bugün

mahallelerde sürekli bir şey moda olmaktadır. atıyorum bir dönem misket moda iken, bir dönem boncuklu tabanca ya da tüftüf moda olabiliyordu. bunun gibi köpek beslemek de zaman zaman moda olmaktadır. mahallenin bıçkın piçleri olan bizler sidik yarıştırır gibi kimin köpeği daha iyi büyüyecek ve daha fazla yaşayacak yarışı yapmakta.

mahallemiz maşallah çocuk yuvası gibiydi ve herkes birbirleriyle eşit yaşlardaydı ve o zamanlar yaklaşık 11-12 yaşlarındayız. o yaşlarda düşündüğüm neden annelerimiz babalarımız hep o dönemlerde sevişip hepimiz aynı yaşta olmuştuk? dünya haritamın mahallenin 4 sokağı ve 2 caddesi olduğumu varsayarsak bu son derece normal. dış dünyaya açıldıkça akran olan insanlar harbiden çok fazlaydı. bu malca düşüncem aklıma geldikçe dizlerimi tokatlayarak gülerim.

neyse...

o sıralar belediyelerin köpekleri zehirlemesi falan modaydı türkiye'de. zehirlemeyi unuttukları köpekler nedense sanki hep bizim mahalleye sığınıyordu... hepsi mahallenin arka tarafına yavrulamıştı. komşumuz olan sosyete serdar oradan bir enik kapıp, boynuna büyük ihtimal annesinin el işi torbasından çaldığı kırmızı nako marka yün iplik takmış sokakta gezdirerek gözleri bile açılmamış hayvana tu kıs kıs yapıyordu. tu kıs kısı geçtim hayvan yürüyemiyordu amk.

serdardan biraz bahsedeyim... kendisine sosyete dememizin sebebi, şerefisizin hep güzel kıyafetleri vardı. önlüğü, çantası, eşofman takımı harikaydı ve götün tam olarak 6 çift falan ayakkabısı vardı. tahmin edebileceğiniz gibi mahallede ilk bilgisayara bu piç sahip oldu ve mahallede 4-5 ay görülmedi.(öldüğü dahi söyleniyordu)

konuya dönecek olursak mahallede bir kutuplaşma başladı. sosyete serkan yandaşları, orta tabaka ve biz fakir tayfa. mahallemizde tam bir kast sistemi var çocukların oluşturduğu. aslına bakarsak hepimizin babası aynı işi yapıyor ve aynı maaşları alıyordu ama o piçler nedense çok lükstü. ya da bize öyle geliyordu.

tüm sınıflar kendine 1'er adet köpek edindi ve mahallede bir yarış başladı. apartman toplantılarında anneler babalar bizim köpek sevdamız hakkında dedikodular yapmakta ve engelleme planları peşindeydi. çocuklarla arası iyi olan ve hiç çocuğu olamayan bekir amca gelip bana şöyle söyledi: "sen ne kadar asil bir babanın evladısın? baban toplantıda herkese seni savundu ve gerekirse o köpeğin en iyisi olması için canını vereceğini söyledi" bunları duyduktan sonra dünyada en sevdiğim insanı utandıramazdım.

sosyete serdarlar baktım derme çatma bir kulübe yapmış marketten aldıkları kartonlarla... mahallede herkes onları konuşuyor. biz ise fakir işi apartmanın önündeki direğe bağlıyoruz falan. benim nefret ettiğim ama kast sisteminin zorla bir arada olmamız için var olduğuna inandığım dişlek hüseyin benimle beraberdi. dişleği gece kaldırıp toplantıya çağırdım...

hedefimiz şuydu; sitenin yaklaşık 100 metre ilerisinde tepede yurt inşaatı vardı oradan tuğla, çivi, çimento ve bilimum inşaat malzemeleri çalıp kendi amerikan tarzı üçgen ve kırmızı çatılı kulübeyi yapmak. hüseyin bu kadar detaya giremememiz konusunda benimle tartışmaya girdi fakat yediğim lapa pilavdan sonra ağzımda biriken jolemsi tüküğürü bir güzel suratına bahşettim. çaresiz "tamam abi" diyebildi. grubumuz 4 kişiydi ve saat geldi toplandık.

geçen senenin modası da walkie talkie telsizlerdi. hepimiz aynı marka almıştık aynı kanaldan konuşabilmek için. neyse piller hazırlandı siyahlar giyildi ve dışarı çıktık. inşaata ulaşabilmek için kapkaranlık bir fındık bahçesinde ilerlememiz gerekiyordu. ben komutan olarak telsizden milleti yönlendiriyorum. neyse inşaata yaklaştık ve malzemelerin yığılı olduğu yere geldik. ben 2 tuğla alabildim sadece. baktım olacak gibi değil kaba taslak hesap yaptım tam olarak 6 defa git gel yaparsak ancak topalyabiliyoruz malzemeyi. sessizce ellerimizde 2'şer tuğlayla inşaata götümüz dönük bahçeye doğru gidiyoruz derken tam grubumuzun ortasına resmen şaak diye projeksiyon tutuldu. bir an gündüz olduğunu düşünüp "oha okula geç kaldım zaten yazılı vardı hofff amk" diye içerlenirken bir tüfek patlamasıyla kendime geldim. birisi megafondan "laaan bırakın onları durun aloo" diye bağırıyor. adam havaya ateş etmiş olacak ki üstümüze saçmalar yağmaya başladı.

o yaşta sanırım geceleri inşaatlarda bekçi olabileceği aklımıza gelmemişti. grubumuzdan birisinin de hiç topu inşaata kaçmamıştı. eğer birisi kestanesini bu uğurda feda edebilseydi, bekçi olayı aklımıza gelebilirdi. dişsiz hüseyin'de aslında o potansiyeli görüyordum... hemen telsizlerden anons geçtim: "arkadaşlar bu uğurda ölmek var dönmek yok! ne yaparsanız yapın bir şekilde canınızı kurtarıp kaçın fakat mahallede herkesi tuğlalarla sağ salim görmek istiyorum!" emrim netti. o tuğlalar lazım ki sosyete serdarın götüne sokabilelim.

anonsumdan sonra herkes bir tarafa dağıldı ama dişlek hüseyin tabi ki her zaman olduğu gibi kıçımın dibinden ayrılmıyor. komutan edasıyla gaz veriyorum diren falan diye koşmaya başladık o sırada derken bir el daha ateş sesi geldi ve dişlek bir tarafa, tuğlalar bir tarafa uçtu. profesyonel bir komutan olarak ruhuna şad edip koşmaya devam ettim. güvenli bir yere saklanıp telsizden acı kaybımızı diğerlerine anlattım ve durum raporu aldım. tek kaybımız bizim dişlekti.

mahallede diğerleriyle buluştuk yuva yapılacak arsaya malzemeleri indirdik. hüseyinin ruhuna dualar okuduk. annesi, babası 3 yıl geçmesine rağmen hala kendisi aramaktaydı. sonra taşındılar zaten...
inanmak istemiyorum şaka ve yazarın hayal dünyası ile açtığı başlık.