bugün

Yeraltı dünyasının aydınlık stinx nehrindeyim, buraya mitolojide ölü ruhların nehri deniyor ama hep yanlış anlaşılmış bir yer burası. Ölen ruhların değil, kayıp çocuk ruhlarının mekanı. Etrafı beyaz köpük şeklinde ağır ağır akan su duvarları ile çevrili uçsuz bucaksız bir yer, zemindeki su, beyaz kumlar gibi akışkan; üstünde yürüyorum. Heryer sütliman,burada zaman yok, herşey durgun ve sakin.

Bu sonsuz büyüklükteki yerde refakatçileriyle gezen küçük çocuklar var. Bir çocuğa yaklaşıyorum, refakatçi kadın çocuğu elinden sımsıkı şevkatle kavramış bana 'sus' diyor; 'sus, sakın konuşma. O seni duymamalı, görmemeli.' Çocuk ise refakatçisine hafızasız masum bir gülümsemeyle bakıyor, onu annesi sandığını anlıyorum. Çocuğun gözleri boş, sular gibi dingin.

Sonra geri dönüyorum. O gördüğüm çocuk hiç iyileşmeyecek, yemeğini diğer çocuklar gibi kendi yiyemeyecek, konuşup cümle kurmayı beceremeyecek, çünkü beyninde doğuştan değil, geçirdiği hastalıktan kalan bir hasar var.

Bilinci alt dünyada refakatçisinin yanında; refakatçisi sarsılmaz bir inanç ve şevkatle onu koruyor, ona bakıyor. Çocuğu zorla alıp geri getirmek ölümüne neden olacaktı, bu sebepten refakatçi beni nezaketle engelledi.

Bir kaderi değiştirmek imkansızdır.