bugün
- fenerbahçe nasıl kurtulur13
- karton toplayan çocuk silik yemelidir12
- sözlükte sevilmeyen erkek yazarlar9
- narin güran19
- jose mourinho23
- klarnet calan sarapci koala 68
- sabah başlayan baş ağrısı9
- anın görüntüsü30
- sözlük erkeklerinin sözlük kızlarına karşı tutumu13
- bütün sözlük erkekleri alçaktır15
- 21 eylül 2024 fenerbahçe'ye verilen penaltı18
- neden sürekli kabız oluyorum18
- sudekiray16
- sari renkli seker15
- victor osimhen9
- bik bik'in mutfağına konuk olmak15
- mert hakan yandaş12
- eve çağıran erko11
- bimde çalışanda akıl var mı16
- metin arolat46
- 21 eylül 2024 fenerbahçe galatasaray maçı109
- fenerbahçe taraftarı30
- ismail kartal9
- the crying one9
- okan buruk19
- sözlükte nefret ettiğiniz yazarlar ve sebepleri18
- gabriel sara'ya 19 milyon veren mallar9
- fenerbahçe9
- siber güvenlik başkanlığı10
- arkadaşlar sizce bu bana yakışır mı10
- sözlük erkeklerinin arabaları10
- seks kasedinizi yaymakla tehdit edilse naparsınız10
- herkes uyudu mu8
- aranızda medyum olan var mı12
- fb gs'yi yensin götüme rakı şişesi sokarım8
- cumartesi gecesi fenerli yazarlar kucağa oturacak8
- b'u r c u23
- ya tarkan da ölürse10
- fenerbahçe galatasaray derbi sonucu ne olur15
- amca diyen kasiyer kız8
- otobüste uyuyamamak8
- bugün bir değişiklik yapalım bilgi entrysi girelim25
- kocam ol diyen kadın9
- bel çevreniz kaç cm11
- hangi sözlük kızıyla ne yapmak isterdin22
- nickli başlık açanlar kucağa alınacak12
- sağ yan ağrıması8
- hasta olsam geçmiş olsun der misiniz9
- bursa da başı açık öğretmen istmeyen okul müdürü19
- geçmiş olsun menuet13
heyhat...
bundan yıllar yıllar önce idi...
her sene alamanya'dan gemi gibi ford granada'larına atlayıp gelirdi teyzemler. tabii evin büyükleri onları başka gözlerle bekler iken biz küçükler çok daha fazla beklentiler içerisinde sabırsızlanırdık.
nasıl sabırsızlanmayalım ki? mahalledeki kopillerin ömrü hayatınca görmediği oyuncakları ve çikolataları beklerdik sene boyunca dört gözle.
hediyelerimizi alır ve sofraya otururduk hep birlikte. teyzemoğlu ve eniştem sanki alamanya gibi bir medeni memleketten gelmiyorlar da etiyopya'daki kıtlıktan çıkmışlar gibi saldırırlardı sofraya.
artık allah ne verdiyse büyük bir iştahla yerlerdi. soframızda bulunan sebzeler, meyveler onlar için bulunmaz nimetlerdi.
öyle ki teyzemoğlu domatesin, salatalıkın, elmanın, armutun alamanya'da tane ile satıldığını söylerdi de inanmazık. "hasiktir ulan olur mu öyle şey" derdik. netekim inanırdık bu inanışımız az sonra yerini acımaya bırakırdı.
neden acımayalım ki?
bizler türk evlatları olarak anavatanımızda herşeyin en tazesini, en iyisini istediğimiz vakit alıp mevsiminde büyük bir keyifle yiyebilen bir nesildik...
işte bunları düşündüm bugün birdenbire.
mahallede bulunan süpermarketten gazoz ve sigara alırken sağ tarafta bulunan manav reyonundan komşu kadın tek domates istediğinde o günlere gittim.
alamancı teyzemoğlu geldi aklıma...onlar da tane ile yiyorlardı domatesi ve bilimum nebatatı...
vay anuna koyayım arkadaş deim...vay anuna koyayım...biz bu hallere düşecek memleket miydik.
herneyse,
"koy götüne rahvan gitsin" diyerekten eve doğru seyirttim.
neden düşüneyim ki? memleketi ben mi yönetiyordum sanki?
üstelik ben bilinçli bir vatandaş olarak önlemimi almış tam 25 tl'ye evimin arka bahçesinde 12 metrekarelik bir sera mal etmiştim.
peşinen söyleyeyim sera dediysem nalburdan aldığım naylon brandaların 8 lik inşaat demirine geçirilmesi ile ortaya çıkarılmış bir seradır efendim. seracı meslek erbapları lütfen çemkirmesinler...
ben tabii tüm bunları yaparken benim benden daha üstün zekaya sahip hanımım da pazardan aldığımız domateslerden elde ettiği tohumlarla seramızı adeta bir domates tarlasına çevirmişti bile...
çevirmişti çevirmesine ammavelakin fidelerimiz bir türlü meyve vermemekteydi.
eve geldiğimde bugün markette şahit olduklarımı hanıma anlattım.
"hadi seramıza gidelim de kendi organik über domateslerimizi toplayalım" dedim. lakin aldığım cevap günler önce şahit olduğum görüntü ile aynı idi.
domatesler neredeyse bacak boyuna ulaşmış ama üzerinde ilaç için bir tek domates yoktu.
"ulan" dedim "bu antalya'daki seralara dadanan süne zararlıları acep bizim seraya da mı dadandı" diyerekten, ziraat mühendisi olan amcaoğlumu aradım.
"abi bir saat sonra gelir bir kahvenizi içerim" dedi ve tam 1 saat sonra geldi.
sorunu anlattım, seraya bir göz attı, hanımdan dikim tekniklerini dinledikten sonra bono gibi kahkahayı patlattı.
tabii ben ve hanım bu ukalalığın neden kaynaklandığını anlamayaraktan sorduk kendisine.
bir ülke gerçeği olan cevabını ve boyumuzun ölçüsünü aldık.
meğer bizim tohum aldığımız domatesler, yani pazar domatesleri şu meşhur israil tohumlarından üretilen domateslermiş, yani tohumu alınamazmış, alınsa dahi ürün vermez, bizim fideler gibi kısır kalırmış...
"yani", dedim amcaoğluna, "elin oğlu bize boruyu köküne kadar döşemiş anladığım kadarıyla"...
"aynen öyle abi" diyerekten hak verdi söylediğime.
derken amcaoğlu müsade istedi. "seneye beni arayın da tohum ayarlarım size" dedi.
üzüldüm bir sigara yaktım. hanıma bir kahve yapmasını söyledim.
o da yapacağını ama önce süpermarkete gitmem gerektiğini söyledi.
"peki" diyerek kalktım yerimden. ne alınacağını sorduğumda aldığım cevapla gün içinde zilyonuncu kez şaşkınlık yaşamam bir oldu.
"iki tane domates alıver de salataya koyayım"...
yazının ana fikri: güvendiğin dağlara kar yağması ve düşmez kalkmaz bir allah sözlerinin karışımı olsa gerek...
bu günün hatırası için ise bir de görsel ekleyelim;
görsel
bundan yıllar yıllar önce idi...
her sene alamanya'dan gemi gibi ford granada'larına atlayıp gelirdi teyzemler. tabii evin büyükleri onları başka gözlerle bekler iken biz küçükler çok daha fazla beklentiler içerisinde sabırsızlanırdık.
nasıl sabırsızlanmayalım ki? mahalledeki kopillerin ömrü hayatınca görmediği oyuncakları ve çikolataları beklerdik sene boyunca dört gözle.
hediyelerimizi alır ve sofraya otururduk hep birlikte. teyzemoğlu ve eniştem sanki alamanya gibi bir medeni memleketten gelmiyorlar da etiyopya'daki kıtlıktan çıkmışlar gibi saldırırlardı sofraya.
artık allah ne verdiyse büyük bir iştahla yerlerdi. soframızda bulunan sebzeler, meyveler onlar için bulunmaz nimetlerdi.
öyle ki teyzemoğlu domatesin, salatalıkın, elmanın, armutun alamanya'da tane ile satıldığını söylerdi de inanmazık. "hasiktir ulan olur mu öyle şey" derdik. netekim inanırdık bu inanışımız az sonra yerini acımaya bırakırdı.
neden acımayalım ki?
bizler türk evlatları olarak anavatanımızda herşeyin en tazesini, en iyisini istediğimiz vakit alıp mevsiminde büyük bir keyifle yiyebilen bir nesildik...
işte bunları düşündüm bugün birdenbire.
mahallede bulunan süpermarketten gazoz ve sigara alırken sağ tarafta bulunan manav reyonundan komşu kadın tek domates istediğinde o günlere gittim.
alamancı teyzemoğlu geldi aklıma...onlar da tane ile yiyorlardı domatesi ve bilimum nebatatı...
vay anuna koyayım arkadaş deim...vay anuna koyayım...biz bu hallere düşecek memleket miydik.
herneyse,
"koy götüne rahvan gitsin" diyerekten eve doğru seyirttim.
neden düşüneyim ki? memleketi ben mi yönetiyordum sanki?
üstelik ben bilinçli bir vatandaş olarak önlemimi almış tam 25 tl'ye evimin arka bahçesinde 12 metrekarelik bir sera mal etmiştim.
peşinen söyleyeyim sera dediysem nalburdan aldığım naylon brandaların 8 lik inşaat demirine geçirilmesi ile ortaya çıkarılmış bir seradır efendim. seracı meslek erbapları lütfen çemkirmesinler...
ben tabii tüm bunları yaparken benim benden daha üstün zekaya sahip hanımım da pazardan aldığımız domateslerden elde ettiği tohumlarla seramızı adeta bir domates tarlasına çevirmişti bile...
çevirmişti çevirmesine ammavelakin fidelerimiz bir türlü meyve vermemekteydi.
eve geldiğimde bugün markette şahit olduklarımı hanıma anlattım.
"hadi seramıza gidelim de kendi organik über domateslerimizi toplayalım" dedim. lakin aldığım cevap günler önce şahit olduğum görüntü ile aynı idi.
domatesler neredeyse bacak boyuna ulaşmış ama üzerinde ilaç için bir tek domates yoktu.
"ulan" dedim "bu antalya'daki seralara dadanan süne zararlıları acep bizim seraya da mı dadandı" diyerekten, ziraat mühendisi olan amcaoğlumu aradım.
"abi bir saat sonra gelir bir kahvenizi içerim" dedi ve tam 1 saat sonra geldi.
sorunu anlattım, seraya bir göz attı, hanımdan dikim tekniklerini dinledikten sonra bono gibi kahkahayı patlattı.
tabii ben ve hanım bu ukalalığın neden kaynaklandığını anlamayaraktan sorduk kendisine.
bir ülke gerçeği olan cevabını ve boyumuzun ölçüsünü aldık.
meğer bizim tohum aldığımız domatesler, yani pazar domatesleri şu meşhur israil tohumlarından üretilen domateslermiş, yani tohumu alınamazmış, alınsa dahi ürün vermez, bizim fideler gibi kısır kalırmış...
"yani", dedim amcaoğluna, "elin oğlu bize boruyu köküne kadar döşemiş anladığım kadarıyla"...
"aynen öyle abi" diyerekten hak verdi söylediğime.
derken amcaoğlu müsade istedi. "seneye beni arayın da tohum ayarlarım size" dedi.
üzüldüm bir sigara yaktım. hanıma bir kahve yapmasını söyledim.
o da yapacağını ama önce süpermarkete gitmem gerektiğini söyledi.
"peki" diyerek kalktım yerimden. ne alınacağını sorduğumda aldığım cevapla gün içinde zilyonuncu kez şaşkınlık yaşamam bir oldu.
"iki tane domates alıver de salataya koyayım"...
yazının ana fikri: güvendiğin dağlara kar yağması ve düşmez kalkmaz bir allah sözlerinin karışımı olsa gerek...
bu günün hatırası için ise bir de görsel ekleyelim;
görsel
manavın ''peşin mi taksit mi'' sorusuna maruz kalınabilecek durum .
kilosu bugün itibariyle 10tl olduğundan, kilo yerine taneyle alınmasında bir gariplik görünmeyen durum.
akabinde puronun dumanı havaya savrulacak ve arkada bekleyen limuzine bir bakış atılacak aksiyon. *
domates fiyatları düştüğünden dolayı pek bir kıymeti kalmamış söylem. böyle bir cümle kurduğunuzda manavın sizi siktiretme ihtimali çok yüksektir.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar