bugün

yaprak sarması yapan analarımız ve bacılarımıza farklı bir gözle bakmama yol açandır.
yaptığı çiğ balığı yerken haliye gelişen çene kaslarıyla doğru orantılı olduğunu düşündüğüm düşüncedir.
suşi yapılan balıklar da iyi sevişirdi
*
şu suşi denen zımbırtı(ki öyle matah bir şey de değil) neden cinsellikle bağdaştırılır merak ediyorum...

Kızları masaya yatırıp üstünden "suşi" yiyorlar biliyorsunuz... Bir Japon numarası... Boylu boyunca uzanmış yatan bir kız, göbeğinde toro (yağlı ton balığı), memesinde ebi (karides), belinde tako (ahtapot), kukusunda unagi (yılan balığı)... Masanın başında, ellerinde çubuklar, pişmiş kelle gibi sırıtan birtakım uyanık herifler...

Bu olayın, tıpkı yemekler gibi, elbette Japonca bir adı da var: Nyotaimori... Suşinin çeşitleri bol, kızı yemek yasak. Tabağı ısırmayınız.

Kızlar elbette genç ve güzel olmak zorundalar, emekli Ayşe Teyze'den her gün baklava börek yesen çekilmez!

Hay, wakarimasu... Evet, anladık...

size tokyo şehrini anlatmıyorum ha! böyle bir mekan istanbulda bir aralar vardı. eve servis bile yapıyorlardı. kız eve geliyor, sere serpe yatıyor siz de vücudundaki bilumum çiğ balıkları hüpletiyorsunuz. Kızların adları da Yoko, Yumiko falan değil, nazan ile bengisu. Biri sarışın, biri esmer.

malum bu coğrafyada zor o işler tepkiler de gecikmedi haliyle... Kimisi, beklendiği gibi, hemen "benim emekçi halkım yemeye kuru ekmek bulamıyor, bunlar kalkmış..." edebiyatına girişti. Oysa bengisu gecede 500 lira kazanıyordu, kaç kişi alıyor bu ücreti?

Kimisi "günah" olduğunu söyledi. Kimisi dangalaklık seviyesini nirvanaya ulaştırıp "kadın bedeninin metalaştırılmasının sosyo-ekonomik ve de transandantal alafortanfonisine yaklaşım konusunda büyük feminist düşünür Kate Millett'in görüşlerine giriş" başlıklı entryler girdi belki de.

Japonların bu kültürü ilgimi çekmiyor değil ama kafamda soru işaretleri de mevcut...

Örneğin, en düşük uğraşlardan biri olarak kabul edilen "tabakçılık" yani bulaşıkçılık mesleğine daha sıcak bakmaya başladım.

Burada tabağı bulaşık makinesine sokamayacağınıza göre, servisten sonra kız kendisi mi sabunlanıyor, yoksa bir durulayan da var mı? (Deterjan cildi bozar, sakın ha!)

Bakalım sözlük kızları nasıl bir tepki gösterecekler?

"Allah belanızı versin" diyecekler çıkacağı gibi, "ay iki çatal da bana batırsalar" diyecekler de olabilir! artık bakış açısı onların meşreplerine kalmış...

Kadın gövdesinden birşeyler atıştırmanın bir "Japon icadı" olduğunu sananlar yanılıyorlar...

Nasıl Batı'da, kadın ayakkabısından (özellikle opera sanatçısının, "diva"nın iskarpininden) şampanya içmek geleneği varsa (fetöcularda hocalarının ayakkabısından bir şeyler içiyorlardı galiba!), Osmanlı'da da "kadın göbeğinden rakı içmek" vardı!

Kurban olayım, aramızdaki uygarlık farkını görün işte...

Bir fırt rakı, bir yudum su, bir ısırımlık dilber dudağı...

Roma imparatorluğu'nda çok daha "beter" sofra alışkanlıkları vardı: Yemek yatarak yenir, çişi gelen de kölesini çağırır, hiç kalkmadan kölenin getirdiği kaba (urinarium diyorlarmış bu kaba) herkesin gözünün içine baka baka işeyiverirdi. Ellerini de kölenin saçlarına silerdi.

Dilden yanaktan ve de göbekten yemek yedirmenin mucidi de bir Japon değil, bir Fransız hanımıdır mesela.

Üçüncü imparatorluk devrinde, 1860'larda falan, Paris'in ünlü ve lüks hanımlarından biri, konuklarına akşam yemeğini şöyle servis ediyormuş;

Kocaman gümüş bir tepsi üzerinde hanım anadan doğma uzanmış yatıyor, uşaklar da tepsiyi masaya getiriyorlar... Hanımın apışarasında yeşillikler, iki yanında havuç ve patates salatası... O zamanlar "genetiği değiştirilmiş organizmalar" olmadığından, hanım da havuçlar da patatesler de "organik"...

yanlış anlamayınız, ve de hiç boyuna heveslenip ağzınızı şapırdatmayınız: Bizim "suşici" kızlar bikiniyle çıkıyorlardı göreve...

bu naneyi bulan kadının adını ha deyince çıkaramadım, Simonelle Signoret miydi, Sandrine Bonnaire mi, yoksa Jeanne Moreau mu?

neyse siz ebru şallı olarak bilin ne fark eder ki...