bugün

kimseydim ben.
herkesin gözünde bir hiç kimseydim sadece. adsız, sahipsiz ve zamansız biriydim.
görülmeyen, farkedilmeyen ve asla sevilmeyen...
yastıklarım kaç kere ıslandı sağnak yağmurlarımda sayamadım.
dedim ya kimsesizdim.

ta ki sen girene kadar hayatıma!

bir nisan günü çıktın karşıma...
herkesi, herşeyi unutmak isterken, kovmuşken tüm sevinçlerimi hayatımdan; inada inat bir sevinçle girdin dünyama.
adın neydi?
kimdin, bilemedim asla?
ve sonra bütün riyakarlıklardan, sahteliklerden, nefretlerden uzak bir dünya kurdum sana...
ben sana "hayat" demiştim!
miladım sendin ve hicretim yasaktı başka diyarlara.

mutluluk ne demek sende öğrendim; senden öğreneceğim daha nice şeylerin habersizliğinde...
gün geldi, her şey mükemmel giderken sen gitmeye karar verdin.
nedenini biliyordum ama kimseye hatta kendime bile itiraf edemeyecek kadar yaralıyordu bu beni.
çoktan seçmeli bir sınavdı bu hayat ve ben yine seçilmemiştim.
kaçınılmaz sonu yaşıyordum, sen başka şıklara doğru yol alıyordun, ben senin benden aldığın doğrularıma ağlıyordum.

tükendim!
ne yüreğimde o eski sevda,
ne gözlerimde caresiz bir bakış var...
biraz geç olsa da
alıştım yokluğuna...
ve öznesiz bir sevdaydı bu benimkisi
ki sen küllendikçe palazlanan bir ateştin bir zamanlar
şimdi ise;
unutuldukça harlanan bir korsun
ve artık;
hatırlamayacağım seni ne olursa olsun...
akabinde aynı kutuplar birbirini iter şeklinde kimyasal bir felsefe yaparak anlam bozukluğunu beraberinde getirendir.
ben seninle birgün veysel karanide haşlama yeme ihtimalini sevdim. ankaranın karbonmokonsit kokan sokaklarında bir karbonmonoksit olma ihtimalini sevdim. ama sen karbondun; bense monoksit.
bakışlarım anlam katar güzellilklere..
bakışlarım hiçe sayar ihtimallerni umutsuzlukların..
kulaklarım o masum sesleri işitir sadece..
ya da o da ıslanır bakışlarım gibi sessizce..
bense güzelliklere bakıyorum bakışlarımı anlamlandırsın diye..
çıkarlardan uzak seslere kulak veriyorum bana benden başkası seslenemesin diye...