bugün

fetö ile israil'in ortaklaşa düzenlediği palavradır. öyle bir palavra ki fetö örgütü selam tevhid bahanesiyle yüzlerce kişiyi keyfi olarak dinlemiştir. dinleme sonucunda elde ettiği bilgileri başta israil olmak üzere bir çok ülkeye peşkeş çekmiş ve bu bilgiler üzerinden dinledikleri insanları şantaj ve tehditle himayesine almıştır.

- selam tevhid palavrası nedir?

-israil bu soruşturmanın neresinde?

- fetö neden silahlı örgüt olarak tanımlanıyor?

görsel

işte cevaplar:

"Sipariş israil’den kumpas Gülen örgütünden!

Unutmayın eğer bu ülkede birileri “Uğur Mumcu suikastını Selam Tevhid terör örgütü işledi” diyorsa emin olun bunu diyenler gerçek katilin işbirlikçileridir.

Yıllarca bu işbirlikçiliği Cumhuriyet gazetesi yaptı.

Şimdi de görevi Gülen örgütü devraldı.

Uyduruk bir terör örgütü hikayesi ile Gülen örgütü neredeyse Mumcu suikastini de Başbakan Erdoğan ve MiT Müsteşarı Hakan Fidan’a yıkacaktı.

En önemlisi bu uyduruk davayla Gülen örgütü Müslümanlara kumpas kurdu.

Bugünlerde Zaman gazetesi ısrarla “Selam terör örgütü”nün sözde olmadığı palavrasını manşet yapıyor.

Oysa öyle bir palavra ve uyduruk bir örgüt ki, tam da Gülen örgütünün tipik kumpaslarından biri… Binlerce insanı bu uyduruk terör örgütü soruşturmasını bahane ederek dinlediler…

Türkiye gazetesi yazarı Yıldıray Oğur müthiş bir arşivcilikle Gülen örgütünün şimdilerde ısıttığı Selam Tevhid örgütü gerçeğini, davadaki çelişkileri, kumpası, sahtekarlıkları bir bir anlattı.

En önemlisiyse böyle bir uyduruk dava israil’in Emniyet’e gönderdiği bir ihbarla başlamıştı.

Sipariş israil’den, kumpas Gülen örgütünden yani..

işte her bir cümlesinin dikkatle okunması gereken yazı:

iKi DERGiNiN ADINDAN BiR TERÖR ÖRGÜTÜ HiKAYESi

Tevhid, 1990-93 yılları arasında istanbul’da yayınlanan aylık bir dergi. Fatih Camii avlusunda öldürülen Metin Yüksel’in liderliğini yaptığı iran Devrimi’ni savunan Fatih Akıncıları çevresinin dergi kapandıktan sonra yerine çıkardığı haftalık gazetenin adı da Selam.

Bu iki mecmuanın isminin birleştirilip bir terör örgütünün adına dönüşmesinin hikâyesi ise 17 Ocak 2000 tarihine kadar uzanıyor. O gün Beykoz’daki yeşil villaya düzenlenen operasyonda Hizbullah’ın lideri Hüseyin Velioğlu öldürülmüş, evden kurtarılabilen disket ve cd’lerden 40 bin sayfalık belge ele geçirilmişti. O dijital belgelerden biri de Tevhid/Selam örgütünden ayrılıp Hizbullah’a geçmek isteyen Yusuf Karakuş’un mektubuydu.

SELAM GAZETESi ÇEVRESiNDEKi iSiMLER GÖZALTINA ALINARAK ÖRGÜT UYDURULDU

Devletin kayıtlarında Tevhid/Selam diye bir örgüt yoktu. Karakuş’un itiraflarıyla istanbul’da Selam gazetesi çevresindeki isimler gözaltına alınarak örgüt kuruldu. UMUT yani Uğur Mumcu Uzun Takip adı verilen operasyon sonucunda içişleri Bakanı Tantan, medyanın karşısına çıkıp, Uğur MUMCU, Bahriye ÜÇOK, Muammer AKSOY, Ahmet Taner KIŞLALI cinayetlerinin katillerinin bulunduğunu açıkladı.

Ankara’ya gönderilen sanıklar Tevhid/Selam (ya da Tevhid-i Selam) örgütü üyesi olmaktan tutuklandı ama cinayetlerle ilişkileri tam olarak ispatlanamıyordu. Bu kez iran’ın Kudüs Ordusu’yla bağlantılı olduğu söylenen isimler Ankara’da gözaltına alınmaya başlandı..

ÇELiŞKiLER, TUHAFLIKLAR, iŞKENCELER

Gömülü halde bir tümene yetecek kadar cephanelik bulundu. Örgütün yeni bir adı vardı artık: Tevhid Selam (Kudüs Ordusu) Dava sırasında çelişkiler, tuhaflıklar yaşandı, sanıklar işkence raporları alıp ifadelerini reddettiler. En ilginci ise 24 Ocak 1993 günkü Mumcu suikastı sırasında gözcülük yaptığı söylenen, tatbikatta cinayet anlattırılan Selam gazetesinden Abdülhamit Çelik’in cinayet günü istanbul’da iskender Paşa Camisi’nde düğünü olduğunun ortaya çıkması oldu.

Ama mahkemeden sanıklara müebbetten, üç yıla kadar değişen hapis cezaları çıktı. Yargıtay örgütün varlığını onadı. Karar Yargıtay’la yerel mahkeme arasında uzun süre gidip geldi. (Ne tesadüftür ki yerel mahkemeden ve Yargıtay’dan son onama kararları 2013-2014 yıllarına denk geldi) Selam gazetesi çevresindeki sanıklar birkaç yıl sonra tahliye oldular. UMUT davası ve Tevhid Selam (Kudüs Ordusu) Türkiye’nin gündeminden düştü. Taa ki 2010 yılına kadar.

CEMAAT iÇiN HiKAYE O iHBARLA BAŞLADI

Cemaatin resmî hikâyesine göre 10 yıl sonra Selam ve Tevhid soruşturmasının yeniden başlaması tamamen bir tesadüftü. Her şey Kamile Yazıcıoğlu adlı bir kadının Bursa’da bir karakola gidip tartıştığı eşini “iran ajanı” diye ihbar etmesiyle başlamıştı.

Yanlış ya da çarpıtılmış bir bilgi. Bursa’daki ifadenin tarihi 8 Ağustos 2010. Selam ve Tevhid Örgütü hakkındaki 2011/762 sayılı soruşturma dosyasına göre soruşturma bundan üç ay önce 14 Mayıs 2010’da başlamıştı.

Tesadüfen de değil.

iRAN AJANI AVINA ÇIKMIŞ CEMAAT POLiSLERi iÇiN ELVERiŞLi MALZEME

iran ajanı avına çıkmış polisler için epey mantıklı bir yerden; Türkiye’de irancı deyince akla ilk gelen isim olan Nureddin Şirin’in israil karşıtı ve ülkedeki Yahudileri de tehdit ettiği bir konuşmasıyla.

Nureddin Şirin, Tevhid dergisinin, Selam gazetesinin kurucularından. 28 Şubat’ta Sincan’da Kudüs Gecesi’nin organizatörü ve “Lübnan Hizbullah’ının üyesi” olarak 8 yıl hapis yatmış. 2000’de Umut Davası başladığında da hapiste olmasına rağmen “Hizbullah üyesi” sıfatının yanına devlet “Selam ve Tevhid örgütü yöneticisi”ni de eklemiş ama onu bu davadan yargılamamıştı.

8 Mayıs 2010 tarihinde istanbul Kağıthane’deki istanbul’dan Gazze’ye Kardeşlik Köprüsü başlıklı toplantıda konuşan Şirin, israil’in Mavi Marmara yola çıkmadan gözdağı için gözaltına aldığı iHH Batı Şeria sorumlusu izzet Şahin için israil’e şöyle seslenmişti: (Polisin özetiyle) “izzet Şahin’i esir etmenin bedelinin ne olduğuna tanık olacaklarının, bunu yaptıklarına bin defa, yüz bin defa pişman olacaklar fakat vaktin geçmiş olacağını, kardeşlerinin esir tutulmasına karşılık dünyadaki ve bu ülkedeki Yahudilerin kendilerinin hedefi olduğunu hiçbir zaman bu sözlerini uygulamaktan geri durmayacaklarının, ya kardeşimizi serbest bırakın ya da yanıtımızı bekleyin.”

Konuşma üzerine 12 Mayıs 2010 günü soruşturma başlatan polis, binlerce kişinin telefonlarının dinleneceği dosyanın ilk telefon dinleme kararını da 21 Mayıs’ta Nureddin Şirin ve onunla yakın temasta olan Türkiye, iran ve Almanya’da bulunan altı kişi hakkında aldı.

!!! Ama bir yıllık dinlemeden Selam Tevhid örgütünü ispatlayan ne bir delil bulundu, ne de bir iddianame çıktı.

Hukuken daha fazla dinleme kararı alamayan polis bu kez fiziki ve teknik takip için mahkemeden irancı Şirin için “El Kaide terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak suçuyla” izin çıkarmayı başardı. (isteseler Tamil Kaplanları üyeliğinden bile alabilirlerdi izni kuşkusuz)

Bir konuşma üzerine 10 yıllık bir örgüt soruşturmasının raftan indirilmesi, konuşmayı polisin internet sitesinden tespiti, hepsi tuhaf. Belki de konuşmayı Emniyet’e biri ihbar etmiştir?. Tıpkı 2012 yılında Selam ve Tevhid örgütü soruşturmasının Ankara ayağını başlatan ihbar gibi.

KOVUŞTURMAYA GEREK YOKTUR KARARI

Soruşturmanın sanıklarından eski AKP milletvekili Faruk Koca hakkında 12 Haziran 2014’te Ankara Cumhuriyet Savcısı Tekin Küçük tarafından verilen kovuşturmaya gerek yoktur kararı şöyle başlıyor:

“Emniyet Genel Müdürlüğü koruma Dairesi Başkanlığı tarafından, iran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Güçleri unsurlarının Türkiye’deki eylem planlamasına ilişkin olarak israil istihbarat Servisi’nden “Türkiye’deki israil hedeflerine yönelik olarak bir terör saldırının beklendiğinin, 2-4 kişinin 03/01/2012 tarihinde Türkiye’ye giriş yaptıklarının, muhtemel saldırılarda Tayland, Gürcistan ve Hindistan’daki örneklerde olduğu üzere israil’in istanbul Başkonsolosluğu ve Ankara Büyükelçiliği’nde görevli israil diplomatlarının hedef olabileceğinin, eylem için istanbul’un seçilmesi ihtimalinin Ankara’ya oranla daha yüksek görüldüğünün” ihbar edildiğinin bildirildiği, Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğü tarafından 30/04/2012 tarihinde olayın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı CMK 250. Maddesi ile görevli ve yetkili bölümüne bildirilerek soruşturmaya başladığını…”

SELAM TEVHiD SORUŞTURMASI iSRAiL’iN YAPTIĞI iHBARLA BAŞLADI

Evet, yanlış okumadık. Selam ve Tevhid soruşturmasının Ankara ayağı 2012’de israil istihbarat Servisi’nin doğrudan Emniyet’e yaptığı bir ihbarla başlatılmıştı. (Herhalde bu istihbarat servisi muhatabı MiT olması gereken MOSSAD değildir. Muhtemelen israil’in FBI’yı Şin-Bet olmalı. Değilse de bu ayrıca büyük bir skandal. O günler de bu ihbar gazetelere de haber yaptırılmıştı.)

Selam-Tevhid soruşturmasının daha başında iki kez israil’le karşılaştık. (Ve bunu yazan komploculuktan, özellikle dünyayı yöneten Yahudilerle ilgili olanlarından hiç hazzetmeyen biri.)

iLGiNÇ iHBARCI

Ve artık soruşturmaya pek çok insanın dahil edilmesini sağlayan Kamile Yazıcıoğlu’nun ilk ifadesine gelebiliriz.

Kamile Yazıcıoğlu, 28 Şubat’ta Sincan’da tankları yürüten meşhur Kudüs Gecesi’nin Sincan Belediyesi Kültür Müdürü olarak organizasyonunu yapan ve bu yüzden Belediye Başkanı Bekir Yıldız’la birlikte 3.5 yıl hapis yatan Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’nun 23 yıllık eşi. Hapisten sonra istanbul’a taşınır aile. Hüseyin Avni Yazıcıoğlu o sıralarda ilahiyatçı Mustafa islamoğlu’nun kurucusu olduğu Akabe Vakfı’nda yöneticilik yapmaktadır.

Kamile Hanım, istanbul’da eşiyle tartışıp, Bursa’da bir arkadaşının yanına gider. O sırada da arkadaşının teşvikiyle karakola gidip iki sayfalık bir ifade verir. (Galiba görünen kendi el yazısı). 50 yaşında ilkokul mezunu, evden kozmetik ürünler pazarlayan biri için hayli ilginç bir ifadedir bu.

ifade kızgın bir eşinki gibi başlıyor: “23 yıllık evliyiz sürekli kendisiyle tartışır kavga ederiz… Eşim Hüseyin 28 Şubat sürecinde 3.5 sene cezaevinde yattı ve sonrasında değişik insanlarla görüşmeye başladı. Evimize birçok sakallı insan gelip gitmeye başladı. Gelenlerin çoğu Caferi mezhebindendir. Eşim El Kaide örgütünü destekler. Aşırı yobaz, dürüst olmayan, çocuklarını rencide eden birisidir.”

Aynı anda irancılık, Caferilik, El Kaide… Devamı daha ilginç: “Eşimin odasına ve laptop bilgisayarında birçok gizli doküman bulunmaktadır. Gördüğüm kadarıyla bir otel krokisi, bu otelde çalışanların bilgileri, çalışma saatleri gibi bilgilerin yanı sıra milletvekilleri hakkında hangi görüşte olduğu etrafında kimler olduğu, otobiyografisi gibi fişlemeler, sahte pasaportlar ve birçok doküman bulunmaktadır. Bu gizli bilgileri iran’a sızdırdığını düşünüyorum.”

Doküman, otobiyografi, çalışma saatleri… Fazla teknik bir jargon bu sanki. Daha ilginci şimdi başlıyor: “Bolu cezaevinde müebbet cezasını çeken irfan Çağrıcı, 4. Levent eylemini düzenleyen Nurettin Şirin, Nesim Malki tetikçisi Burhanettin Türkeş de yakın arkadaşıdır. (Ve dananın kuyruğu kopuyor Y.O.) “MiT Müsteşarı Hakan Fidan ile ara ara görüşür. Bilkent Üniversitesi Arkeoloji ve Tarih Bölümü okuyan oğlum Secaad Yazıcıoğlu’na Hakan Fidan’ın aynı üniversitede okuyan oğlu ile görüşmesi sürekli baskı yapar.”

“4. Levent eylemini düzenleyen”, “Nesim Malki tetikçisi” gibi fazla polis jargonu kokan bu karanlık tanıdıklar listesinin son halkası olarak Hakan Fidan.

OLAĞAN ŞÜPHELiLER FiLMiNiN SON SAHNESi GiBi

Esas mevzuya sonunda geldik. Bütün bu ajan avcılığı hikâyesinin esbab-ı mucibesine.

Önce baştan beri anlattıklarımızı Olağan Şüpheliler filminin son sahnesi gibi yeniden hatırlayalım:

Polisin birdenbire 10 yıl sonra Selam ve Tevhid örgütü ile ilgili soruşturma başlattığı tarih: 14 Mayıs 2010.

Kamile Yazıcıoğlu’nun eşini gidip ihbar ettiği, Hakan Fidan’ın adını ilk kez verdiği tarih: 8 Ağustos 2010. (Bir de daha sonra bakacağımız 2011’de istanbul’da verdiği daha çok malzeme olan bir ifadesi var. Kamile Yazıcıoğlu şimdi bütün ifadelerini reddediyor, polis baskısıyla alındığını söylüyor. Polis korumasında yaşıyor.)

Peki Hakan Fidan’ın MiT müsteşarı olarak atandığı tarih neydi: 25 Mayıs 2010.

Atama haberinin gazetelere düşmesi Nisan 2010.

Haaretz’de Mossad’ın Hakan Fidan’ın “Güvenemeyiz, iran bağlantıları var” dediği haberin çıkışı Haziran 2010. Devrin israil Savunma Bakanı Ehud Barak’ın bir toplantıda güya “off the record” söylediği “Hakan Fidan iran’la çalışıyor” sözlerinin israil Ordu Radyosu’na düşmesi 1 Ağustos 2010.

Tam bu anda elinizden düşmesi gereken porselen kupanın altına ne yazıyor:

“Emin” olabilir mi? Cemaate göre özel yetiştirilmiş bir Acem ajanı olan Hakan Fidan’ın kod adı bu…

ORTADA DELiL DiYE GÖSTERiLEN UYDURUK METiN

Aslında yerim çoktan bitti. Ama bunun için yarını bekleyemeyeceğim. Nazlı Ilıcak’ın dünkü yazısını açıyoruz hemen.

10 bin vuruş kadar yukarıda kalmış yazının başını hâlâ aklında tutanlar 2000 yılında Beykoz’da Hizbullah liderinin öldürüldüğü operasyonu hatırlayacaktır. Oradan ele geçirilen maymuncuk gibi her kapıyı açan pek bereketli belgeleri de.

Nazlı Hanım, Emniyet’in o yeşil villada bulduğu bir belgeyi yazmış dün. Aslında yeniden yazmış demek daha doğru. Acem Uşakları, Fuat Avni hesaplarından paylaşılan Selam Tevhid dosyasında Hakan Fidan’ın iran ajanlığının dayandırıldığı en mühim delil bu.

!!! Aslında ortada bir delil de yok. Kimsenin adının geçmediği Emniyet’in bir üst yazısı var Orijinalini gören de yok. En iyisi mi gerisini içeriden bir isimden, Nazlı Hanım’dan okuyalım:

“Aralık 1998’de, iran ajanlarının Hizbullahçılar’la görüştüğü bir evde unuttukları defterde yer alan 2 sayfalık Farsça metin, 22 Mayıs 1999’da 2 Hizbullahçı tarafından tercüme edilerek, örgüt yönetimine rapor edilmiştir. Hizbullah belgesinde, iran ajanlarının irtibatlı olduğu ya da irtibata geçmek istediği Türk vatandaşları bulunmaktadır. Raporda, bazılarının devlet görevlisi olduğu belirtilen şahısların adları, dönemin Emniyet Genel Müdürü Turan Genç imzalı 15.01.2001-7585 sayılı yazıyla MiT ve Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne bildirilir. O dönem, rutin bir yazışma olarak devlet arşivlerinde yerini bulan bu rapor, 2011’de başlatılan Selam Tevhit Örgütü soruşmasıyla birlikte önem kazanır.

ismi geçenler arasında “Metin Fidan” adına rastlanıyor. Karşısında şu bilgiler yer alıyor: “Almanya’daki NATO Askeri Üniversitesi mezunu; 28 yaşında, Türkiye ile dünya istihbaratı dalında ingilizce bir tez hazırlamış. Şimdi Genelkurmay’da bilgisayar bölümünde çalışıyor. Evli ve 2 çocuğu var. ismail Ünal vasıtasıyla irtibat kurulabilir. Uzun zaman içinde bu arkadaşlar vasıtasıyla ordu içinde bir şebeke kurabiliriz. Dindar ve islâm ahkâmına bağlıdır. Metinden de anlaşıldığı üzere, henüz Metin Fidan ile (Hakan Fidan) bir ilişki kurulmamış. Peki sonra ne oldu?”

Sonra ne olduğunu aslında Nazlı Hanım daha önce yazmıştı. “Hakan Fidan’a arkadaşları arasında Metin deniyor.” Daha ne kadar açık yazılabilir. Ama bu kez daha temkinli. içine bir kurt düşmüştür belki de. Açalım o kurtun yolunu o zaman.

MÜTHiŞ TUHAFLIK

Hatırlayalım. En geç 98 Aralık’ında hazırlanmış bir belgeden bahsediyoruz. 22 Mayıs 1999’da da Farsça’dan tercüme edilmiş.

Metin Fidan’ın karşısında yazan bilgiler tabii ki Hakan Fidan’ın bilgileri. Ama bir tuhaflık var.

Tam şurada: “Türkiye ile dünya istihbaratı dalında ingilizce bir tez hazırlamış.” Evet Hakan Fidan’ın Bilkent Üniversitesi’nde Mustafa Kibaroğlu’yla hazırladığı ingilizce master tezinin başlığı: istihbarat ve dış politika: ingiliz, Amerikan ve Türk istihbarat sistemlerinin mukayesesi. Ama bir yanlışlık olmalı. Bu tezin tarihi Mayıs 1999. Yani Farsça belgenin hazırlanmasından bir yıl sonra. iran istihbaratı bu kadar mı güçlü? Belki de Hizbullahçılar’ın yeni yüksek lisans tezlerini haber veren bir sistemleri vardır, tercümeyi yaparken taze taze tezin bittiğini hemen duyup Farsça belgeyi güncellemişlerdir.

Daha kötü bir ihtimal var tabii. Cemaat ve çevresinde siperlenmiş hâlâ aklı başında insanların üzerinde düşünmesi gereken bir ihtimal bu: Belki de birileri sizi fena halde kandırıyor?

Ama daha çok başındayız. Dosyanın içine henüz girmiş bile sayılmayız…"

http://www.medyagundem.co...-kumpas-gulen-orgutunden/
fetö-israil ortaklaşa düzenledikleri kumpasla ilgili çarpıcı detaylar var:

iddianamede, FETÖ/PDY örgütünün şüphelilerince kumpas soruşturmasının başlatılmasına sebep olarak, "Mavi Marmara gemisi tarafından israil işgali altındaki Gazze'ye yardım götürülmesi", "MiT Müsteşarlığı'na 25 Mayıs 2010'da Hakan Fidan'ın atanması ve Türkiye, iran ve Brezilya arasında imzalanan 17 Mayıs 2010 tarihli Tahran deklarasyonu", "siyasi irade tarafından başlatılan 'Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi' olarak adlandırılan Çözüm Süreci'nin başarıya ulaşmasının engellenmesi'' gösterildi.

iddianamede, "sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü" adı verilen soruşturma dosyasındaki kişiler ile Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 11 Şubat 2013'te Hatay'ın Reyhanlı ilçesindeki Cilvegözü Sınır Kapısı'nda meydana gelen ve 13 kişinin öldüğü olay ve 11 Mayıs 2013'te Reyhanlı'da meydana gelen 52 kişinin hayatını kaybettiği olay ile ilgili bağlantı kurulabilecek herhangi bir evrak, bilgi ve belge bulunmadığı belirtildi.

Şüpheli Önder Kır'ın kullandığı "Reyhanlı, Suriye, Bomba" ibareleri üzerinden, bir gün sonra gerçekleştirilmesi planlanan MİT'e ait tırların durdurulması ve El-Kaide Terör Örgütü ile irtibatlandırılması eylemlerinde dayanak olarak kullanmak ve Hatay'daki Reyhanlı ilçesinde meydana gelen patlamaları MİT'in gerçekleştirdiği, yardım ettiği algısı oluşturmaya yönelik delil üretmeye çalıştığı anlatılan iddianamede, Reyhanlı patlamalarıyla ilgili soruşturmayı yürüten Özcan Şişman'ın Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan beyanatlarının da bu doğrultuda olduğu kaydedildi.

iddianamede, "MiT'e ait yardım tırlarının silah kullanılarak, darp, cebir ve şiddet uygulanarak durdurulması'' başlığı altında, "sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü" soruşturmasını yürüten şüphelilerin, "soruşturma kılıfı" altında uydurma gerekçe, sahte delil ve ihbarlarla kurum olarak MiT, yönetici ve mensupları ile sivil toplum kuruluşu mahiyetindeki İHH İnsani Yardım Vakfı yönetici ve çalışanlarının telefonlarını dinlemek suretiyle terörle irtibatlandırmaya çalıştıklarının tespit edildiği aktarıldı.

iddianamede, "Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü" soruşturması olarak isimlendirilen soruşturmanın başlatılma sebebinin, "İHH'nın, İsrail tarafından uygulanan abluka nedeniyle Gazze'ye Mavi Marmara adında yardım gemisi gönderme kararı alması", "aynı tarihlerde Emre Taner'den boşalan MİT Müsteşarlığı'na uluslararası bazı odakların tepki göstermesine rağmen Hakan Fidan'ın atanması ve siyasi irade tarafından 'Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi' adı altında barış sürecini yürütmekle görevlendirilmesi" olduğu belirtildi

"Bilinen yasa dışı örgütlerden çok daha sıkı bir hiyerarşik yapılanması var"

http://v.aa.com.tr/tr/tur...dianame-tamamlandi/456106
-neden selam ve tevhid kumpası düzenlendi:

soruşturmanın başlatılmasının ana sebebi, başkanlığını Bülent Yıldırım'ın yaptığı iHH Vakfı'nın, Gazze'ye yardım götürmek üzere 'Mavi Marmara' adında organizasyon düzenlemesi ve Milli istihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı'na Hakan Fidan'ın müsteşar olarak atanmasıdır.

-fetö ve israil'in hedefi neydi?

"Amaç: Uluslararası iftiralara zemin hazırlamak"

Şüpheliler Fetullah Gü̈len ve Emre Uslu tarafından verilen talimat doğrultusunda, şüphelilerin, planlı ve sistemli bir şekilde yürütülen organizasyonun parçası olarak, MiT tarafından kanun kapsamında gerçekleştirilen "devlet sırrı" niteliğindeki yardım faaliyetini sahte ihbarlar öncesinde bildikleri halde bu faaliyetlere tahsisli tırlarda usul ve yasaya aykırı arama yapmaya çalıştıkları kaydedilen iddianamede, şüphelilerin, arama çalışmasından saatler önce çeşitli basın yayın kuruluşlarının muhabirlerini olay yerine çağırarak, devlet sırrının ifşasını, Türk ve dünya basınına servis etmeyi planladıkları, böylelikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve hükümetini, gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmayı ve itibarsızlaştırmayı, "El Kaide gibi terör örgütlerine yardım ettiği" görüntüsü vererek, uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmayı amaçladıkları belirtildi.

iddianamede, "MİT tırlarının El Kaide'ye silah ve mühimmat götürdüğü̈" şeklindeki bir kurguyla söz konusu eylemin gerçekleştirilmesinin, uluslararası alanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, dünya kamuoyu nazarında "El Kaide gibi terör örgütleri ile işbirliği yapan bir ülke" konumuna sokmayı amaçladığı aktarıldı.

Bunun, "Türkiye Cumhuriyeti'nin, Cenevre-2 Konferansı'ndaki tezlerini en baştan çürüten ve kendini savunmakta zorlanır duruma düşürmek için gerçekleştirilen planlı ve organize bir eylem olduğu" belirtilen iddianamede, "Söz konusu eylemin nihayetinde Suriye'nin Türkiye aleyhine elini güçlendirmeyi ve Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve MiT'i uluslararası alanda ve Suriye rejimine karşı sorumlu durumda bırakmayı amaçlamış bir casusluk faaliyeti olduğu tespit edilmiştir" denildi.

iddianamede, "Şüphelilerin bu eylemi sonrasında uluslararası camiada Türkiye Cumhuriyeti karşıtı çevreler tarafından benzer iddiaların sıklıkla dile getirilmeye başlandığı, 'Türkiye Cumhuriyeti'nin Suriye'de El Kaide ve uzantısı terör örgütlerine silah verdiği' şeklindeki yayınların arttığı, bunun da uluslararası iftiralara zemin hazırladığı ve bu zemini hazırlamak için yapıldığının başka bir delili olduğu" kaydedildi.

-"Basın üzerinden kamuoyu oluşturma çabası "