bugün

''oğlum hadi gel yemeğe'' diye bağırınca annesi ''iki dakikaya gelirim'' diye cevap verdi Atilla. Aslında yalandı ne iki ne üç ne beş dakika, yemeğe gitmek istemiyordu. gözlerini bilgisayara mühürlemişti...

uzun süredir muhabbeti olan hoşlandığı kız'a yani kendi tabiriyle diyaliz makine’sine ''bu hafta sonu sinemaya gidelim mi??'' diye sormayı düşünüyor, muhabbeti filmlere çekmeye çalışıyordu. çoğu insan için bu teklif ''2 biletim var sinemaya gelir misin???'' kolaylığında olmasına karşın Atilla için geçerli değildi, nedense eskiden beri zorlanırdı bu konuda.

Sonunda cesaretini toplayıp ‘'bu hafta sonu ne yapacaksın???’’ yazıp gönderdi iletiyi akabinde ‘’yine ders çalışıp bunalacağım...’’ diye cevapladı kız. ‘’hehehe’’ diye sevdiği kıza sempatik gözükmeye çalışan çaresiz erkek gülüşü atan atilla ‘’arada dinlenmek lazım’’ dedi. Umursamaz bir ‘’evet’’ cevabı belirdi ekranda. ‘’malum’’ dedi Atilla ‘’her zaman gaza basarak yarış kazanılmaz, önemli olan doğru yerde frene basmaktır. bu arada filmlere göz attın mı şu sıralar???’’

Uzun uğraşların sonunda muhabbet kilit noktaya gelmişti. Ekranda minicik harflerle ‘’zeynep ileti yazıyor’’ yazısına baktı, o cümleyi dört defa okudu. beşinci kez okumaya başlıyordu ki yazı silindi, cevap gelmişti.

‘’şimdi çıkmam lazım kusura bakma atilla...’’

****

Torunu ''babanne hadi uyan'' diye üzerine çullanınca güldane hanım göz kapaklarına ağırlık asılıymış gibi yavaşça gözlerini açıp ''ne oldu sabah sabah??'' diye sordu. ''boncuk'' dedi atilla ''aşağı düşmüş...'' boncuk onun 6 aydır balkonda bakmaya başladığı civciviydi. 6 ayda büyümüş, koca tavuk olmuştu. boncuğun büyümesiyle birlikte atillanın mahallede karizması artmıştı. boncuktan ne zaman bahsetmeye başlasa çoğunluk etrafına üşüşürdü. hatta ilerde evleneceğini düşündüğü kız olan güleryüzlü gülbin bile kendisine boncuktan bahsedilmesine bayılır, aynı şeyleri onlarca kez dinlerdi. aşk bu olsa gerekti bildiğin şeyleri sıkılmadan dinlemek...ayrıca gülbin boncuğa yemek vermek için iki kere evlerine gelmişti, birazda odasında oyun oynamışlardı beraber, evcilik....

Güldane hanım yavaşça kalktı yataktan başını alelade bağlayarak balkona çıkıp aşağıya göz attı ''bak aşağıda geziyor. git getir hadi boncuğu'' dedi atillaya. koşa koşa indi merdivenleri. boncuk onu görünce biraz kaçtı ama ondan hızlıydı atilla. yakalayıp eve götürdü. balkona koyup ''bir daha balkondan aşağı uçarsa çok kızacağını, onu mahallenin topal köpeği karabaşın yiyeceğini'' söylerken elinde ki taşı da tehditkar bir şekilde sallamayı ihmal etmedi.

****

…tam beşinci kez okumaya başlıyordu ki yazı silindi, cevap gelmişti.

‘’şimdi çıkmam lazım kusura bakma atilla’’

okuduğunu anlaması biraz uzun sürmüştü, yavaşça ellerimi klavyeye götürdü ''görüşürüz'' yazıp enter'e tıkladığımda ekranda ''iletiniz kullanıcı çevirimiçi olunca gönderilecektir'' ibaresini fark ettiği anda annesinin cırtlak sesini tekrar duyuldu ''hadi oğlum yemek soğuyor...''

mutfağa bir kaç metre kala anlamıştı kokusundan yemekte yıllardır yemediğim tavuk olduğunu. Ve mutfağa girdiğinde her tavuk piştiğinde yaşanan merasim yeniden başladı;

-oğlum hadi bu sefer tavuk ye...
+anne olmaz, tavuk sevmiyorum ben.
-döner yiyorsun ama, bunu neden yemiyorsun??
+nedenini bilmiyorum ama bu şekilde pilav üzerinde sevmiyorum anne, ısrar etme.

***

Atilla merdivenleri koşa koşa çıkmaya başladı. o kadar hızlı koşuyordu ki basamakları üçer üçer çıkan babasını bile geçmişti. ''oğlum yorulmadın mı sen??'' diye bağırdı annesi ve sanki yanında hayali bir sohbet arkadaşı varmış gibi ekledi ''sabahtan beri kızılaydayız. benim ayaklarıma kara sular indi o hala koşuyor…'' aslında o da yorulmuştu ama olsun boncuğu uzun süredir görmüyordu. kapıya varınca sertçe vurmaya başladı ''tak tak tak tak'' birazdan babannesi açtı kapıyı. ayakkabılarını çıkartıp balkona koştu ama boncuk yoktu ''babanne boncuk gene aşağı uçmuş'' dedi babanneside ''evet ben de gördüm ama herhalde yan mahalleye filan gezmeye gitti, aşağı da yok'' dedi. ''akşam ezanı okundu ama, hava karardı niye gelmedi ki daha???'' diye sordu Atilla. ''herhalde birazdan gelir'' dedi güldane hanım. ''peki'' dedi çocuk. ‘’acaba tavukların kulakları nerededir’’ diye düşündü. Eğer eve çok geç gelirse babasının boncuğun kulakları çekmesi gerekirdi ama kulakları yoktu ki??? Yoksa var mıydı??? Dilemmada kalınca babasına sormaya karar verdi…

annesi ve babası girmişti içeri, anne ayakkabıları alırken babası mutfağa girdi ''yemekte ne yaptın anne'' diye sordu. güldane hanım ''pilav'' dedi gözleriyle tezgahın üzerinde duran eti işaret ederek ''yanında da biraz et pişirdim, şu da arttı dolaba koyacaktım.'' ete baktı atilla, kafası pek keskin olmayan bir bıçakla kesilmiş gibi yana bükülmüştü, yoksa??

o akşam pilav üstü tavuk vardı yemekte, herkes yedi atilla yemedi. aslında içimdeki umudu da kaybetmedi, belki de gerçekten yan mahalleye gezmeye gitmişti??? Boncuğun evine bakmak için mutfağın balkonuna çıktığında balkonun taşlarını dikkatini çekti. normalde gri renge sahip olan taşların üzerinde kırmızımsı izler, balkona dökülen suyun aşağı akmasını sağlayan boruya çatlağından su sızdırmasın diye sıkıştırılmış bezin üzerinde kıpkırmızı lekeler vardı lakin yinede umudunu kaybetmedi.

Hem belki de aşağı uçmuş topal karabaş onu yemişti haa?? gerçi yok yok karabaş onu yakalayamazdı ki, topaldı o, ama keşke yakalasaydı. Karabaşın yemesi en azından gözlerinin önünde annesinin, babasının yemesinden daha iyi olurdu.

Atilla o günden sonra pilav üstü tavuk hiç yiyemedi, o günden sonra yanaşmadı yanına gülbin. Duymuştu boncuğun öldüğünü hatta ailesinin onu yediğini. ailesini yamyam olarak görmüş, şuan ölü olan bir tavuk hakkında eskiden beridir dinleye dinleye ezberlediği olaylarını dinlemek istememişti. sanırım gülbin ona değil boncuk'a aşıktı, bir tavuk bile kendisinden daha değerliydi, kızlara karşı güveni kırılmıştı....

***

yemekten sonra bilgisayarın başına geçince diyaliz makinasının henüz çevirim içi olmadığını gördü, ''üff'' dedi ''neden çekingen davranıyorumki kızlara karşı, üff....'