bugün

geceleri severim. her tarafa karanlık hakim olur. cisimleri yansıtabildikleri kadarıyla tanımakla yetinirsiniz. hele ki mükemmeliyetçi bir insan iseniz bu durum sizin için daha elverişlidir. çünkü karanlık ayrıntıları saklar; içinde şeytanın gizlendiklerini dahi...

beyaz-sadelik (masumiyet)

başta ateşle barut yanyana durabilirken ne olmuştu da gelinmişti bugünlere? herşey nobel'in suçu muydu?

ışık her zaman kendini göstermek ister, kabına sığmaz. başta kaçmayı ne kadar denediyse de ışık'ın inanılmaz cazibesine karşı koyamamıştı. uzaktı o ;birkaç yaş, beden, büyük. genç bir fidanın kuzeyindeki yosunlar gibi erkendi ve sen o'nu ne kadar keşfetmeye kalkarsan o kadar tatla karşılaşıyordun; acı, tatlı, ekşi, tuzlu hikayeler...
bir erkeğin karşı koyamayacağı kadar renkliydi içi ve türlü eğlenceli, keza küçük bir lunapark. onlarca çeşite rağmen bir eksiği vardı ve eksikler beyin'in aradığı...

iki masum yürekti onlar ve likenlerini bir seviyede tutmayı başarıyorlardı. ışık olanca rengini sunarken beyin'e, yalancı renklerini keşfetmeyi; beyin ise renklerle beraber gerçeği ayırdedebilmeyi de öğreniyordu. ateşle barutun tepkimesiz kalamayacağını düşünenler beyin'in ışıldadığını düşünürken ışık, beyin için cazibesini yitiriyordu.

sarı-geçiş (hazırlanma)

insanın neden canı sıkılır? her zaman yaşanan tat neden bazen eksik gelir? elindeki kumandanın ışığının sönmemesinin, aynı sayfanın tekrarlanca okunmasının, basit bir akorun bir türlü atılamamasının, hikayeye bir türlü giriş yapılamamasının nedir sebebi?

aslında her zaman olanın o anda olmamasıdır sıkıntının nedeni. bu yüzdendir ne çok değişik aktiviteler yapsakta sıkıntımızın geçmemesinin nedeni.

her zamanki saatte uyanıp, hazırlanıp, durağa çıktığımızda, bazen her zamanki saatte gelen otobüs gecikir. her zamanki insanlarla dolu otobüse binip, her zamanki koltuğa oturup, her zamanki saatte varırız. aslında gecikmesekte ofistekilere/okuldakilere gecikmiş gibi davranırız; bu canımızı sıkar. aynı otobüs normal koşullarda gelir, o insanları göremezsek veya o koltuğa oturamazsak yine geciktiğimizi düşünür canımızı sıkarız ama her zamanki saatte orda oluruz. gerçekten geciktiğimizde ise bunu anlatmaya yüzümüz olmaz, çünkü olağanüstü koşul masumiyetimizi normal koşullarda tüketmişizdir. hayır, deli değilim, sadece boğuldum...

sigara varken çakmak, çay varken şeker, rakı varken meze, hastalık varken tedavi, özlem varken kavuşma, ölüm varken tarih yoksa, sıkılırız. işte budur sıkıntının sebebi: eksik birşeyler... bazen bu eksikler o kadar derindedir ki bulamayız, geçmez sıkıntımız.

ışık'ın hayatından çıkan beyin gibi...

turuncu-hareketlilik (yükseliş)

irkilmişti. bu ses, tanıdık, yaşanmış, paylaşılmış bir sesti. döndü ve sesi tekrar duydu: "ışık!". işte o karşısındaydı ve gözlerinin içine bakıyordu.

-"merhaba ışık, nasılsın?"

önce o ana caddedeki binalar yokolmuştu birer birer. sonsuz bir yeşillik sarmıştı etrafını ve uçuşan kelebekler.

sonra o liseye gitti. okul kıyafetleri ile kol kola gezen çifti hatırladı. asla tepkime vermeyen ikiliyi. o masumiyetin içinden filizlenen arkadaşlık fidanlarını.

içindeki eksik geldi aklına, birkaç saniye önce kaybolan eksiklik. ve o her zaman gülen gözler. kayboluşun, tekrar geri dönmesi niyetiyle, yolunu ıslatan gözyaşları ve papatyalar...

-"merhaba beyin." diyebildi sadece.

kırmızı-erotizm

"insan bazı şeyleri doğuştan öğrenebiliyormuş; ilk defa yapsada yolunu yordamını bulabiliyormuş"

öpücükleri göbekten aşağıya inerken bunlar döküldü ağzından ışık'ın. bir an duraksadı, gözgöze geldi ve devam etti.

o ise kısa süreli şokundaydı hala. küçük, muzip kızı ilk defa bu kadar kadınsı görüyordu. gözlerinin iki yanından dökülen saçları, kısık bakışları ve derinliğe saplanıp batmış anlamsız gözleri ile hayal edebileceğinden çok daha güzel gelmişti gözüne.

her dokunuşunda kıvrılan vücudunun perdelediği yüzü o'na inanılmaz mutluluk veriyordu. "şu aptal süreç olmasaydı, şu anda tanışsaydık... " diye geçiriyordu içinden.

gözler, dudaklar, göğüsler aynı hizayı aldığında ne yaptığının, niçin yaptığının, doğru mu yoksa yanlış mı yaptığının farkında bile değildi.

ege, kordon'a vuruyor ve her vuruşunda biraz daha fazla o oluyor, ondan alıyordu...

mavi-dinginlik (düşüş)

zıt kutuplar birbirini çeker ve aşk enerjisi ile su açığa çıkarırlar. yani ortak noktalar azaldıkça aşkın kuvveti artar; budur insanları birleştiren. iki aynı insan belki bu yüzden fazla anlaşamaz, monotonlaşır.

gün geçtikçe karşıdaki insanın ortak bir nokta ortaya çıkarıp gözüne sokması bu yüzden rahatsız ediyordu o'nu. bir insanın farklılaşması, daha doğrusu gittikçe kendileşmesi korkutuyordu beyin'i. okuduğu gazeteden dinlediği müziğe, olaylara tepkisinden yaşama amacına kadar karşısında bir ikiz görmek...

hiç bir davetiye almadan şenliğe gelen bu davetsiz misafir hayatında daha fazla yer kaplamak için sefer üzerine sefer düzenliyor, daha da korkuncu fetih üzerine fetih yapıyordu. üstelik son kale de kuşatma altındaydı; kalbi...

yeşil-huzur

eğer varlığın huzur veriyorsa bir cana, bir bakışın ısıtıyorsa içini ve hazırsa seninle beraber ölmeye; şükür zamanın gelmiştir.

bir erkeği hayatı boyunca kaç kadın sevebilir ki? sevgilinin, anne sevgisinden daha tatlı gelmesinin sebebi; senden bir parça olmadığı halde sana bağlanması olsa gerek. varlığı için hiç bir çaba göstermediği halde bu kadar bağlanması olsa gerek erkeğin aklını çalan etmenin. sen haketmediğin halde, bu sevgiyi esirgememesi olsa gerek senden.

seni merak eden bir kadının varlığından daha güzel ne olabilir ki? senin için türlü fedakarlıklara katlanan, senin acına üzülen, sana kendini sunan...

lacivert-prestij

bir insan ne kadar savaş verir? inançları, duyguları uğruna ne kadar mücadele eder? aşk gururu yener mi diye sormayacağım; yener...

ne kadar kaçarsan kaç gölgen seni takip eder. sen ona ne kadar tuzak kursan da, önüne ne kadar engel koysan da gelir peşinden, ta ki saat onikiyi vurana kadar. ne zaman o'nun arkanda olmadığını farkedersen sen başlarsın o'nu takip etmeye... ama benim günüm o hiç gelmeyen onikiye kadar sürer.

sen benim için bir feribottan farksızsın. beni taşırsın, karşıya geçirirsin, indirirsin; sonra ben seni egzost dumanıma boğarak terk ederim. buruşturup attığım mendil, ezip geçtiğim toprak, kül tablasında bıraktığım izmarit, kemerimi düzeltirken ücretini komodinin üzerine bıraktığım bir...

sen yokken benim dünyam yine döner ama ya ben olmazsam? üstelik yatakta son nefesini verirken yanında olmayacak, uğrumda intihar etsen yanına gelip vazgeçirmeyecek, bana en çok ihtiyacın olduğunda suratına bakmayacak ben...

her zaman kötü bir insan olduğumu söyledim ama kim beni taşa çevirdi?

(delirmenin everest'i)

siyah-karamsarlık (karabasan)

-"ah be ışık, beni bir çıkarabilsen hayatından, bir unutabilsen... "
-"bunu gerçekten istiyor musun?"

gözlerimi açtığımda sabah olmuş, güneş var gücüyle bedenimi haşlamaya başlamıştı. anlaşılan gece yatmadan önce güneşliği tam çekmemiştim. saate bakmak için elimi telefona uzattım, bir cevapsız çağrı ve mesaj vardı; ışık'tan: "bak sende uyku serserisi olmuşsun, ne dediğini bilmiyorsun. gel beraber uyuyalım çünkü ben tek başıma taşıyamayacağım bir şeyin altına girmem. hep söylüyorum canım, senden birşeyler beklemiyordum ki, bu kadar bile yeter bana. birde boş vaatle ümit etmemi sağlamaktansa duygularını böyle net açığa vurduğun için çok teşekkürler. iyi geceler canım, öptüm kocaman. seni seviyorum, tüm dar kalıpların içinde... "

pencere kenarından sızıp suratınıza vuran güneş, gördüğünüz kabusun sebebi olabilir mi?

geceleri severim. hele ki mükemmeliyetçi bir insan iseniz bu durum sizin için daha elverişlidir, çünkü karanlık ayrıntıları saklar; içinde şeytanın gizlendiklerini dahi...