bugün

insanoğlu büyüdükçe, hayatı tanıdıkça, en yakınındaki kişilerden darbeler yedikçe o saf, naif çocukluğundan sıyrılıyor. yerine asık suratlı, somurtmayı ciddiyet sanan mekanikleşmiş yürüyen metabolizmalara dönüşüyor. bugün baktığımızda, çocukluğunda yaptıklarını komik bulmayan pek az kişi vardır. çoğumuz arkadaş ortamında muhabbeti harlamak için "şöyle salaktık, böyle maldık" demiştir. Ama geçmişe dönüp baktığımda karşı cinse yaptığımız kurlar, dinlediğimiz müzikler, anlattığımız fıkraların ilginç bir nostaljisi varmış aslında.

hangi birimiz toprak sahada maç yapıp üzerimizi kirletince, annemizin "akşam babana söyleyeceğim" tehdidi üzerine evde kaçıp, dağlara tepelere vurduğumuzda orada sonsuza kadar kalacağımızı düşünmedik ki? ya da iki sokak ötedeki lunapark'a tek başına gitmek nasıl bir cesaret örneğidir? geçenlerde gazetede okudum, almanya'da biri 6 diğeri 7 yaşında iki çocuk evlenip afrika'ya gitmek üzereyken tren istasyonunda görevlilerce fark edilmiş. sözlükten kaç kız ilkokula giderken evlenme teklifi almıştır kimbilir? belki bugünkü ilişkilerinde bile o sahiplenme duygusu ile karşılaşmadılar, erkek arkadaşları o sorumluluğu almaktan kaçtı. işte çocukken sahip olunan o her şeye kadir olduğu sanrısı çok güzel bir duyguydu. şahsen bu durumu hatırlamama vesile olan olayı paylaşmak istiyorum ben.

büyüdüğüm lojman şehre biraz uzaktı. ormanla, dağlarla çevrili doğayla içiçe bir yerde oturuyorduk. günümün çoğu hem sınıf hem mahalle arkadaşım musa ile solucan yuvası kazmak, karıncaların yuvalarını suyla doldurmakla geçiyordu. bir gün yine sınıftan bir arkadaşımız üfürükçü salih bir çocuğun elinden tutmuş yanımıza geldi. çocuk bizden 2-3 yaş küçüktür. salih'in yüzünde bir burukluk sezdik ve sebebini sorduk. aslında olayı tam hatırlamıyorum, belki o gelip anlatmıştır yanındaki çocuğun hikayesini. salih'in anlattıklarına göre bu çocuğu babası sürekli dövüyormuş, çocukta evden kaçmış. nereye gideceğini bilmiyormuş derken yan evde oturan salih'i görmüş, salihte tuttuğu gibi yanımıza getirmişti çocuğu. ben arkadaşım musa ile çocuğun bakımını üstlenmeyi önerdim. Böyle bildiğin suyunu, yemeğini vericez, yatmadan masallar anlatıcaz falan. toprak sahanın yanındaki çalıları, kurumuş ağaç dallarını bulduk, kurumamışlarını kırdık çer-çöp ne bulduysak çocuğa kolpadan bir tane baraka yaptık.

Bizim işe ciddiyetle sarıldığımızı görünce salih aç karnını bahane ederek evine gitti, nasılsa buldu tabii enayileri godoş.lan salih, sen nasıl gamsız bir adammışsın arkadaş, yaşımıza bakmadan bize böyle bir sorumluluk veriyorsun, bizden en fazla 3-4 yaş küçük bir çocuğun hayatını emanet ediyorsun ve karnının acıktığı bahanesiyle kaçıyorsun bizden. Bu salih müteşebbis ruhunu şeytane satarak, aradan komisyoncuyu çıkaracak kadar gözü kara adamdır. Mahalle ağbiliğine soyunmak için tornet yapmayı önerip, ertesi gün kalktığımda mahallenin küçüklerini parayla tornete bindiren adamdır bu salih.

Neyse konudan sapmayalım, şimdi bugün geriye dönüp baktığımda değil böyle bir işe kalkışmak, şu yaşımda ev hayvanı almaya çekinirim yani. Hele işe resmiyet çerçevesinden baktığımızda 9-10 yaşlarında, gece işemek için annesini babasını kaldıran iki çocuk evlatlık alıyor. bu nasıl bir özgüvendir bu nasıl cesaret örneğidir. sokakta kedi beslesen bir nebze.. hayır çocuktaki alıp başını dağlara taşlara vurma arzusunu bugün banka müdürleri, şirket ceo'ları yapamıyor yani. neyse ben dadıma ekmeğe reçel sürdürüp getirdim, musa evden somyaların eskimiş kırlentlerini buldu, bir tane de atıl haldeki kilimi aldık yeni evimize getirdik (!) çocuğu besliyoruz artık. biz gelene kadarda yavrumuz sağolsun erken yaşta sorumluluğunu almış, etrafı düzenlemiş, taşlardan evin etrafını çevirmiş falan. Bir de baktım ne göreyim, yerden bulduğu yarısı içilmiş izmariti buldu bir yandan yakmış sigarasını bir yandan anlatıyor. aslında ben musa'ya kızıyorum, çok yüz veriyor çocuğa böyle ebeveynlerinin yanında sigara içmek falan, çok yanlış yetiştirdik. neyse efendim ondan sonrasını hatırlamıyorum, zira çocukken yaşanılan bir hikayenin, zihinde sadece anlık görüntü hüzmelerinin olduğu bir durum bu. ama bugün bakıp hala şaşırıyorum, yav sokakta çocuğun biri gelse abi ben evden kaçtım sizde kalayım dese yok sübyancılıkla mı suçlarlar, yok babası-anası çocuğu bende bulunca ağzımı burnumu kırar mı diye evhamlanırım yani.
hayat dersinin alınmadıgı durumlardan birisi olarak nitelendirilebilir. bu olaya halk arasında "pişmemişlik" de denebilir. "toy" kelimeside dolaylı yoldan aynı yola çıkabilir.