bugün

Güneşin sönmek için çelimsiz bir nefes beklediği yıllar çoktan gelmişti, dünya karanlığın ve keskin soğuğun kollarında titrerken son koloniler ayakta kalmak için ısının sabit olduğu toprağın altına yerleşmişlerdi. Yeryüzünü en son görenlerin torunları, dedelerinden kalma hikayelerle bildikleri gökyüzüne inanmayı bırakmışlardı. Şehirler ve ülkeler arası devasa solucan delikleri çoktan kurulmuştu, devletler yıkılmaya yüz tutmuş, güçlü gruplar, direnişçiler yeni dünya düzeninde eski dünyanın korsanlarını aratmayacak bir şekilde zalimlikle hüküm sürüyordu. Kolonilerin \"gevşeyen gökyüzü\" adını verdikleri dev kubbeleri ayakta tutmaları için rutin görevleri vardı, sağlamlaştırma için metal, beton hatta organik yapı bileşenleri bile zor bulunuyordu. insanlar yüzyıllar önce doğanın bağrından sökerek aldıkları her şeyi geri vermek zorunda kalmıştı. Ekolojik dengenin bozulması beslenme zinciri ve türlerin genetik yapıları üstünde büyük faktörde etkiye sebep olmuştu. Köpek balığı dişlerine sahip, bedeni keskin kitinle kaplı devasa solucanlar, yırtıcı türlerden sadece biriydi. insanların su kaynaklarına erişimi zorlaşıyordu, açılan yeni tüneller bazen su altı kuyularına denk gelip, koca bir şehri sular altında bırakıyordu, kan, balçık ve karanlık insanı da hırçınlaştırıyordu.

Dünya nüfusu yüz milyondan fazla değildi, enerji kaynağı olarak yeraltı sularına kurulan hidrolik santraller tutunacakları tek çareydi ama sık yapılan sabotajlar ve suyun düzensiz hareketi son dalı bile çürütmeye başlamıştı. Güneşin olmadığı dünya düzeninde bitkilerin artık can bulmadığı, ağaçların hatta çiçeklerin solaryum etkisi veren ışık düzenleriyle fotosentezi sağlanıp ayakta tutuluyordu. Artık bir çok sebze ve meyvenin şekilleri ve tatları sadece sayılı insan tarafından tüketilip biliniyordu.

Bunca hengamenin arasında insanlar durma noktasına gelen üretim yüzünden, yaşamlarını sürdürmelerine yetecek ihtiyaçları bile zor karşılıyordu. iş olmadığından işsizlikle gelen bu buhran toprak korsanlarının büyümesine en büyük neden olmuştu. Yağcılar, suikastçiler ve en azılı ideolojiye sahip \"nefes kesiciler\" bu grup kısıtlı elde edilebilen oksijen, hava tribünlerini ele geçirip bunlara yakın tüm yerleşimleri katlederek büyüyordu. Bu sona fark etmeden yaklaşan Güz Damlası kasabasında aslında her şey sıradan gidiyordu.

B-ölüm I

( Tunç )

Yeraltı su kaynağına yakın olan bu kasabada ağır yosun kokusu hakimdi, dev kayanın kovuğuna sığınmış, ışık kaynakları artık tükenmekte olan, yanıp sönen büyük ampullerin etrafında dev güveler dans etmeye başlamıştı. Kasabanın ilk yerleşimcilerinden olan Laza ailesi parçalanmış bir çok ferdini, başka yerleşim birimlerine yollamıştı. Aile Katran solucanlarının kalın kitin zırhlarını delmek için kullanılan silahı yapan Ugra\'nın soyuydu ve silah adını buran alıyordu. Aynı dna dan mıdır bilinmez bu soydan gelen herkesin yaşamlarını kolaylaştıracak makineler üretmeye hevesi vardı. Onların en başında güneş görmemiş beyaz teni, açık mavi göz bebekleriyle Toprak geliyordu. Bütün gününü üstü başı kir pas içinde evinin bulunduğu oyuğun yanında girişi dar küçük bir mağarada geçiriyordu. Yaklaşan tehlikeyi dedikodulardan biliyordu. Mağaranın köşesinde tozlanmış gramofonda, kimden kaldığını bilmediği plakları dinliyordu \"Joan jett-Bad Reputation\" eşliğinde elinde lehim aleti, yeni silahının devresindeki son rötuşları yapıyordu. Toprak\'a büyük babasından kalan metal çöplüğünü hemen hemen hepsini bu silahı oluşturmak için tüketmişti. Kolay işlenebilirliği ve hafifliği yüzünden tunçla dövmüştü iskeleti, bu yüzden şimdiden adının Tunç olması kararı verilmişti.

Nefes kesicilerin lideri Korbay yanındaki ekip başlarına kamp emri vermişti. Bineği ehli kör köstebeğin sırtından inerken çantasından çıkardığı tütün torbasını alıp yanındaki kadınlardan birine fırlattı. Saçlarını geride toplamış belirgin elmacık kemikli zayıf yüz halarının arasında keskin bakışlarıyla \"rahatlat bizi\" diyerek sigaranın yapılmasını emretti. Kadın, çantasından sigara kağıdını çıkarıp Korbay\'ın kucağına oturarak sarmaya başladı, tütün tanelerini düşürmemek için öyle özen gösteriyordu ki telaşı sıkça açılıp kapanan göz kapaklarından beliydi. Tütün, bu devrin en zor bulunan keyif verici maddesiydi.

Toprak plağı tırmalayan iğneyi kaldırıp atölyesinden mola için evine yöneldi. Bir yandan kasabanın dar yollarındaki kalabalığı süzüyordu, herkes yüklenmiş çıkış yolunda kuyruklar oluşmuştu. Evde de durum farksız değildi, taşınabilecek ivedisi yüksek eşyalar toplanmış, evde sessiz ama panik kokan atmosfer vardı. Kaçmanın çözüm olmadığını, direnmek gerektiğini savunan Toprak, bu duruma doğası gereği anlam veremiyordu ama öte yandan kaçınılmaz bir vedanın eşiğinde olduğunu biliyordu. Sevdiği, sevebileceği ve insan olduğunu hatırlan şeyin o eşyalarla birlikte varlığını terk edeceğinin farkındaydı.

Son kolileri yükleyen ailesini kapının eşiğinde izlerken aklında hala Tunç vardı, güç kaynağı ve hareket yeteneğini arttırmak için bir çözüm bulmalıydı. Tam o esnada babası onu daldığı bu düşünceden çeken hareketi yaptı, omuzuna yavaşça ellerini koydu. \"Toprak, bizimle gelmelisin. Anlıyorum, gideceğimiz yerde durum bundan farklı olmayacak ama daha çok vakit kazanmalısın.\" dedi ve yanaştı, yüzüne bakacak gücü bulamadığından, omuzunu omuzuna değdirip onunla aynı noktaya baktı. Toprak, kararlı ve sakin bir ses tonuyla \" Peşinizden geleceğim ama yapmam gereken şeyler var biliyorsun.\" Babası ona güveniyordu, başarısız da olsa bir amaç uğruna ölmek bu yüz yılda gerçekten onur kaynağıydı. Yavaş yavaş tekerleri yerine paletleri olan ve görünüşü bir arabadan çok gemiyi andıran aracına gitti ve ahşap bir kutu getirdi. Toprak\'ın önüne bıraktı, ardından son konuşma ses tonuyla, tane tane sözcükleri nefesiyle canlandırmaya başladı \"Ben yıllarca bu kasabanın ayakta durması için çalıştım, silah yapmadım, sadece yaşamımızı sürdürecek şeyler peşinde ter döktüm. O yüzden bu hiç işime yaramadı, kutunun içinde Ugra\'dan kalan bir hediye var umarım işine yarar.\" dedi ve kutuyu önüne bıraktıktan sonra omuzundan tutup hafifçe silkeledi, tam bu esnada Toprak, ağaçların gövdesine dolanan sarmaşıklar gibi babasının sarıldı. \" Bu bir veda değil, peşinizden geleceğim\" diye fısıldadı babasının kulağına, arkalarından baktı uzun uzun.

Ahşap, üstünde Ugra\'nın tüm makinelerinde kullandığı sembol bulunan kutuyu küçük atölyesine götürdü. içinde yersiz çocuk telaşı baskındı ama bir yandan zamanı oldukça kısıtlıydı, saatin diğer tarafındaki kumlar, artık üzerine akıyordu. vakit kaybetmeden kuyu açtı, içinde tüm veri iletim yolları altınla yapılmış bir devre, parmaklığı ve durmayan hareketiyle göz yoran birde güç kaynağı vardı. işin garip yanı, güç kaynağında hiç bir kutup başı bulunmuyordu. Uzun süre devreyi inceledikten sonra içindeki yazılımı ve işleyiş sistemini anlamak için onu bilgisayarına bağladı. Kısa bir ön yüklemeden sonra karşısına tekrar Ugra\'nın sembolüyle başlayan bir yazılım çıktı, içinde yüzlerce projenin yer bulduğu dosyalar, kurulum ve düzenekler vardı. Ama onun merak ettiği şey gözünü yoran ışığa sahip olan, malum güç kaynağıydı. Temassız devre elemanları dosyasını kurcalarken tamda buna banzer bir modele rastladı ama görünüşü çok farklıydı. Tek yol vardı artık, o da bunu Tunç da denemek. Yıllardır üstünde uğraştığı makinesinin yanına gitti, heyecandan titreyen ellerini onun üstünde şefkatle gezdirdi. Tunç\'un göğsünde bulunan kapağı boynundaki anahtarla açtı ve enerji kaynağı için boş bıraktığı yere elindeki geometrik hatları ne kadar elipse benzese de sonsuzluk işaretini andıran kaynağı bıraktı. Yavaşça kapağı kapattı. Artık, sadece devreyi açması için tasarlanan düdüğü çalmak kalmıştı. Siyah tüylerle kaplı mekanik kuzgun Tunç, Toprağın dudağının arasındaki düdükten çıkacak o keskin sesi bekliyordu...

Bölüm sonu-

Devamı, ben sıkılınca.

http://4.bp.blogspot.com/...NIcJCk/s1600/IMAG0107.jpg