bugün

Emily adındaki 16 yaşında bir genç kızın, sihirli bir ormanda yaşadığı tuhaf ama eğlenceli maceraların anlatıldığı bir uludağ sözlük yazarı masalıdır. Masalın yazarı "pembe tavsan" nickli uludağ sözlük yazarıdır.

Ve bu gece yazmaya başlıyorum...
emily için büyük bir maceranın başlangıcı odu; emily hala hoş bir rüyanın içindeydi. uyuduğu yumuşak yatak, burnuna gelen hoş çiçek kokuları ve huzurlu sessizlik uykuya doymuş olan gözlerini, uyanmaktan alıkoyuyordu. yine de artık uyanması gerektiğini biliyordu ve göz kapaklarını yavaşça aralamaya başladı...
 gözlerini açtığında ''hala rüya görüyorum'' dedi kendi kendine. etrafına yavaşça göz gezdirmeye başladı.
ilk izlenimi bir sincap yuvasında olduğuydu. karşısında duran koca delik yuvanın girişiydi ve girişi ağacın kırmızı yaprakları kapatıyordu. bu yapaklar sayesinde içeri sarımtırak kırmızı loş bir ışık sızıyor ve içeriyi aydınlatıyordu. üzerinde uyandığı kırmızı yapraklarda ağaca aitti muhtemelen ve çok yumuşaktı. ağacın kovuğu içerisinde bir köşede mavi çiçekler vardı ve sanki uzun zamandır orada duruyorlardı. etrafı izlerken artık tamamıyla uyanmıştı ve rüyada olmadığı kesindi.
 -peki ama neredeyim?
 -burası benim odam değil...
 -ben buraya nasıl geldim? 
diye düşünürken, dışarı çıkıp bakmaya ve nerede olduğunu öğrenmeye karar verdi... 
emily ağacın kovuğundan çıktığında gördü o kırmızının en güzel tonunu. ağacın yaprakları üzerine altın tozu serpilmiş gibi parlıyordu. emily hayranlıkla ağacı izlerken hala şaşkındı. etrafına şöyle bir bakındı... nerde olduğunu ya da buraya nasıl ve nereden geldiğini bilmiyordu. hafızası boşalmış, her şeyi unutmuştu. kim olduğuna dair nerede olduğuna dair aklında hiçbir şey yoktu. etrafına bakarken gerçekten mutluydu. hayali bir peri ülkesi gibiydi olduğu yer en azından emily öyle düşünüyordu. kırmızı yapraklı o muhteşem ağaçtan başlayarak her şey harikuladeydi. ağaca şöyle bir baktı... sincap yuvası sandığı kovuk aslında hiçte küçük değildi. zaten ağaç başlı başına bir ev kadar büyüktü ve o kovuğun girişi bir evin kapısı gibiydi. ağaca biraz daha göz gezdirince, çok yüksekte duran ağaç evini de görmüştü. merakla ağacın etrafına baktı, belki yukarı çıkmasını sağlayacak bir merdiven vardır diye... ağacın etrafına bakarken birden bir canavar sesi, bir kükreme duyuldu. hayır hayır bu bir canavar kükremesi değildi ama ormandaki huzurlu sessizliği bozmaya yetmişti. emily sesi tekrar duymak için etrafı dinlerken kuş cıvıltılarını fark etti... kuşlar şarkı söylüyordu, rüzgâr onlara eşlik eder gibi ağaçların yaprakları arasından geçip yaprak hışırtıları ile güzel bir melodi oluşturuyordu. ardından tekrar o ses duyuruldu. emily en son ne zaman yemek yemişti hatırlamıyordu ve karnı gerçekten acıkmıştı ama yanında ne yiyecek ekmek ne de içecek su yoktu. ve kırmızı yapraklı ağaç yavaş yavaş gözlerini açıp emily'e -demek uyandın küçük hanım dedi...
görsel
bu kırmızı yapraklı ağacın emily'ye ilk günaydınıydı, 
-demek uyandın küçük hanım
emily etrafına bakındı ve
-"kim konuştu" diye yüksek sesle mırıldandı.
-ah ne kadar da tuhaf bir yaratıksın sen öyle... karşına bak ufaklık tam karşıya
emily iri yeşil gözlerini kocaman açarak, kırmızı yapraklı ağaca dikti ve tedirgin bir şekilde;
-"sen mi konuşuyorsun" diye sordu. 
ağaç
-evet ben ne o beğenemedin mi?
 emily
"ne kadar da ukala" diye içinden geçirirken
-"hayır sadece şaşırdım" diyebildi
kırmızı yapraklı ağaç çok güzel bir kadın sesine sahipti ya da en azından emily öyle hissediyordu ve aslında ağacın ne emilyi gören gözleri, ne kulakları, ne de konuşmasını sağlayan bir ağzı yoktu...
emily ağacın sesini beyninin içinde duyuyordu ve "delirmiş olmalıyım" diye düşünürken
-"şey burası neresi, ben nerdeyim ve nasıl geldim? biliyor musun hiçbir şey hatırlamıyorum" diyebildi
kırmızı ağacın ukala tavrı ve küçümser ses tonunun yerini, sakin sevecen ve şefkatli bir ses tonu ald
ı-sen nesin ufaklık bilmiyorum ama burası "düşler ormanı" ve daha önce senin gibi bir yaratığı bu ormanda hiç görmedim.
 emilynin nefesi içine kaçmıştı ve boğazına düğümlenmişti. boğazına takılan nefesi yüzünden olsa gerek, ağlamak geldi içinden. bu ormanda yapayalnızdı, acıkmış ve kaybolmuştu. hiçbir şey hatırlamıyordu ve bu ormanda ona benzeyen başka bir insan başka bir canlı yoktu ne yapacağını da bilmiyordu. göz yaşları yanaklarından süzülüp bir bir düşerken... 
kırmızı yapraklı ağaç tekrar konuşmaya bağladı
-yapma ufaklık beni de ağlatmak falan mı istiyorsun
dedi ve devam etti.
- çok yorgun olmasın ve biliyorum ki karnında aç ama korkma bu ormanda başına kötü bir şey gelmesi neredeyse imkansız. neşelen hadi "bay papyon" birazdan gelir ve eminim onun seninle paylaşmak isteyeceği lezzetli yiyecekleri vardır.
şuraya yazdıklarıma eksi veren arkadaşlara sesleniyorum

eksi vereceğine eleştiri yap neyi beğenmedim ya da ne eksiğim var?

ne düşünüyorsunuz söyleyin de bende kendimi geliştireyim. Öyle kuru kuru eksi vermekle olmaz.
tek tek başlık açıp sol frameyi rahatsız etmemek için yazının devamını sayfalar halinde girmeye kara verdiğim ütopik masal ya da öykü bütünü.
Merakla beklenen oyku. Ben okumayi severim.
kaldığım yerden devam ediyorum. zaten çok da fazla ilerlememiştim.

emily içi biraz rahatlamış bir şekilde, ağacın yanındaki dev mavi menekşelerin arasına oturup beklemeye başladı...
beklerken iç çekerek ve derin bir nefes alarak gökyüzüne baktı. ilk olarak onu şaşırtan ve dikkatini çeken şey, gökyüzünün dünyamızda olduğu gibi mavi olmamasıydı. burada gökyüzü altın sarısına çalan sarımtırak bir renkteydi ve pembemsi pamuk şekeri andıran bulutlar vardı. ormanı örten bu loş ışığın sebebinin elbette ki bu sarımtırak gökyüzü ve bulutlar sayesinde olduğunu anlamıştı emily.
pamuk şekerden yapılmış o tatlı bulutları seyrederken, çocukluğundan bir anı canlandı zihninde;

küçük emily beyaz çarşafların asılı olduğu bir bahçede koşup oynuyor ve etrafına gülücükler saçıyordu. daha çok küçük ve çok mutluydu. belki daha 5 yaşlarında falandı en fazla ve beyaz çarşafların arasında koşarken kirli ellerini çarşaflara sürüyordu. çok geçmeden, hoş bir kadın sesi duydu emily
- onları daha yeni yıkadım em! uzak dur ve başka bir yerde oyna.
emily ne kadar üzüldüğünü ve ağladığını hatırladı ve yine gözleri doldu...
hala aynı o kırılgan kız çocuğu kalbine ve hala ağlamaya her an hazır o ışık saçan meraklı gözlere sahipti.

elinin tersi ile yanaklarına süzülen yaşları sildi ve bulutların neye benzediğini bulma oyunu oynamaya karar verdi. bu oyunu emilye annesi öğretmişti ve emily şu an annesin sesini çok özlüyordu. yanında olup onunla birlikte şarkılar söyleyebilseydi keşke ama şimdi çok uzaktı ve onun azarlamalarını bile özlüyordu.
emilynin çocukluktan kalan bu alışkanlığı biraz kendini iyi hissetmesini sağlamıştı. emily korktuğunda şarkı söylemesi gibi üzgün olduğu zamanlarda da bulutların neye benzediğini bulma oyunu oynardı. bu oyun onu her zaman neşelendirir giden bulutlar onun üzüntü ve dertlerini de adeta yanında götürürdü.

emily bulutlardan birinin elmaya benzediğini düşünürken bir ses duydu ve sesin geldiği yöne baktı...
bu ses bay papyona aitti
-demek misafirimiz uyanmış
dedi bay papyon...