bugün

sene, zaman kavramının keşfedilmediği bir zamandı. adı israfildi. israfil suudi arabistan'ın riyad kentinde asgari ücretle, sigortasız çalışan bir babanın oğluydu. aslında hiç istenmeyen bir çocuktu. babası prezervatif parasını biraya yatırıp aynı gece annesine kayınca olanlar oldu. annesi ile babasının günahı olarak dünyaya geldi.

henüz çocuk olduğu dönemlerde babasının eve sarhoş gelip annesi ile ringde boks yapan iki sporcu gibi kavga etmeleri sonucu şiddet ile tanıştı. ara sıra babasını sarhoş yakalayan israfil bu durumdan faydalanarak babasına tekme tokat dalardı. babası çocuk işte deyip oğluna yumruklarla karşılık verirdi. mutlu mesut bir hayatları vardı. ara sıra evde bıçaklama gibi durumlar olurdu ki bunlar hayatın rutinliğine eğlence katan aktivitelerdi. hepsi çok mutluydu hayatlarından. taki o büyük ekonomik krizle karşılaşıncaya kadar. sert kışların yaşandığı, eksi elli dereceye varan soğuğa rağmen babası hal de muz sandıklarındaki böcekleri temizleyerek aldığı yüroları oğluna ve eşine koklatmadan alkole yatırmak için gece gündüz çalışırdı. evde yalan rüzgarı esmeye başlamıştı artık. marimar binbir türlü entrikalar, dalavereler çevirmeye başlamıştı.

israfil suudi arabistan çöllerini kasıp kavuran bu ekonomik krizin fakında olacak ki babası bir gece eve sarhoş geldiğinde oturup konuşmak için telefonla arayıp randevu aldı. baba randevu saatini vererek salonda toplantı yapmak istediklerini israfile bildirdi. israfil odadan salona geçerek babası ile el sıkıştıktan sonra köşede duran deri koltuğa oturdu. babası israfile, ''ekonomik kriz kapıda, bütçede kısıtlamaya gitmemiz lazım. acil önlem paketini meclise sunup krizden en az hasarla çıkmamız lazım'' dedi. israfil siki taşşağına denk bir şekilde babasına tebessüm ederek sehpanın üzerinde duran viski bardağını eline alıp, kübadan sipariş verdiği purosunu ateşledi ve babasına, ''babacığım, babacığım merak etme sen, kriz bizi teğet geçecek, krizden en az seviyede etkileneceğiz allahın izniyle'' dedi babasının gözlerindeki o umutsuz bakışa rağmen. babası, ''nasıl olacak amk'' diyerek olayın bütün dramatikliğine son veren o soruyu sordu. israfil babasının o şefkat dolu sorusuna karşılık olarak, ''babacığım ben de çalışmak istiyorum, ayakkabı boyacılığı yaparım, simit satarım, mendil satarım senin sırtındaki yükü azaltırım'' diyerek babasının tekrar o dramatik havayı yakalamasını sağladı. babası başını iki elinin arasına alıp mahsun kırmızıgül'ün daye daye tikimane şarkısı eşliğinde ağıtlar yakmaya başladı. babasının bu durumuna üzülen israfil ayağa kalkarak yaşlı gözlerle kollarını açarak babasına sarıldı. o anda kapıdan evin hanımı bunları sarmaş dolaş görünce kocasına dönüp, ''allah belanı versin senin, bunuda mı yapacaktın bana'' diyerek ağlaya ağlaya toplantıdan ayrıldı. karısının bu durumunu gören kocası odaya gidip yataş marka yatağın üzerinde ağlayan karısına, ''karıcığım, canım, bitanem sen bizi yanlış anladın biz sadece arkadaşız ve bu bir iş toplantısı'' diyerek teselli etmeye çalıştı. karısı zaten salak olduğu için hemen kandı bu duruma ve kumsalda ibrahim tatlısesin hülya avşara kavuşma sahnesinde olduğu gibi koşa koşa birbirlerine sarıldılar ve o gün öyle bitti.

ertesi gün sabah namazından sonra ailecek kahvaltı etmek için masaya oturdular. israfil çalışmak istiyordu ekonomik krizden dolayı. kendi okul masaflarını karşılayabilecek kadar ekonomik özgürlük istiyordu babasından. babası, '' hayır sen okumalısın'' diyerek sadece okul masraflarında biraz kısıtlama yapacağını söylüyordu israfile. o güne kadar fakirlikten dolayı okula beslenme çantası götürmeyip kantinden hamburger yiyen, diğer arkadaşlarının aksine doğan görünümlü şahinle değil de mercedes e-250 kompresör ile okula giden israfil bu durumdan bayağı şikayetçiydi. ama yapacak bir şey yoktu. bunun adı hayattı ve hayat çok zorlu bir mücadeleydi.

israfil kafasına koymuştu. bir şeyler yapmalıydı. ne yapmalıyım diye düşünürken birden aklına bir fikir geldi. tabiri caizse ak parti'nin ampullerinden biri israfilin kafasının üstünde yanıp sönmeye başlamıştı. ampuldeki bu yanıp sönme, cılız ışık, aslında pek parlak fikirler olmadığının belirtisiydi. biraz daha bekledi ve istediği şey oldu. ampul artık bakılamayacak derecede parlıyordu. ve aklına gelen fikir italya'nın floransa şehrine gidip sokak şarkıcılığı yapmaktı. ilk okulda aldığı flüt derslerinde sınıfın en iyileri arasındaydı. bunu iyi değerlendirmeliydi. çünkü israfil bir sike yaramaz flüt çalmaktan başka. oturtacaksın bir köşe başına, inleyen nameler çalacak.

kafasında bu fikrin belirmesi ile yüzü güldü. çünkü sokaktan gelen para ile ailesine bakabilirdi. bu heyecanla eureka eureka diye bağırarak eve doğru koşmaya başladı. yoldan geçenler, ''sezercik kafayı yedi, vah vaaaahh'' diyerek şaşkınlıkla israfilin arkasından bakakaldılar.

israfil eve vardığında bavulunu hazırlamaya başladı. koluna takacak sevgilisi olmadığı için burberry marka çantasını alıp kimseye gözükmeden evden sıvıştı.

israfilin evden çıktıktan sonra yapması gereken tek şey kalmıştı. ilkokulda müzik dersine giren rönesansın ünlü flütçülerinden raffaello santiye ulaşmaktı. bu düşünce ve heyecanla rafaeli aradı ve yanına gelmek için hocasından izin aldı. artık her şey tamamdı. ilk uçakla italyaya uçması gerekiyordu. sabiha gökçen havaalanına giderek cam kenarından bir bilet ayırttı. her şey tamamdı artık.

öğleden sonra bavullarını uçağa yerleştirerek cam kenarından ayırdığı koltuğa oturdu. uçak havalanmaya başlamıştı. uçak yükseldikçe israfilin kafasında da düşünceler belirmişti. geride bıraktığı gözü yaşlı anası ve siroza yakalanmış babası. bu düşüncelerle birlikte gözlerini kapattı ve uyumaya başladı.

uçağın tekerleklerinin yere değmesi ile uykusundan sarsıntılı bir şekilde uyanan israfil geldiklerini anlamıştı.

uçaktan indiğinde müzik öğretmenini karşısında buldu. o sevinçle birbirlerine sarıldılar ve rafaelin evine gitmek için taksi tuttular.

eve vardıklarında israfil olayı bütün detayları ile rafaele anlatarak bir an önce işe koyulacağını belirtti. rafael yemekten sonra floransa belediyesine gidip ona bir caddede flüt çalması için kiralık köşe başı ayarlayacağını belirtti. yemeği yiyip biraz kestirmek için israfil kanepeye uzandı. rafael de belediyeye gidip ona bir yer ayarladı.

diğer taraftan arabistanda israfili havaalanında gören bir tanıdığı olayı israfilin annesine haber vermişti. kadıncağız oğlunun evden ayrıldığını duyduğu andan on saniye sonra kansere yakalanmış, john hopkins hastanesine kaldırıp kemoterapi tedavisine başlanmıştı. zaten siroz olan baba her iki üzücü haberi aldığı anda siroz krizi geçirerek hayata gözlerini yummuştu. israfili havaalanında görüp kadına haber veren aynı kişi kocasının öldüğünü hastanede kemoterapi gören kadıncağıza anında ulaştırarak kadınında ölmesine sebep olmuştu.

arabistan bu haberlerle çalkalanırken israfilde ilk iş gününe başlamıştı. henüz öğlen olmasına rağmen bayağı para kazanmıştı. zaten ailesine iyi bir yaşam sunmak için onlardan ayrılma durumunda kalan israfil öyle efkarlı çalıyordu ki, dinleyenlerin ciğerlerini dağlıyordu resmen. hele ki ibrahim tatlısesin anaaamm anaaaammm, garip anaaaamm şarkısını flütle çaldığında bütün floransa ağlamaya başlamıştı.

israfilin akşama doğru gülerek üstüne doğru gelen biri dikkatini çekmişti. sanki bir yerden tanıyordu onu. evet evet tanıyordu. bu aynı semtte oturdukları hayriye hanımdı. ne işi vardı acaba orada? hayriye suratında o sikimden tebessümle israfile yaklaşarak, ''nber lan dürzü'' diyerek selam verdi. israfil, ''iyi hayriye teyze. saol. senden ne haber'' diyerek selamına cevap verip peşinden hayatı boyunca pişmanlık duyacağı diğer soruyu sordu. senden ne haber?. hayriye, ''ben iyiyim ananla baban dün öldü'' diyerek peşinden yavşak yavşak gülmeye başladı ve arkasını dönüp arabistana dönmek için yola koyuldu. yok koyulmadı. daha israfilin ölmesini bekleyip haberi arabistandaki diğer akrabalarına iletip onlarında ölmesini sağlayacaktı. kadın tam bir psikolojik tetikçiydi.

israfil olayı duyduğunda vitesteki arabanın marşına basılmış gibi sarsılarak yere yığıldı. ölmek üzereydi artık. son kez flütü ağzına götürüp çalmaya başladığında yerle gök sarsıldı, bir çığlık, bir çığlık ki aman allahım sormayın. olayı duyan hocası rafael, israfilin ağzındaki flütü almaya yeltendi ama israfil direndi. rafaelin son bir hamle ile ile birlikte ağzından çıkan, ''ver lan şu flütü amına koduğumun çocugu hepimizi öldürmeye mi çalışıyorsun'' cümlesine karşı israfil direnememişti. ama söyleyecek son bir şeyi vardı. o da şuydu;

''şimdi beni iyi dinleyin göt verenler. şu an bu flütü çalarak sistemin, kapitalizmin, sizin, hepinizin amına koyardım ama dua edin hocam rafael santiye. o olmasaydı hiç biriniz sağ çıkamazdınız bu dünyadan. ama henüz bitmedi. belki ölüyorum ama daha sağlam bir plan yapıp geri gelicem. taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayacağım. bu kulağınıza küpe olsun. biliyorum aranızda ergenekon savcıları var ama boşuna uğraşmasınlar. ben ak parti ile gülen cemaatini bitirme planı yapmıyorum, dünyayı bitirme planı yapıyorum. ben şimdi gidiyorum. kendinize iyi bakın. her şey gönlünüzce olsun. sizi seviyorum, flütümü de tabi.'' diyerek hayata gözlerini yummuştur.

çok önemli bir not: ergenekon savcıları israfilin dünyayı yok etme planını araştırmak için biraraya geldiler. savcılar israfilin planında nasıl bir ezgi kullanacağı üzerine çok önemli araştırmalar yapıyorlar.

kaymak: sikiwerdi.