bugün

insan meraklarıyla doğar. Yaşama yeteneği kazanabilmesi ve sonrasında yaşamanın hakkını verebilmesi için o meraklar içine konur. O meraklarla hayatı tanır, konuşmayı, yürümeyi öğrenir. O meraklarla annesini babasını bilir, ülkesini milletini bilir, nereden gelip nereye gittiğini bilir. Kim olduğunu, dünyada ne için bulunduğunu bilir. Meraklarının içine düşürdüğü sorulara bulduğu cevaplarla kendine bir istikamet çizer. Doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü, yalanı ve gerçeği tespit etmeye çalışır.

Meraklar, zihne düşen kurtçuklardır. insanı aramaya ve öğrenmeye sevkedebilirlerse eğer, bütün o küçük muamma kozalarından ipek dokunabilir. Buna karşılık bütün o kurtçukları kendi egosuyla doyurmaya kalkarsa insan, içten içe kemirilir, günden güne tüketilir de farkına varmaz.

insan fiziki anlamda mesafe almak için nasıl adımlarını birbiri ardına atmak mecburiyetindeyse; kişiliğini inşa etmek, tekâmül etmek, olgunlaşmak, duygusal ve zihinsel manada mesafeler almak için de öyle kalbî ve zihnî adımlar atmak mecburiyetindedir. Buna çok genel bir tarifle öğrenme gayreti diyebiliriz.

Eskiler bilginin esasen insandan insana intikal ederek hayatiyetini sürdüreceğine inanırlardı. Kitaplar bir araçtı, hatta söz bile öyleydi. Önce bir insan diğeriyle bir araya gelirdi. Öğrenmek isteyen, öğretmeyi haiz olanın dizinin dibine otururdu. Nefsinin sesini susturur, can kulağını açardı. Öğreten için öğretme mesaisi, bilginin gerçek sahibine duyduğu hayranlığın yaşayanlara tercümesiydi. Öğrenen içinse bir kutlu yolculuktu öğrenmeye adanmış bütün bu zaman; hayatını, kendi benliğinin dar sınırlarında hapsolmaktan kurtaracak bir büyüme, çoğalma ve genişleme imkânı...

Devir değişti. Yine meraklarıyla doğuyor çocuklar. Konuşmayı, yürümeyi yine meraklarıyla öğreniyorlar. Tabiatları gereği hayatı anlamaya, anlamlandırmaya sıra geldiğinde, yani sorular sormanın zamanı geldiğinde, hazırdan öyle bir cevap bombardımanına tutuluyorlar ki tarumar oluyor, kuruyup gidiyor kendi öz merakları. Sonra ne oluyor? Öğrenme ihtiyacının yerini bilme gururu, öğrenme gayretinin yerini bildiğini satma ihtirası alıyor ister istemez. Ergenliğe erişmeden, hayat, insan ve geri kalan her şey hakkında hem zihninin, hem duygularının "tamam" olduğunu vehmediveriyor acemi benlik. Öğrenmeye de, hayat yollarından kendisinden önce geçmiş bir başka insana da, birinin dizinin dibine oturma terbiyesine de ve aslında bilginin kendisine de asla ihtiyaç duymayan milyonlarca tek tip sıradan ego. Kendi sınırlarının ve arzularının bilgesi olmakla ancak cahil olunacağını fark edemeyen bencillik dağları... Herkesin her sorulan soruya, konu ne olursa olsun tek bir an tereddüt etmeden saatlerce cevap verebildiği, dişe dokunur tek şey söylemediği halde her itiraz edene horozlandığı kifayetsiz muhterisler denizi. Fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olmaya, bilgi sahibi olmak için öğrenmeye ihtiyacı olmadığını düşünebilecek sığlıkta bir zihinler atlası... Buldukları her boşluğa zirve yapmış egolarını kusan cehalet numuneleri ve buna karşılık ömürlerini adayıp öğrendiklerini susmaya mahkûm gerçek bilgi sahipleri...

O gerçek bilgi sahiplerinden biri değilim yazık ki! Meraklarını taze tutmaya çalışmakla yorulan biriyim ben. Azıcık da olsa meraklarınızı korumuş, kendini şişirmekten dünyayı göremeyen o şişko kurbağalardan biri olmamışsanız, emin olun sizler de benim gibisiniz. Tek bir tutamağımız var bizim: Cehaletin her yeri saran bu hoyrat gürültüsüne karışıp giden gerçek bilgi sözcüklerini kaçırmamak için can kulağımızı daima açık tutacağız.

(bkz: gökhan özcan)