bugün

"sevdiklerimizi seçeriz ama en çok seçemediklerimizi severiz" olacakken sınırlamaya takılmış başlıktır.

arkadaş, sevgili gibi insanlardan tutun, yediğimiz, giydiğimiz, gittiğimiz, okuduğumuz, dinlediğimiz, kokladığımız vs vs kısaca hayatımıza kattığımız kişi ve şeyleri sevdiğimiz için seçeriz. bunları, bizi çeken özellikleri sebebiyle ve isteyerek hayatımıza dahil ederiz. seçimi yaptığımız sırada üç aşağı beş yukarı bir fikrimiz vardır seçilenle ilgili.(sonradan yanıldığını farketme hakkı saklı tutularak)

ama en çok sevdiklerimiz seçmediklerimiz, seçemediklerimizdir.

anne- baba- kardeş ve evlat gibi.

tabii ki, bu konuda herkesi kapsayacak bir genelleme yapılamaz, kardeşini sevmeyen, hatta anne ve babasını sevmeyen de vardır, olabilir. ama çocuğunu sevmeyen sanırım yoktur ve diğerleri de oldukça azdır.

çocuğu ayrık tutarak, çünkü o bambaşka bir mesele. acaba insan seçme veya geri verme şansı olmayınca mecburen mi seviyor, yoksa birlikte yaşamanın getirdiği bir sonuç mu?

daha iyisi şansın olmayınca elindekine kanaat etme gibi bir durum bile düşünülmüyor ve bu haliyle mi seviliyor.

yoksa işin sırrı aile olma duygusunda mı, kendi içinde minik çıkar hesapları yapılabiliyor iken (çikolatanın çoğunu ben yemeliyim gibi) dışarıya karşı birlik olma bir olma güdüsü mü?

bu bakışı genelleştirince millet olma kavramının temelindeki de buna benzer bir durum mu?

sanırım en çok kendimize ait olduğunu düşünüp emek verdiklerimizi seviyoruz.

sadece sanıyorum, bildiğimi iddia etmiyorum.
(bkz: ukte)