bugün

içerisinde pek çok
algısal öğe barındıran sanat, psikolojiyle yakından ilgili. Görsel algıya nöropsikobiyolojik
bir bakış açısıyla yaklaşacak olursak, Picasso
da farklı bir kimlik ve duruş kazanıyor. Gerçek hayatta nesneleri sürekli olarak farklı açılardan ve uzaklıklardan algılıyoruz.işte, görüntüyü bir fotoğraf karesi canlılığında, olduğu gibi aktaran ressamların paradoksu da tam bu
noktada başlıyor: Tek bakış açısı ve tek uzaklık. Oysa Picasso’nun en büyük temsilciliğini üstlendiği “kübist” akımı nesnenin zamana yayılan her durumunu tek bir darbede birleştirerek hareketi durağan bir şekilde temsil etmiş oluyor. Gerçek hayatta farklı açılarda, uzaklıklarda,ışık şiddetlerinde algılanan her bir nesne tüm bu farklı şartlara rağmen zihnimizdeki kendine has kimliğini korumaya devam edebiliyor.işte bu algısal gerçeklik, Picasso’nun tablolarına beynin işlevsel yolları taklit edilerek yansıtılıyor. Nasıl ki beynimiz pek çok görüş açısından aldığı görüntü bilgilerinden tek bir görüntü elde ediyorsa, Picasso da tablolarında aynı yolu izliyor. Örneğin, 1900’lü yıllarda yaratmış olduğu “Avignonlu Kadınlar” isimli tablosuna göz atalım:
Bu tablonun alt sağında oturan figürde ilginç bir belirsizliğe rastlıyoruz.Yaklaşık 500 yıllık bir italyan Rönesans Dönemi özelliği olan matematiksel perspektif ve tekil, durağan bakış açısı yakalayarak, kafası bedeninden 180 derece döndürülmüş “eşzamanlı” bir görüntüye kucak açmış oluyoruz. Picasso’nun tablolarındaki bu belirsizlikler nesnelerin oldukları gibi temsil edilme çabası olarak yorumlanıyor. Ancak başarısızlık olarak görülen şu ki, beyin bu değişik bakış açılarını toparlayarak tek bir nesne sınıflandırması yapabiliyorken, kağıt üzerindeki bu çizimler bu hedefe varamıyor ve ait oldukları nesne sınıfına çok da uyum sağlayamıyorlar.

Kaynak:kendi arşivim