olurlarmış. bu tür olaylara kendimi bildim bileli inanmamışımdır.

karakolda bir nöbet kulübesi vardı. bu kulübede nöbet tutulmazdı. kulübenin içine girdiğinizde kulübenin iç duvarlarında kan izleri vardı. bu kanlar ise köylüler köylerini terketmeden 1 yıl önce, kulübede nöbet tutarken esrarengiz bir şekilde ölen bir askere aitmiş. bu askerin nasıl öldüğünü adli tıp bile açıklayamamış ve ölüm nedenine bilinmiyor denilerek askerin cenazesi ailesine teslim edilmiş. bu asker komutanın en sevdiği ,en cengaver, en yiğit, en gözüpek asker olduğundan karakol komutanı o askerin anısına saygı olması hasebiyle duvarlardaki kanları sildirmemiş. ve birazdan okuyacağınız nedenlerden dolayı da kimseye o kulübede nöbet tutturulmazdı.

bu köyün eski sakinlerinden ismi seyfi olan yaşlı bir amca vardı. bu amca her eylül ayında gelir bahçesindeki elmaları toplar gidermiş .ak sakallı sağ ayağı aksak bir amcaydı( bu ayrıntıya dikkat edin unutmayın).elmaları toplarken kendisine o kadar teklif etmemize rağmen yardımlarımızı kabul etmezdi. ve enteresandır seyfi amca o nur yüzüne rağmen bir tek elma vermezdi bize.

köyde onlarca elma ağacı vardı toplasan belki bir kamyon elma çıkardı ama bu amca köyden ayrılırken sırtında bir torba elmayla giderdi. diğer elmaları ise bize vereceğine köydeki evinde bırakırdı. biz o elmaların orada çürüyüp gittiğine hayıflanıyorduk ( bu ayrıntıya da dikkat lütfen. ne alaka der dediğinizi duyar gibiyim ). kendisinden istediğimizde; asla vermem bu elma ağaçlarının hepsini ben diktim ben emek verdim kimseye koklatmam diyordu. sakın ola ben gittikten sonra evime girip elmalarımı yemeyin helal etmem diyordu. hoş helal etse ne olacak köye girmeye cesaretimiz mi vardı sanki?

karakoldaki ilk nöbetim karakola vardığım günün 2 gün sonrasıydı. yeni asker olduğum için yazıcı bana gece nöbeti kitlemişti. şubat ayındaydık ve buz gibi havada kaderime razı olarak 2-4 nöbetimi tutmak üzere kulübeye gittim. nöbet kulübesinde yalnız kaldığım için sağlıklı ve rahat düşünmek açısından 2 saatlik vaktimin olması beni o kış soğuğunda az da olsa teselli etmişti. Karakol nöbetçi subayının uyuduğu bilgisini aldığım için rahattım o yüzden bir sigara yakıp bu esrarengiz köye dalarak olaylara ve köye anlam vermeye çalıştım. Karakolun projektörleri köye vurduğundan köydeki evleri rahatça görebiliyordum. Zaten köy hemen dibimizdeydi. Dikkatimi çeken bir şey oldu köydeki evlerin perdeleri yoktu ama bir evin perdeleri vardı. Oysa evini taşıyan bir aile evin perdelerini de götürmeli diye düşünürken belki perdeler eskiymiş de o yüzden götürmemişlerdir düşüncesi geçti aklımdan ve bu daha mantıklı geldi bana. ilk nöbetim bunları düşünerek geçti.

Şimdi efendim demin bahsettiğim, içerisinde askerin ölü bulunduğu kulübeden bahsedeceğim. Bu kulübeye kısaca kanlı kulübe diyelim. Bu kulübenin olduğu bölgedeki projektör çalışmazdı. Ve komutanımız da gerek duymadığı için projektörü yaptırmamıştı. Bu kulübe karakolun köye en yakın olduğu köşede bulunur. Ölen asker haziran ayında ölmüş. Bu kulübeden yaz aylarında her gece çocuk ağlamasına benzer belli belirsiz sesler gelirmiş. Bu arada ölen askerin adı hakan. Askerler de bunu hakanın ruhu orada ağlıyor diye yorumlarlarmış. Kış mevsiminde olduğumuz için yazı dört gözle bekliyordum. Bu saçma sapan hikayelere son vermeliyim askerleri bu kuruntulardan kurtarmalıyım diyordum. Cüneyt arkıncılık oynamaya niyeti bozmuştum. Aradan 4 ay geçti ve haziran ayı geldi. Tabi ben hala alt devre sayıldığımdan gece nöbetlerine devam ediyordum. Çok iyi hatırlıyorum günlerden 5 hazirandı. Gece 00-02 nöbetiydi. Günlerdir pür dikkat beklediğim o ses nihayet geldi. Evet bir çocuk ağlıyordu. Ama bu imkansızdı. O anlatılanlar nasıl olur da gerçekleşebilirdi.? Çocuktan korkmuyordum elbette, korkumun nedeni imkansız bir olayın vuku bulmasıydı. Nöbet yerini terkedip kaçmak geldi aklıma ama alacağım cezalar beni bu geçici çözüm fikrimden caydırdı. 10 dakika sonra sesler kesilmişti ama benim korkudan tir tir titremem kesilmemişti. Nöbet bittikten sonra içeriye girip diğer askerlere sordum onların nöbet kulübeleri kanlı kulübeden uzak kaldığı için ağlama seslerini duymamışlardı. O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım.

Ertesi gün karakol bahçesinde gezerken köye dalıp derin düşüncelere daldım. Perdeli ev kafamı kurcalıyordu. Bu arada perdeli ev karakola yüz metre uzaklıktaydı. O eve dikkatle baktığımda karakola taraf olan odanın perdesinin yarıya kadar çekili olduğunu farkettim. Hemen 2 arkadaşı çağırıp onlara da gösterdim ve olayı anlattım onlar ise bunun her zaman meydana gelen sıradan bir olay olduğunu söylediler. Onlara göre bunu köyde yaşayan cinler yapıyormuş. Onlar gittikten sonra evin o odasına dikkatle baktığımda içeride belli belirsiz bir karaltının geçtiğini farkettim. Cinler var mıydı gerçekten? Neydi tüm bu başıma gelenler. Bir sonraki entrye bunları paylaşırım elbette fakat merak edenlerin sayısının çokluğu da bu konuda etkili olacaktır.
ekşisözlükten ruhibirbanyo yaşadıklarıyla bu konuda çığır açmıştır. wordpress ten bir de sayfa açmış ade mi sade güzel mi güzel.
askerlik şubesine gittim, şube başkanı tanıdık olduğundan bana izmirde askerlik yapar mısın diye sordu bende olabilir neden olmasın dedim,kısa olursa sevinirim dedim. tamam dedi sen gel sınava gir karala çık.çok sevindim,askerlik konusunda sıkıntı yaşamıycam diye sınava girdik birz yaptım biraz salladım.sülüsü almaya gittim.sülüste hakkari 2. sınır tabur komutanlığı uzun dönem yazıyordu.kafamdan aşağı kaynar sular döküldü.hayatımda yaşadığım en doğa üstü olaydır.12 ay dağlarda tepelerde karda kışta süründürdü.doğayla kardeş olduk.albay tanıdığa selamlar olsun.
güncel Önemli Başlıklar