bugün

normal bir cumartesi gecesiydi. evde televizyon açıktı, müzik klipleri ardı ardına geliyordu. dışarıda ses seda yoktu, öğrenciydim, evde yalnızdım, cep telefonu çalmıyordu, ne arayan vardı ne de soran. aynı yalnızlıktaki glasgow rangers ve lazio takımlarının posterleri bana bakıyordu, ben onlara bakıyordum, kötü bir sezon geçiriyorlardı benim gibi. championship manager açıktı, rommedahl ortalıyor, fabio atıyor, kazanıyorduk. yine de sıkılıyordum yani, öyle böyle değil.
kanalı değiştirdim ve okan bayulgen' in televizyon makinası çıktı karşıma. güzel bir hanım kızımız şarkı söylemeye başlayacaktı ki, miyavvv diye bir ses geldi. bir an ürktüm. sonra yine, yine, yine... susmuyordu kedicik, sokaktaydı, yavruydu belli ki, üşümüştü, açtı. kendime kızdım, kaloriferin sıcağına ayaklarımı uzatmış, oyun oynayıp televizyonda zapping yapıyordum boş beleş. o ise kendine sıcaklık arıyordu.
üstüme bir şeyler alıp dışarı çıktım, sokak kapısının yanındaydı, elimi uzatmamla koşturması bir oldu. bembeyazdı, boncuk gözleri ürkekçe bakıyordu. eve döndüm, bir kavanoz kapağına süt doldurdum ve sokak kapısının yanına bıraktım. çöktüm ve beklemeye başladım, çok geçmeden ağır adımlarla geldi, küçük dilini süte uzattı, arka arkaya yaladı. gülümsedim, evden ve aileden çok uzakta, yabancı bir şehirde yapayalnızdık ikimiz de. ellerimi uzattım, patilerini uzattı, kucağıma aldım, okşayarak eve götürdüm, gazete kağıdı ve birazcık yemek koydum köşeye, kaloriferin dibiydi zaten, mışıl mışıl uyudu. adını karbeyaz koydum, ertesi gün de kar yağdı. ya sokakta bıraksaydım? donardı yavrucak. huzurla uyudum sonraki birkaç gün. neden sonra birbaşka beyaz ve büyük kedi çıkageldi, gözlerime yalvarırcasına bakıyordu, pencerede, kucağımdayken. bıraktım, annesine koştu hemen. gitmelerini izledim, hem annesini bulmasına seviniyor, hem de gidişine üzülüyordum.
tanım kasarsak, dışarıda donmasına ve açlıktan tükenmesine izin vermeden kediciği evin sıcağına alıp onu doyurmaktır.