bugün

ilginç kıyafet kombinasyonlarıyla, enteresan dans figürleriyle çığır açarak bütün dişiler seninmişçesine yaşayıp kimsenin ne düşündüğünü umursamamaktır.

elbet bahis konusu apaçiler kızılderili kabilesi olanlar değil. daha bizden, daha içimizden olan apaçilerden bahsediyorum. hani şu kılık kıyafetine gülünen, danslarıyla kafa bulunan, insanlığa yaklaşımlarıyla eleştirilen apaçiler... işte onlar. uzun zamandır hep aklımdaydılar. düşünüyordum ne hoş değil midir şu hayatı bir apaçi vurdumduymazlığında yaşamak diye. eşe dosta da açtım fikirlerimi. bu beyefendi tavırlar, bu nezaket gösterileri, bu sofistike takılmacalar, kültür kumkumalıkları... hep yalan dolan değil mi ki bunlar? bir aşamadan sonra herkes evde don atletle gezip göbeğini kaşımıyor mu? bunu geçtim, ben de yer yer bıyık altından güldüğüm o apaçilerin çoğu gibi sap değil miyim? ne farkı var ki onların benden? ya da benim onlardan? onlar gibi giyinip saçımı onlar gibi yapmamak mı tek farkım? belki de apaçilik onların isyanıydı. bilebilir miyiz bunu? ne kadar tanıyoruz o adamları?

bu fikirlerimi ortaya saçtığımda hor gördü beni eş dost. "olur mu öyle şey!" diye celallendiler. ama haklılığımda ısrarlıydım. tamam ben "janti" giyinen, "cool" takılan bir adam değilim. tipim de müsait değil. ama yine de ortalama insan standartlarına yakın sayılırım. lakin bu apaçi diye hor görülen adamların bile(az da olsa) bir kısmının taş gibi, kaya gibi, nasıl anlatayım böyle işte dağ gibi, tepe gibi sevgilileri varken ben kendimi bildim bileli sapım. buna rağmen "aman düşük bel giymeyeyim de kıçımı, çatalımı görmesinler", "aman danslı ortamlarda cıvık hareketler yapmayayım da ortamın mal adamı haline gelmeyeyim", "aman efendim gözüme hakim olayım da millet onları kesiyorum sanmasın" diye kasmam nedendir. koyversem ya apaçiler gibi. fütursuzca baksırımı göstererek dans edip kuytularda kız kezsem ya. yalnız kurt tavırlarımı bir kenara bırakıp sürümle hareket etsem, dosta güven düşmana korku salsam...

beynimin içinde yankılanıp duran bu fikriyatım gün geçtikçe büyüdü. günün birinde bir arkadaşla damlı girilemeyen birahanelerden birinde otururken de nah bu kadar oldu. arkadaş benden farklı bir arkadaş. ben bir tane bulamazken o tamahkarlığından iki üç tane götüreyim derken hepsini kaybetmiş. birahane köşelerinde de efkar dağıtmaya çalışıyor. ben de her daim efkarlı bu bünyeyi az soğusun diye arpa suyuyla suluyorum onun yanında. ilişkilerden bahsediyor bana. ilişkilerinden bahsediyor. "geç buldum mecnun misali, erken kaybettim" diyor. "yüz buldum çocuk misali, gurur kaybettim" diyor. "çok buldum arap misali, kıçıma başıma bulaştırdım" diyor. içtikçe iğrençleşiyor mütemadiyen. beşinci biradan sonra iyice filozof tavırları takınmaya başladı. ses tonu değişti. hareketleri ağırlaştı. döndü bana doğru. "çok kadın hiç kadındır oğlum. yalnızlıktır sonun" dedi. düşündüm. "yoo dostum yoo" dedim. "diğer taraftan bakarsan da hiç kadın çok kadındır. bütün kadınlara aynı gözle bakabilecekken niye yapmayayım ki? bütün bu gerçek aşkı arama masallarını boş verip apaçi olacağım" dedim. işte böyle adım attım hayatı bir apaçi vurdumduymazlığında yaşama macerama. kelle olmuş arkadaşa tuvalete gidiyorum dedim. hesabı ona yıkıp dışarı çıktım. ve artık farklı bir insan olmuştum.

o günden sonra bir apaçiden hiçbir farkım yoktu. onlarla takılmaya başladım. onlar yoksa da tek başıma üstgeçitleri tutup tek başıma dans ediyordum. gelen giden kızlara bıyık buruyor, öpücük atıyordum. gerçi bıyık apaçi kültüründe pek yokmuş. ama bende vardı. garipsemediler yine de sağ olsunlar.

ilk zamanlar zordu. eleştiren bakışlara alışmak vakit aldı. ama alıştıktan sonra tüy gibi hafif hissetmeye başlamıştım kendimi. değişimi hissediyordum. eski benliğim geride kalıyordu...

sonra bir gün esra yanaştı yanıma. siz tanımıyorsunuz tabi esra'yı. bir arkadaş. maalesef arkadaş yani. gönül ister başka şey olsun da... neyse, çekinerek şey dedi bana:

-ya, somut. sen niye böyle oldun? niye o yeni arkadaşlarınla takılıyorsun? önceden aklı başında, düzgün bir çocuktun.
+kızım, her şey onunla bitmiyormuş işte. efendiydik de bi kere şu çocukla çıkalım dediniz mi? yook! nerde! hadi siz çıkmıyorsunuz, bi kere de "yazık şu çocuğa birini ayarlasak ya" dediniz mi? ben de böyleyim artık işte. apaçilik benim isyanım kızım!
-somut, apaçilikle falan olmaz o işler. bence sen önce o göbeğini erit sonra konuş. taam mı?
+göbek mi? ne göbeği be? göbek değil o. hem sen önce kendi basenlerine bak! ne öyle vıcık vıcık. ıyyy!
-iğrençsin.
+sensin iğrenç. dur, gitme. pışşşt! dinlesene kızım. bi kere bira göbeği bu tamam mı? birayı kessem göbek falan kalmaz. şşşşt! duydun mu?

muhtemelen duymamıştı. uzaklaşıp gözden kayboldu. aklım bu diyalogda kalmışken yanıma bu sefer tanımadığım biri yaklaştı.

-şşşt, bilader! utanmıyor musun sen sağda solda, üstgeçitte benim sevgilime bıyık burmaya! hem de tüy kadar bıyıklarınla!
+benim bıyıklar böyle çıkıyor lan! genetik napalım... hem ben kimseye bıyık burmadım. burmam. buranı da sevmem.
-lan sana mı inancam, sevgilime mi?
+ııı, bana inansan. olmaz mı?
***çotank***

sonrasını hatırlamıyorum. ya da hatırlamak istemiyorum. emin değilim. ama bu olaydan sonra apaçilik kariyerimi bitirdim. gidip esra'dan özür diledim. ilgilenmedi.

anladım ki olay hayatı ne apaçi vurdumduymazlığında, ne emo hassaslığında ne de tiki tektipliliğinde yaşamakta. hiçbir şey bize bağlı değil. biz birçok şeye bağlıyız. çok uzun lafın kısası... hayat çetin, hayat adaletsiz. hayat burnuna inen bir kafa darbesi kadar sert, o kafanın senin burnuna çarpma süresi kadar kısa. ağlama, değmez hayat bu gözyaşlarına. neyse, ben az daha buz koyayım gözüme.
öncelikle sosyal olmaktır.
apaçi falan diyoruz ama adamlar gerçekten sosyal insanlar ve biz asosyaller gibi değiller.
internette bulduğum bir arkadaş*a sordum.
-apaçi olursam benimle arkadaşlık kurar mısın? vefalı çıktı ve şunu dedi.
-eee iyi arkadaş gibisi yok.
bunu duyunca çok mutlu oldum. internetten boş üst geçitleri araştırdım. pazara, pembe bir tişört almaya çıktım. ortamlara akmaya hazırdım ve arkadaşımda beni destekliyordu.
evime yakın her saatte gidebileceğim bir üst geçit buldum. o hep aynı melodiyle devam eden bir remixi iphone'umdan açtım. kızlar, erkekler hepsi bana bakıyordu. tiki kızlar bile bana gülümsüyordu. facebook'daki tanımadığım kişilere "resmimi beğenir misin? videoma yorum yapar mısın?" diyordum. bir kaç arkadaş da edinmiştim. bana dans edecek yeni şarkılar yolluyorlardı. oyuncak tabancalarını verip facebook için profil resmi çekmeme bile izin verdiler. sizi seviyorum, çocuklar...
artık ailem benim için mutluydu. evden çıkıyordum, arkadaşlarımla geziyordum ve bütün gün üst geçitlerde sürtüyordum.

yani hayatı apaçi vurdumduymazlığında yaşamak, benim gibi asosyal olmaktan iyidir.
yaşayın yaşatın...
(bkz: saçın arkasından bir parça uzatıp sarı yapmak)
vurdumduymazlık kısmı tamam ama apaçilik kısmına insanın kendisini pek kaptırmaması gerektir.*