ilk bakışta anlaşılamayan azamettir. açıklayalım.

önce problemin tüm parametrelerini izah edelim. çıkamadığı saray, halkın %60 ının (şaka değil) sıtmalı olduğu ve sefaletten kırıldığı bir dönemde dış borç ile yaptırılmıştı. (bu dış borç 1954'e kadar ancak ödenebildi)
çıksa da fazla uzağa gidemezdi çünkü duyun-u umumiye (Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa idaresi, Osmanlı imparatorluğu’nun dış borçlarını ödemesi için 1881’de kurulan kurumdur. Düyunu Umumiye’nin yönetiminde ikisi Türk, birer ingiliz, Fransız, Alman, Avusturyalı ve italyan toplam 7 kişi bulunuyordu.Devletin en önemli gelir kaynakları dış borçlara karşılık bu idarenin yönetimine bırakılmıştı.) benzin ve otomobil kullanımına kısıtlama getirmişti. yani sultanımız o kadar azametliydi ki izin almadan kendi otomobiline binemezdi.

korku öldürülme korkusudur. kendi halkı, kendi aydınları kendi askerleri tarafından öldürülme korkusu. günümüzde birinin korkusuna ne kadar da benziyor. başkomutan falan diye yalakalık edecekken bir öğreniyorlar ki selamladığı tören kıtasının bile şarjörlerini boşalttırıyor. çünkü korku dağları bekler. 20000 kouma polisi ve taburu olmadan cuma namazına gidememek... ben şahsen azameti iliklerime kadar hissettim.

o zamanlar başkent olan istanbul'un yeşilköy semtine gelip, çöreklenip, anıt dikmeye kalkan rusları bile kovamayacak azamet herkeste bulunmaz. bu yüzden sonuna han eklemek lazım. ama unutmamalı; iş hanı var ya, o daha çok handır bu arkadaştan.

azamet konusunda son olarak şunu söyleyeyim; o kadar azametli ve öylesine büyük bir cihan hükümdarıydı ki kaybettiği topraklar üzerine 11 ülke kuruldu. kanını canını veren şehitleri hiçe sayarak kıbrıs adasını ingilizlere peşkeş çekti.

azamete bak be! hey yavrum! bu arada kendisi de ümmet lideriydi. iki defa meşrutiyet görmek nasip oldu. işte bunlar hep azamet.

selam ve azamet ile.