bugün

hakan bicakci siklikla tanik oldugumuz bi durumu dile getirmis, araci olalim:

'Kendini aşırı önemseme çağının gıcıklandırılmış cümle kalıplarından biri de "Ben ... bir adamım." Kesin duymuşsunuzdur. Hatta belki kendinizden bile duymuşsunuzdur. Daha ender de olsa bunun bir de kadın versiyonu var: "Ben ... bir hatunum." Noktaları atıp birkaç örmek vermek gerekirse: "Ben kıskanç bir adamım." "Ben heyecanlı bir adam değilim." "Ben de sonuçta hareketli bir hatunum." içim kıyıldı daha fazla devam edemeyeceğim.

Dile yeni bulaşan bu kalıp, zihne yeni sızan bir virüsün dışavurumu. Kendini gereksiz yere, fazla ciddiye alma virüsünün. Altı boş özgüven dediğimiz fenomenin. "Ben sinirliyimdir" demiyor adam, "Ben sinirli bir adamım" diyor. "Canım arada ne fark var?" demeyin. Biri kendini anlatıyor diğeri kendini satıyor. Biri kendi hakkında bir bilgi paylaşıyor, diğeri kendini etiketleyip vitrine koyuyor. Ağzında kendini "adam" yerine koymanın yoğun aromasıyla... Bu kalıbı kullanan kendini olduğu gibi değil, bir film karakteri gibi sunuyor. Günlük konuşmada yeri olmaması gereken ancak uyduruk bir Amerikan filminin fragmanında karşılaşılacak türden bir cümle çünkü bu, "O sinirli bir adamdı."

Neyse, asıl paylaşmak istediğim geçen gün duyduğum başka bir cümle. Kadıköy’de bir köftecide yanımdaki masaya bir çift oturdu. Konuşmalardan yeni tanışıldığı belli. iki taraf da kendini en iyi biçimde sunma telaşında. Biraz sonra garson siparişlerini alırken ortaya piyaz isteyip istemediklerini sordu. Adam karşısındakine baktı, kadın kararsız. Bunun üzerine adam kadına bakıp edalı edalı "Ben piyaz seven bir adam değilim" dedi. Ve yeşil salata söylediler. Onlar sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler. Ben bir süre kafamda bu cümleyle dolaştım: "Ben piyaz seven bir adam değilim." Piyaz sevmek gibi alelade bir durum bile bu çakma-epik söylemin tercüme kokan dilinde karşılık bulabiliyordu demek. "Piyaz seven bir adam" ne be babacım? Galiba tatlı tatlı kafayı yiyoruz kendimizle.'