bugün

yağmurlu bir istanbul sabahında insanın başına gelebilecek en talihsiz yırtık. buz gibi bir aralık sabahında apar topar giyinir, sekiz buçuk trenini kaçırmamak için uyku sersemi kapıyı vurup evden çıkarsın, her adımda yağmurun hızlandığını, ellerinin üşüdüğünü, yüzünün yosun tutmuş bir duvar gibi yumuşadığını hissedersin. can havliyle sekiz otuz trenini yakaladıktan sonra derin bir oh çekersin ama son durakta of olarak -sadece sana kalsa ne ala- geri döner sana.

nolduysa sirkeci tren istasyonundan dışarı çıktıktan sonra oldu, sanki birisi arkadan gelip sağ ayağımdaki ayakkabının arkasına bıçak salladı. işyerine varmaya ramak kalmışken sağ ayağımın topuğunda bir ıslaklık hissettim. ayağımı kaldırdım bir de ne göreyim, ayakabbım hapşırmış. -biliyorum bu bölümde küfür etmem lazım, hayata kayma metni yazının tam burasında ama ben yine kaymayacağım hayata, hayatı ciddiye almayacak kadar umarsızım- oradan eve de dönülmez diyip işyerine gittim, ayağımı sürüye sürüye masanın dibine geçtim oturdum. herkes çayını aldıktan sonra usulca geçtim çayımı aldım, kahvaltımı yaptım ama yerimden kalkmak istemiyordum. böyle çalışamazdım, sürekli in çık yapmam gerekecekti. utana sıkıla patronun yanına gittim, ayakkabıyı gösterdim. sağolsun izin verdi, nasıl izin vermesin ben okadar insanın içine çıkmayı göze almışken...

işyerinden çıktım, yengeç gibi yan yan yürüdüm. -bu kısımda gülmem, kahkaha atmam gerekiyordu ama durum gülünecek kadar komik değil; 5 dakika bile olsa ben dramıma gülmem, gülümseyemem- tekrar trene bindim insanların acayip bakışları arasında. kimse sikimde olmaz diyemiyorsun o durumda, kaçacak sote bir yer arıyorsun ki öyle yaptım. istasyonun en ıssız yerine gittim. o an bir şey oldu, tren raylarının kavisine takıldı gözlerim, kafam çuf çuf ederek uzaklara gitti...

bir an yanımda kimin olduğu ya da nerede olduğum önemsizleşiverdi. - bu kısımda gözlerimin dolması gerekiyordu ama göz kapaklarım ağzına kadar dolmuştu, ben istediğim zaman ağlayamam, zaten istediğini yapamayan bir insan ağlayamaz- utangaçlığımı felan bir kenara bırakıp düşündüm de, ayakkabının bir yırtığı bile insanı tarumar ederken kalbin onlarca yırtığı dikilmeden öylece kanayıp duruyor, bu nasıl iş!

tabiki ayakkabının yırtığıyla kalbin yırtığı bir olmuyor; ömür boyu yırtık olan bir kalbi kullanmak ise hiçbir şeye benzemiyor. insanın ağzına bant çekiyor...

ben ayakkabım yırtıldı sanıyordum, oysa kalbim yırtıkmış.