bugün

(bkz: durmak yok yola devam)
(bkz: erken boşalma)
birisi çıkıp özet geç piç diyecek diye korkuyorum.
(bkz: yazdığı yazıyı pazarlamak için sözlük yazarı olmak)
mum

kız bilmiyordu. eriyordu tüm karanlığı, hissediyordu. i̇çindeki ışık karşısında ince
i̇nce yanan küçük alevden daha parlaktı. fazla değil bir saat üç dakika olmuştu henüz.
hayatında plan-program olmamıştı hiç. şimdi ise içindeki kıpırtı başını döndürüyor
ve o, tüm pozitif düşüncelerine karşılık nereden, nasıl başlayacağını bilmiyordu. aslında
düşünmüyordu da bunu. o an onu düşleri nereye götürmüşse o hep orada olmuştu. i̇yi
mi kötü mü bilmiyordu ama o böyle yaşamıştı oldu olası.
kaç zaman olmuştu bu çarpık şehre geleli, burada nelerden vazgeçmiş, nelere
yenilmişti. unutmuştu. i̇nsanın başına her zaman gelmiyordu, insan her zaman yaşamıyordu
biriyle konuşabilmenin mükemmel hazzını, biriyle bir şeyler paylaşmanın inanılmaz
mutluluğunu ve insanın her zaman kayıp yarını çıkmıyordu karşısına. ama olmuştu. o eski
dostunu gördü göreli yalnızca içinde güç hissediyordu. fazla değil bir saat kadar olmuştu.
onun donmuş cümlelerine dokunmuş, o cümlelere hayat vermişti yeniden. birbirlerini iyi
bilirlerdi. o kayıp yarınında yalnızlığını söndürmüştü. nerden aklına gelirdi ki bunca aradan
sonra tam da düşüşteyken onu bulacağını. hep demez miydi "her inişin bir çıkışı vardır"
diye. nasılda sözünün arkasında durmak ister gibi en ihtiyaç duyduğu anda gelmişti.
şimdi o mumla birlikte tüm karanlığı da eriyordu. o ince ince yanan küçük mum
ışığında yakıyordu gemilerini...

..............................................

çok renkli anıları olmamıştı çocukluğunda. ne saklambaç, körebe oynadığı ve
asla unutmayacağı arkadaşları olmuştu ne okul çıkışı birlikte eve yürüyebilmek için can
attıkları... yıllar sonra aklına geldiğinde tebessüm ettirecek insanlar çocukluğunun
sessiz odalarına hiç uğramamıştı. ama bir gün onunla tanışmıştı. çocuktu ve algılama yetisi
çılgınlıklardan çok sessizliğe, yalnızlığa, beklentisizliğe yönelikti. hayatın nasıl bir yer
olduğunu hiç bilmiyordu. sanıyordu ki yalan söylemez kimse...
çocuktu onu tanıdığında ama birbirlerinin farkına vardıklarında çocukluktan henüz
çıkmaya başladıkları o buhranlı dönemdi. alabildiğince çılgınlık sadece yapmak için yapmak
ikisinin de istediği tek şeydi. aile kavramına okul kavramına öğretildiği gibi değil sadece
istediği gibi bakmayı ondan öğrenmişti. bu ikisini de hatalara mı sürüklerdi? sürüklesindi,
çokta önemi yoktu. onlara bir kez verilecekti hayat. ve ikisi içinde birbirlerinden önemli hiç
bir şey yoktu. kimi zaman aylak aylak dolaşmak sokaklarda, bütün filmleri izleyebilme aşkıyla
okulu kırmak, ya da ailelerini bir şekilde kandırıp bütün geceyi sokakta geçirmek en çok
hoşlarına giden şeylerden sadece bazılarıydı. farklıydılar. beğenileri, istekleri, beklentileri
hepsi farklıydı ama buluştukları bir nokta vardı. i̇syan. farkında değillerdi ama tam da buydu
birleştikleri nokta. okula baş kaldırı, aileye başkaldırı ve sadece birbirlerine olan olağanüstü
düşkünlük...

..............................................

ayla... bu isim ona her zaman o yüzü hatırlatacaktı. o yüzse her zaman, içinde
vazgeçilmezlik tutkusu, bahar kıpırtıları, kaybetmişliğin acısı, yakıcı özlem ve acı bir tebessümün
karışımı olan o duyguyu hatırlatacaktı. en büyük hatalara rağmen en özlediği insan hiç
değişmeyecekti. kendi kendine konuşmasını sağlayabilen tek şey ona olan anlatma isteği,
onu yanında isteyişi olacaktı sadece. ayla bilirdi hissederdi. ona karşı konuşması gerektiği yerde
konuşur, susması gerektiği yerde susardı. bu o kadar basit değildi. çünkü olsaydı en azından
birkaç insan daha yapabilirdi bunu.

..............................................

bir okul çıkışında başlamıştı. okuldan çıkmış eve doğru yürürlerken eleştiriyorlardı.
bunca zamandır birlikte takıldıkları, büyüdükleri arkadaşlarını eleştiriyorlardı. “şunlara bak ne
kadar da çocuklar.” kendilerinin bir eksiği ya da bir fazlası olmamasına karşın artık bazı şeyler
(davranışlar) boş geliyordu. bu kendilerini soyutlamaya başladıkları ilk gündü ve son değildi.
genel anlamda bir çöküntünün içinde birbirlerine tutundukları o ilk gün... hayattaydılar önce bunu
keşfettiler ve hayata yalnızca ebeveynlerinin istedikleri bireyler olmak için gelmiş olamazlardı.
reddettiler. tüm yaptırımları tüm öğretileri her şeyi. her şey olmalıydı, ne varsa görmeli ve
nasihatle değil tecrübeyle öğrenmeliydiler. sonu ne olacaksa da tadına bakmalıydılar. sevdikleri
tatları kendileri denedikleri için bilecek onları kusturacak ne varsa yine bu sayede öğreneceklerdi.
artık korku yoktu çünkü ne olursa olsun birbirlerinin yanında olacaklardı. böylece başladı. i̇nsanın
seneler sonrasında bile acı duyacağı hatalara yönelmesi işte bu kadar eğlenceli başlıyordu ve işte
bu kadar basitti. kendisi ayla'nın aksine daha kırılgan olsa da ayla ona bununla da başa çıkmayı
öğretecekti.
bu doğaldı aslında. babası başka bir kadına aşık olmuştu. annesi her gün
ağlıyordu. o ise ikisini de istemediğini düşünüyordu ve ailesinin de zaten kendisini istemediğini
sanıyordu. bir zamanların iyi, terbiyeli, çalışkan öğrencisi artık okula en az uğrayan öğrencisi
olmuştu. i̇lk defa aşık olacak, ilk defa içki içecekti. ayla’nın sinir hastası babası, sindirilmiş
annesi onu çok sevmişlerdi. belki de sanıyorlardı ki bu masum görünüşlü, oldukça sessiz
kız kendi ayla’larını da yola getirirdi. yanılmışlardı. yanıldıklarını hiç bilmediler ama yanıldılar.
akıllarına ne gelse yapmak istiyorlardı ve çoğunu da yapıyorlardı. şimdi
düşünüyordu da o zamanlar uyuşturucuya başlamış olsalardı belki de ikisi de hayatta
olmayacaklardı. düşünmüşlerdi ama bulamamışlardı. ya da cesaret edememişlerdi. ama
her ne olmuşsa iyi ki olmuştu. i̇lk içki deneyimlerini hatırlıyordu şimdi. o gün oldukça eğlenmişlerdi.
aylalar’da kaldıkları bir gün bir şekilde ayla’nın annesini kandırmış ve kendilerini bodrum’un
o mis gibi berrak sahiline atmışlardı. hava çoktan kararmıştı ama umurlarında değildi. birer
bira aldılar önce hızlıca içtiler. sarhoşluğun kendilerine ne yapacağını bilmiyorlardı. i̇şte tam
da bu yüzden bunu denemeliydiler. i̇lk bira etkilememişti. gidip iki-üç tane daha aldılar. ve bir
yerden sonra kahkahalara boğulmuşlardı. baş dönmesi o kadar tatlıydı ve her şey o kadar
komikti ki mide bulantılarını hissetmiyorlardı. daha sonra evi nasıl bulduklarını ikisi de
hatırlamamıştı. ama evde onları, ayla’nın annesinin atacağı bir fırça bekliyordu. gürültülerinden
bütün komşular ayağa kalkmıştı ama bu onlara oldukça komik gelmişti. ayla artık yatakta uzanmış
annesine dert anlatıyordu “anne biz n’aptık çok içtik yaa…” kız ne kadar “yok berna
teyze ben zaten hastaydım o yüzden kusuyorum.” diye diretse de kadın maalesef salak
değildi. üstelikte bu oldukça aşina olduğu bir kokuydu. o günün sabahında alkolün çok iyi
bir şey olduğuna kanaat getirdiler. bunu sık sık tekrarlamalıydılar.

………………………………………

orta okulun son senesiydi. kız artık tiyatroyla ilgileniyordu. bir tiyatro grubu
vardı ve ona çok iyi geliyordu. tüm zamanını tiyatro yönetmenleri ceyhun hoca, arkadaşları
murat, yılmaz, serpil, cansu, belma ve burak’la geçirmek istiyordu. farkında olmaksızın da
burak’a aşık oluyordu. bazen onun gözlerine birkaç dakika daha baksa kül olacağını düşünüyordu.
bu çok yakıcı ve bir o kadar da tatlı bir duyguydu. ayla onu anlamıyordu. çünkü ayla’ya çok
yabancıydı bunlar. yine de arkadaşına hep destek oluyordu. tek konuları burak’tı artık.
kız onu nasıl etkileyecekti acaba bir gün onu kendine aşık edebilir miydi? bunlar çok zordu…
burak çok farklıydı. öylesine iyi niyetli bir insandı ki kız ona daha da
bağlanıyordu her seferinde. oysa burak üniversiteye hazırlanıyordu, tiyatroyla uğraşıyordu
ve bu hengame içinde aynı zamanda aşıktı. ve ne yazık ki aşkı kıza karşı değildi. aradaki
yaş farkı burak’ın büyük aşkı kız için hep engeldi. yine de kız hiç göstermese de bir umudu
vardı. burak’ın kendisine karşı ilgisinin farkındaydı. ve onun karanlığını, dolambaçlı
hayatını aydınlatan tek şey artık burak’ın tek bir gülüşüydü. günden güne daha da yaklaşıyorlardı
birbirlerine. daha çok tanıyor daha çok anlıyorlardı. ekipçe muğla’ya gittikleri bir gün
burak’la yan yana otururlarken el elelerdi. burak birbirlerine kenetlenmiş ellerine bakmış
sonra kızın yüzüne bakmış ve gözlerinden inen birkaç damla yaşı tutamamıştı. “her şey çok
iyi beni anlayan insanlar var yanımda olan insanlar var… ama neden o anlamıyor.”
demişti. i̇şte bu bıçak gibi bir sözdü ne yazık ki. vazgeçmeliydi biliyordu. yine de onun
yanında olmaktan çok mutluydu. acı bir mutluluk bile ona yetiyordu. ayla’ya derdi ki
“burak benden ne isterse veririm. ben onunum." i̇şte on üç yaşındayken karar vermişti
buna. neyse ki burak onun ellerinden ötesine hiç dokunmamıştı. onun bir çocuk olduğunu
kendisinin de onun çocukluk aşkı olduğunu biliyordu. yine de kızla ilgilenmekten alamıyordu
kendini. burak’ta bilmek istiyordu. neydi onu böylesi karanlığa iten henüz bu kadar çocukken
nedendi bu kadar karamsarlık… üstelik ayla bile en yakınıyken cıvıl cıvıl bir kızdı. çok
gülerdi ayla onun farklılığı espri anlayışında gizliydi. çoğu zaman onun neye güldüğünü bile
anlamazdı kimse. bu yüzden çok yakındılar işte. zıt kutuplardı çünkü. kız ne zaman üzülecek
bir şey bulsa ayla aksine hep eğlenecek bir şey bulurdu. bu her zaman kızın hoşuna gitmişti
gülen ve ağlayan surat hayatın sahneye yansımasının sembolüydü. tiyatroya olan ilgisi bile
ona gülücükleri çekici kılmamıştı hiç. ama ayla vardı işte, ağlayan yüze karşılık bir de gülen
surat hediye etmişti ona.
masumdu. o kadar ki ne yapsa da kurtulamazdı bu maskesinden. i̇şin aslı
bir maske değildi bu. tüm mantığına karşın o iyiydi. bir sıcak bakış yeterdi unutmasına
olanları. zaten ne oluyordu ki? onun ifadesi bir maskeye dönüşemezdi asla. o masumdu ve bu
bir maske değildi. ama o zamanlar kız bunun farkında değildi. o zamana kadar kimse ona
masum göründüğünü söylememişti. bir gün biri söyleyecekti ve alıp gidecekti tüm masumiyetini
umarsızca. şimdilik o farkında olmaksızın yaşıyordu. ve sanıyordu ki işte bu kadar hayat
göreceğim acılar bununla sınırlı. zaten her şeye rağmen ayla var yanımda. ailem beni istemese de
aşık olduğum insan başkasını sevse de o yanımda ve bana her zaman “her inişin bir çıkışı vardır.”
diyecek. gerçekten de oluyordu. ne zaman inse çıkıyordu. farkında bile olmuyordu ama
her şey geçiyordu. ayla her sabah onu evden almaya geliyordu. eğer hala uyanmamışsa
korkuyordu kapıyı açmaya. çünkü ayla sevmezdi beklemeyi ve okula gitmek için hazırlanması
gerektiği yerde uyumasına çok kızardı. okul sıkıcıyı tabi. birbirleri dışında nerdeyse her şeyden
nefret ediyorlardı. alkol tüketimine başlamışlardı sanki alkol yoksa eğlence yok gibiydi.
çok gülüyorlardı. öğrenmişti kızda bir kere vardı hayat. başka yoktu. evet karamsardı hala
ama yaşaması gerektiğini biliyordu hiç yoktan. hayat sana örülen duvarlara sığmayacak
kadar geniş, yaşamaya doyamayacağın kadar dardı.
sınıfça pikniğe gidilecekti bir keresinde. gidip gitmeme konusunda
oldukça kararsızdılar. evden sınıfça pikniğe gidiyoruz diye çıkıp sahilde gün boyu içebilirlerdi
çünkü. en sonunda pikniğe gitmeye karar verdiler. sınıf arkadaşlarından baya kopmuşlardı
oysa. artık onları derste görseler “ooo siz buralara gelir miydiniz?” tarzında laflar söylüyorlardı.
çokta takan yoktu gerçi bu ithamları. sadece çocuktu onlar. asla kendilerinin baktığı yerden
bakamazlardı, öyle göremezlerdi hayatı. piknikteyken anladılar. onları kendilerinden başka
kimse anlayamazdı. özellikle kendi akranları asla. ayla hiç eğlenmemişti. aksine sinirleri
bozulmuştu. zaten kız o gün tiyatro provasına da gidememişti. i̇kisi için de kötü bir günün
sonunda neyse ki gece beraberlerdi. i̇kisi de yeni cep telefonu kullanmaya başlamışlardı.
üstelik telefon kullanan pekte arkadaşları olmadığından ne yapacaklarını bilmiyorlardı. ama
o gece telefon sapıklığı için harika bir geceydi. bu eğlenceli olacaktı.
birçok telefon numarası uydurdular kafalarından karşılarına çıkan herkese
akıllarına gelebilecek en saçma şeyleri söylediler. “barış manço’nun ruhuyum.” ya da
ağlamaklı bir sesle “ben intihar ettim.” bir tanesineyse şunu söylediler “bu numarayı rüyamda
gördüm.” ki bu kişiyle arkadaşlıkları uzun yıllar sürecekti.
mert samsun’luydu. sesi oldukça dikkat çekiciydi. kısa sürede bir
samimiyet kurmuşlardı aralarında. ve kız bunu ayla’ya kaptıramazdı. telefon numarası
ayla’dan çıksa da ayla’nın gözü yoktu böyle şeylerde zaten. mert’i hiç görmemişti ama onu
tanıyordu. bir şekilde tanıyordu tarif edilemezdi bu.
hayatında en az bildiği şeylerden biri kızın, güvendi. o en çok ayla’ya
güveniyordu. annesine fazla güvenmiyor, akşamdan akşama bir de pazar kahvaltılarında
gördüğü babası artık eve gelmiyor dolayısıyla ona da güvenmiyordu. ama mert başkaydı.
burak gibi değildi tabi ki ama değişik bir şeydi. o kadar çok ortak özellikleri vardı ki
inanamıyordu buna. uzun uzun konuşuyorlardı mert’le ona hayatıyla ilgili birçok şeyi anlatıyor
ama ismini söylemiyordu. yalan söylüyor “beren” diyordu.
okulda gittikçe kötüye gidiyorlardı. oysa ikisi de fazla değil bir yıl
kadar öncesinin en gözde öğrencilerindendi. i̇nişte olmalarına rağmen her ileriye yönelik
konuşmalarında bir üniversite hayali geçiyordu. hep düşünüyorlardı. aynı okulda oluruz.
düşünsene o zaman da sen hep makyaj yaparken ben başında “şu şarkıyı dinledin mi?” diye
dolanırım. üniversite için hiçbir şey yapmasalar da buna çok inanıyordular. umud etmek
güzel olsa da onlar sadece günü kurtarmak için vardılar.
i̇lk sahneye çıktıklarında yanında olmasını isteyeceği herkes yanındaydı.
babası, annesi, ayla… o denli içine kapanıklığına rağmen sahneye çıkmış oyununu sergilemiş
ve bitirmişti. kendine çokca güvenen bir insan misali pervasızca sahnede oyununu sergileyip de
aslında oldukça güvensiz duruşu o kadar tezattı ki kendi bile şaşırmıştı başarısına. tiyatroya
aşıktı. sahnede rolüne büründüğü kişi olmalıydı karakteri kötüyse insanlar ondan nefret edebilmeliydi.
çünkü o başarılı oyuncularda bunu görmüştü. bir al pacino onun için al pacino değil tonny
montana’ydı ya da bir antohny hopkins onun için hannibal lacktor’dü. ama o bunu yapamıyordu.
belki olur düşüncesiyle bırakmadı. zaten ortamına çok kapılmıştı. tiyatro ortamı onun ailesiydi.
üstelik burak vardı. duramazdı o’nu görmeden. her şeyi birlikte yapıyorlardı. kutlamalar,
konserler… bazen dışarıdan arkadaşta çağırıyorlardı. korkuyordu. burak bir gün kız arkadaşını
getirebilirdi. bu oldukça kötü bir ihtimaldi ama hiç olmamıştı. kız genelde ayla’yı alıyordu.
ayla da artık gruptan gibiydi.

…………………………………………….

bir gün sevdikleri bir grubun konserine gitmek için buluştular ayla yoktu. burak yanında bir
arkadaşını getirmişti. sadık. oldukça rahatsız edici bakışlara sahip, kendini bir şey zannettiğini
düşündüğünü, etkileyici bir konuşmaya sahip bu çocuktan hiç hoşlanmamıştı. çokta umurunda
değildi. burak her zamankinden farklı davranıyordu. kafası ondaydı. konser bitimi eve
döndüğünde büyülenmiş gibiydi. grup mükemmeldi. üniversite sınavı yaklaşıyordu bu yüzden
burak gruptan çıkmıştı. sadık’sa çok sık takılmaya başlamıştı. ortam eskisi gibi sarmıyordu.
burak’la birlikte hemen hemen herkeste çıkmıştı. ama o tiyatroya gönül vermişti.
günler tekdüze geçmeye başlamıştı. burak yoktu. kendisini bir şekilde
o’ndan nefret ettiğine inandırmıştı ve o’nu aslında hiç sevmediğine… zaman zaman uğruyordu
tabi burak ama kız onu umursamıyor fazla muhatap olmamaya özen gösteriyordu. o’na olan
kızgınlığının malum sebebini biliyor ama bunu kendine bile itiraf edemiyordu. trajik bir şekilde
kendini terk edilmiş hissediyordu. yine de yanında ayla vardı ve onun varlığı yetiyordu.
sadık ortama çok takılır olmuştu. grupta değişik muhabbetler dönmeye
başlamıştı. tiyatroya dair pek bir şey konuşulmuyor, öğrenilmiyordu. yine de burası tam da
zaman öldürülecek bir yerdi. kaçmak gibiydi aslında. en son çıkarttıkları oyunun üzerine
dinlenme dönemiydi bir nevi. kız kendini soyutlamaya başlamıştı ortamdan. muhabbetlere pek
dahil olmuyordu. bir gün, bir konuşmanın ortasında buldu kendini. sadık konuşuyordu ve diyordu ki;
“gözler kesinlikle bir insanın ne düşündüğünü yansıtır. ben şu ortamda kimin gözlerine baksam ne
düşündüğünü anlayabiliyorum. ama sadece bir kişi dışında…” demiş ve kızı göstermişti. kız bunu
beklemiyordu ve düşündüğü şey “dediği doğruysa korkarım kimse kimseye bakmamalı.” ydı. sonradan
farkına varmaya başlamıştı ki sadık insanlara kendini dinletmeyi, ilgi çekmeyi, beğenilmeyi çokça
seven bir insandı. yani kızın hiç hoşlanmadığı erkek türü. bilmiyordu ki grupça dışarı çıkacakları
bir gün insanlardan sıkılmış tek başına otururken yanına gelecekti sadık, bilmiyordu ki bu geliş
hayatından tüm saflıkları, tüm güzellikleri götürüş olacaktı.

…………………………………………………….

o gün her zamankinden daha az ihtiyaç duyuyordu kalabalığa. daha sinirli,
daha yorgundu. kalktı arkadaşlarının yanından ve yalnız başına ileriye gitti. ayakkabılarını çıkardı.
denizin suyunu hissediyordu avuçlarındaysa kumu. kum hala sıcaktı oysa güneş çoktan batmıştı.
grup yine ilgisini çekmeyecek muhabbetlere girmiş, kendi kendilerine güldükleri geyik muhabbetleri
kızı bunaltmıştı. zaten fark etmişti ki bu insanlar geyik muhabbeti tadında yaşıyorlardı. o ise hayatın
içersinde daha derin anlamlar barındırdığına inanıyordu. fazlaca karamsar olabilirdi ama bir gün
bir şey olacaktı biliyordu. hissediyordu. kalktı, biraz ileriye gitti ayakkabılarını yanına koydu ve
kendini kumlara bıraktı. doğayla bütünleşmeyi hep severdi. havuzdan çok denizde yüzmeyi, asvalttan
çok toprakta yürümeyi ve kumlara uzanmayı. yıldızlara baktı ne kadar uzaklardı. tıpkı burak gibi…
gözlerini kapattı. burak için çektiği tatlı acıyı düşünüyorken bir erkek sesiyle irkildi. “gözlerin kapalı
olmasaydı yıldızlar utanırdı.” doğruldu yerinden ve oturdu sadık da yanına oturmuştu. “iyi misin
yine çoğu zamanki gibi yalnız kalmayı tercih ettin.” kız bu ilgiye anlam verememişti. arkasına baktı.
i̇kisinin de yokluğu kimsenin umurunda değildi. sonra sadık’a dönerek “özel bir nedeni yok
öylesine geldim.” dedi. sadık o’nun zayıf noktasını biliyordu, çok kırılgan ve duygusal bir yapıya
sahipti. üstelikte çok küçüktü. bir süre konuştular. sadık “saçlarını sürekli topluyorsun oysa açık
saç sana daha çok yakışacaktır.” diyip kızın saçlarına dokundu, kız bu saç muhabbetinden pek
hoşlanmamıştı ama nezaketsiz görünmekte istemezdi. bir an sadık’a baktı gözlerinde tuhaf belli
belirsiz bir ışıltı hissetti. sanki gizli bir el sadık’ı başından yavaşça kıza doğru itiyordu kız ne olduğunu
anlamaya çalışırken dudaklarında bir ıslaklık hissetti. demek böyle oluyordu. defalarca kez ayla’yla
konuştuğu, yaşamaktan hem çok korkup hem çok merak ettiği, başına geldiği takdirde ne yapacağını
hiç bilemediğini düşündüğü ilk öpüşme deneyimi bu kadar olmayacak bir yerde olmayacak bir kişi
tarafından gelebiliyordu. oysa o hep burak’ı hayal etmişti. bir yandan bunları düşünüyor, bir yandan
yaşadığı şoku atlatmaya çalışıyordu. arkasına baktı neyse ki kimse fark etmemişti. sadık’a bakamıyordu.
utanıyordu. sadık kızın elini tuttu. “sen benim meleğim olacaksın.” dedi.
Küçükken büyüdüğüm mahallede eriklerine, dutlarına daldığımız, henüz Karadenizli bi müteahhitin girip de apartman yapmadığı, tek katlı, şirin evler vardı. işte o bahçeli evlerde genelde turuncu renkte borazan çiçekleri olurdu. Hani içinden sadece ağzımızı tatlandıracak kadar bal çıkan o turuncumsu çiçekler. Biz de mahallenin götü kaşınan bir grup salağı olarak çiçeğin içine giren arıları yakalayıp plastik bi şişenin içine koyar, havasız bırakarak öldürürdük. Herkesin bi şişesi olurdu. Akşam ezanı okununca yakalama işlemi biter, sayım işlemine geçilirdi, her gün günün galibi seçilir, diğerlerine hava atarak evine giderdi. Aslına bakılırsa riskli bir işti. Çünkü arının, sen çiçeğin ağzını kapattığın sırada her an çıkıp elini sokma ihtimali de vardi. Çoğu kez elimizi kolumuzu kaptırmıştık arılara. Ama acısı geçtikten bi kaç gün sonra tekrar gruba katılır, arıları öldürmeye devam ederdik. Uzun bi sopası olan yukarıdaki dalları indirerek daha fazla arı yakalayabiliyordu. Bu yüzden hepimizin üzerinde ismimiz yazan birbirinden güzel sopaları vardı. Akşam eve gitmeden mahalledeki boş arsanın ücra bi köşesine saklar, o günün yarını tekrar sakladığımız yerden alırdık. Yine bir gün tam takım olay mahallindeydim. Yukarıdaki dallardan birini sopayla indirerek içinde arı olan bi çiçeği elimle kapatırken, arı o sırada çok hızlı hareket ederek elimin arasından kaçıverdi. Arıyla göz göze geldik. ''Sokarsan, ölürsün'' dedim. ''Senin için ölürüm'', dedi. Artık kaçış yoktu, kabullenmiştim. ''Nereden istiyosun'', dedim. ''Gözünün altından'' dedi. ''Kol olmaz mı '' dedim. ''Bıktım hacı koldan, yeni tatlar peşindeyim'' dedi. Gözlerimi kapattım ve yüzümü uzattım. Sokmadan son kez ''Elveda'' dedi. Hikayenin bundan sonraki kısmını hatırlamıyorum. Uyandığımda yanımda annem ve mahalleden bi kaç arkadaş yanı başımdalardı. Biraz doğrulup ayna istedim. Aynaya baktım ve kendimi Güney Koreli memur bi çiftin şişman ortanca çocuğu gibi hissettim. Tek gözüm görünmüyordu resmen. O gün anneme söz verdim bi daha arı yakalamıcam diye. Şişlik geçene kadar dışarı çıkmam yasaklandı. Balkondan onları izledim bi kaç gün. Anneme her ne kadar söz versem de tekrar çocukların arasına katılıp günün lideri olmayı düşlüyodum. Şişen gözüm geçmiş, tekrar kendime gelmiştim. Fakat hala yasak devam ediyordu. Ellerimi arkama alarak 3-4 adımlık balkonda hapisteymişim misali Tatar Ramazan gibi volta atıyorum. Bi kamyonet duruyo evin önünde. Bakıyorum kasasında kum var. Önce ''Ohaa pazartesigiydimfesi, saçmalama otur oturduğun yerde '' diyorum. Sonra çocuklara bakıyorum. ''Bugün yenicem lan seni Yusuf'' diye bağırıyo bizim tıfıl Ahmet. içeri geçiyorum. Çaktırmadan anneme bakıyorum. Mutfakta yemek yapıyo. Aklıma kırmızı kramponlarım geliyo. Sessizce ayakkabıları alarak balkona geçiyorum. Önce kramponları kamyonetin kasasına atıyorum, sonra ise kendimi. Dilimi çok kötü ısırıyorum. Ama evden kaçmayı başardığım için dilimin acısını o sırada pek hissetmiyorum. Kamyonetten aşağı iniyorum. Sopamı sakladığım yerden alıyorum. Bi şişe buluyorum ve günler sonra çeteye katılıyorum. Haliyle o günün galibi olamasam da, ''iyi ki çıkmışım evden özlemişim lan heheh '' diyorum içimden. Eve geliyorum. Babam kapıda karşılayarak, ''Ooo pazartesigiydimfesi bey, gözünüz geçmiş, yakışmıştı yaa tekrar mı çıkartsak he ne dersin ?'' diyo. Babamın yüzündeki ifadeyi, az sonra gözümü morartacak olan Mike Tyson gibi hayal ediyorum. Sonrası mı? sonrasını hiiiiiç hatırlamıyorum işte, valla lan, yeminle bak.

borazan çiçeği için bkz: https://www.google.com.tr...20760489%252F%3B640%3B480