bugün

Ayakkabı boyacılığı işiniz gereği aberdeen'e taşınmak zorunda kalmışsınızdır. Orada 2+1 bir daire tutmuş ve yaşamınızı sürdürmektesinizdir. Yaklaşık bir ay geçmiş ve siz şimdiden tüm kente hakimsinizdir. Adınız duyulmuş ve her hafta "haftanın en iyi ayakkabı boyacısı" ödülünü alırsınız. Çünkü şehirde tek seyyar ayakkabı boyacısı sizsinizdir. Her sabah duş alır, ardından kahve ve sigara içerken hep neden bu iskoç şehrinde hiç etekli erkek olmadığı sorusunu sorarsınız.

Yine böyle bir günün sabahında duş almak üzere hello kittyli bornozunuzu alıp banyoya gidersiniz. Bornoz banyoda değildir, çünkü yatarken de evde otururken de onu giyersiniz; hem rahattır hem de daha ucuz, aynı zamanda sürekli sizinle birlikte temizlenmektedir ve hep güzel kokar. Banyoya girip duş telefonunun altına geçer ve gözlerinizi kapatıp musluğu çevirirsiniz. ilk saniyelerde hep soğuk aktığından kendinizi hazırlarsınız titremeye. Ne var ki duş telefonundan hiç su gelmemektedir. Siz o anda sezersiniz ki su tesisatında bir arıza çıkmıştır. Nereden ve nasıl sezdiğiniz saçma bir sorudur, zira sezgi zaten aniden ve dolaysız olarak kavramaktır.

Bu, durumla alakasız düşünceyi bırakıp iki blok ötedeki tesisatçıya gitmeye karar verirsiniz. Ama daha önce telefonu çıkarıp hazır zaman varken teksas'taki sevgiliniz, carol'ı ararsınız; telefon açılır:
- merhaba, carol.
- merhabaa, sesini duymak çok iyi oldu bu saatte.
- evet, su tesisatımda bir sorun var. Duş alamadım. Tamirci getirmeye gitmeden önce bir arayayım dedim.
- oww, benim düşünceli sevgilim, ben de husserl'den "fenomenoloji üzerine beş ders"i okuyordum, baba natüralistlere sokuyor çıkarıyor.
- öyledir, üstad. Hele şu dünyayı psiko-fizik olarak görmek üzerine eleştirisi... Hahaha
- evet ama sevgilim. Şimdi kapatmam gerek.
- hey, neden? Carol?

Telefon kapanmıştır. Siz de zaten neredeyse tesisatçının önüne gelmişsinizdir. Telefon olayını düşünmeyi bırakırsınız, zira hayatı farklı kulvarlarda yaşamaktan yanasınızdır.

Dükkana adım attığınız anda kulaklarınızı tırmalayan sessizlik size orada kimse olmadığını anlatmaktadır. Oradaki boş tabureye oturup beklersiniz, hemen hemen bir buçuk saatçik sonra içeri pos bıyıklı, seksi bir amca girer. O da en az sizin kadar şaşkındır içeride kimse olmamasına, sizden farklı olarak kızgındır da. Siz, bu kızgınlığından dolayı onun, o dükkanın sahibi olduğunu ve elemanının ortalıkta olmadığına sinirlendiğini anlarsınız. Onu sakinleştirmek için "bayım, pratik yasa ve maksim arasındaki farkı biliyor musunuz, yarın ödevim var da" diye sorarsınız. Adam birden hareketlenir ve koşara içeri girip elinde bir kitapla döner.

- bak, yavrucum; oku da gözünün önüne bak, bak biz okumadık böyle tesisatçı olduk.
- peki, amca.
- affedersin evladım. Bilinç-dışı devreye girdi, başka bir şey söyledim yanlışlıkla. A bak, bu olay aslında "düşünüyorum, o halde varım" önermesini değiller niteliktedir. Zira insan düşündüğünün farkına vardığında var değildir, descartes'ın bu kesinlik arayışı bunu gözden kaçırmAsına neden oldu.

- amca, pratik yasa...

- ah. Kusura bakma, evladım. Bak, pratik yasa bir durumda öznenin yaptığı eylemin, zorunlu olarak herkesin yapacağı eylem olmasıdır. Maksim ise, bir durumda yapılan eylemin özgürce seçilmesi ve o eylemin herkes için bir ahlak yasası olmasıdır.

Tam sözünü bitirmişken dükkanın arka tarafından bir öksürme sesi gelmiştir. Siz içinizden "benim carol'ımın öksürüğüne ne kadar da benziyor" diye geçirirken, amca "carol!!! Buraya gel çabuk" diye seslenir.

Şaşkınlıktan küçük dilinizi kusmuşsunuzdur. Sevgiliniz carol'ın burada ne işi olduğunu anlayamaZsınız. O arada amca "evladım, carol gitsin seninle, arızaya baksın. Hadi carol" der. Siz sevgiliniz rencide olmasın diye çaktırmazsınız, "tamam, amca sağ ol" diyerek dükkandan çıkarsınız.

3 dakika kadar yürümüşsünüzdür ama ikinizin de ağzı açılmamıştır. Siz carol'ı teksas'ta mermercilik yapıyorken bırakıp buraya gelmişsinizdir ama o her nasılsa burada tesisatçıdır.

Evin kapısını açıp içeri girersiniz. Birden öpüşmeye başlayıp cinsel seks ettikten sonra carol üzerini giyinip işe koyulur. Siz, o tamiri yaparken alet çantasından onun istediği aletleri verirsiniz. O istediği aleti aldı aslında ama. Şşt terbiyesizleşmeyin, tanrısal bakış açısı, her şeyi bilebiliyorum.

Tam 10-11 anahtarı ona uzatırken o biraz daha eğilir. Ve kuyruk sokumunu görürsünüz. Bakmak istemezsiniz ama orada bir yazı çok ilginizi çekmiştir. Heceleyerek okursunuz: hume un çat.. Çatalı. Siz okumayı bitirir bitirmez o aniden ayağa kalkar ve "Açıklayabilirim, lütfen" der ağlamaklı ses tonuyla. Siz kafanızı yazıklar olsun sallamasıyla sağa ve sola sallarsınız. "Tüh sana hemi!" Dersiniz. Carol, "aşkım, dur. Babam kocam olsun ki açıklayabilirim" der. Siz adil ve makul bir adam olduğunuzdan "açıkla bakalım" dersiniz. Carol başlar:

şimdi bak, hume'a göre yalnızca ve yalnızca iki tür önerme vardır. Bunlardan birisi matematik gibi ispatlı kesinlik taşıyan önermelerdir. Diğer tür önermeler ise deneylemeye muhtaç olan önermelerdir. David hume'a göre bu iki önerme dışında başka bir önerme yoktur. Bu iki seçenek zorunlu olduğundan buna "hume un çatalı" denir.

Siz bunu Zaten biliyorsunuzdur. Ondan açıklamasını istediğiniz şey "neden bu dövme, neden dasein ya da varlık vb. Şeyler değil de bu lanet yazı" olduğudur.

Carol, Sizin içerisinde bulunduğunuz buhrandan habersiz bakarken gözlerinize, bir off demesiyle söner onun için yanan aşk ateşiniz. Ona çevirip yalnız ona bakmak için var olan gözlerinizi, şu üç kelimeyi döker onun adını damgaladığınız diliniz: akp döneminde yaşanmıştır.

Ardından hemen tezgahın üzerindeki çantanıza hello kittyli bornozu ve pembiş boxerınızı koyup terk edersiniz binayı. Ama terk edilen bu bina, çevreleyen-dünya-içinde-olmaklık açısından aslında carol'dır.