bugün

bu tip oteller mütemadiyen nem kokar. 3. sınıf hayatların belirgin izlerini taşırlar.

günün birinde tarsus'tan başlayıp mersin üzerinden iç anadolu marmara ve egeye kadar uzanan bir yolculuk sonrası izmir'in puslu bir akşamına dalmışken kendimi böyle bir otelde buluvermiştim. sokak kirliydi, yol kirli, su, toprak ve hava. her şeyin irin koktuğu öyle bir anda eşssiz bir şehre girmiş ve şehrin en kirli köşesinde kendi yabancılığımla yüzleşmiştim. henüz ellerin temiz olduğu yıllardı. geceleri yıldızların küme küme kaydığı gündüzleri keskin göğün içinde bulutların kümülüs tadında aktığı yıllar...

o güzelim yılların en koyu ve ağır gecesi sanırım fahişelerin kokusunun sindiği o otel gecesiydi. kapıdan girer girmez otelin müdavim fahişelerinden biri daracık pembe renkli eşofmanıyla karşılamıştı. ömrü hayatımda ilk defa elbisenin dışına fışkırmış bir vajinayla karşılaşmıştım. kural bu olmalıydı. pazarlamanın en tehlikeli oyunu. kadının üzerindeki kokusu bütün bir otele sinmiş gibiydi. diz boyu yorgunluğa teslim olmuş bedenim bu ağır ve kirli kokunun yanında etin cezbediciliğini farketmemişti bile. kendimi yatağa atar atmaz asıl keskin kokuyla karşılaşmıştım. o an anladım ki bütün her yanım bedenim, ruhum şehirlerin en kirli kokusunun sarnıcına düşmüştü.

hülasa fahişelerin konakladığı bu oteller dünyanın en tarifsiz kokusunu üstlerinde taşırlar. insanın genizine bir sindi mi sittin sene çıkmaz. bu koku insanı hep takip eder de durur. bazen en temiz anlarda gelip peyda olur insanın koynunda.