bugün

kadın olmaları sebebi ile hevesatına düşkün, varlığını; başka varlıklara peşkeş çekme pahasına egolarına tapan bir canlıya istediğini vermektir.

işsizdim, işsizlik benim en sahici yanımdı sanki. etrafımdaki insanlar hiçbir zaman işsiz olmamı yadırgamadılar, yıllarca alıştılar bu duruma. herkes, ailem bile.
ne var ki parasızlık insanı bir yerden sonra saldırganlaştırıyor, üstüne üstük uyuşturucu bağımlısı biri için bu çok daha zor olsa gerek.
arkadaşlarımın sardığı üçlülerden bir iki duman alarak ya da köpek mamasını kullanarak oluşturduğum karışımlarla vücudumun ihtiyacı olan zehri temin ediyordum. bir akşam arkadaşlarımdan biri altında gayet lüks bir araçla geldi. serkan'dı bu. aslına bakacak olursanız iki şişe bira için sabahtan akşama kadar leş gibi ter kokan konfeksiyoncu adamlara tahammül ederek eşekler gibi çalışan kız kardeşinin çantasından para aşıran, vermeyince de erkek arkadaşıyla görüşmesine müsaade etmeyen amatör bir pezevenkti serkan.
bir aç köpek ancak el arabasına malik olabilirdi, o da belediye tarafından zehirlenip bir çukura atılmak içindi. peki serkan nereden bulmuştu bu arabayı? sordum;

-ne iş serkan, geceleri işe mi çıkıyorsun artık? para etmez oğlum senin o sinekli götün.
+siktir lan! ama harbiden işe çıkıyorum hacı.
-ne işiymiş o öyle?
+çarka çıkıyorum.
-çarka?
+zengin matureler var hacı, fazlasıyla mağdurlar, onların isteklerini yerine getiriyorum.
-jigololuk yapıyorsun yani?
+oğlum mahalle imamı gibi sorup durma, he amına koyayım jigololuk yapıyorum.

bu zamana kadar kadınlardan nefret etmemi sürekli olarak doğrulayan hadiseleri yaşıyordum, erkekleri masum görüyordum çoğu zaman ama serkan'a bakınca ona acıdım. zaten kendini bu pislik torbasına açan kadına herhangi bir tanım getiremiyordum.
araba güzeldi, serkan'ın üstü başı da. arabaya bindik ve bir kaç tur attık. normal şartlarda önünden geçemeyeceğimiz bir yerde yemek yedik. serkan'ın cebindeki 200 liralık banknotlar gözüme ilişmişti. lavaboya gidip ceplerime baktım, tam tamına 5 lira 45 kuruş vardı. yani içtiğim sigaradan beş kuruş aşağı, insanlığımdan milyonlarca lira...

karar verdim, ben de serkan'a katılacaktım, hem serkan gibi ilk okuldan bu yana kızlar tarafında itici gelen bir hırbo bunu becerebiliyorsa ben de yapardım.
terk edilmiş ve bu sebepten kadınlardan soyutlamıştım kendimi. nefret ediyordum her birinden. ama bu işi bir ticaret olarak düşündüm.
bedenini ver, parayı al... aklıma yatmıştı.
serkan'a açtım durumu.

-serkan beni de götür.

şaşırmıştı serkan, arabayı kullanırken bir kaç defa kafasını çevirerek baktı bana ve gülerek sordu;

+ciddi misin lan?
-evet çok ciddiyim. parasızlıktan imanım gevrildi, en azından bir iş bulana kadar idare ederim.
+oğlum var ya adamsın lan, çok eğleneceğiz çok. tamam, git üstünü başını değiş, adam gibi bir şeyler giy, gece almaya geleceğim seni. bir de banyo et, etek tıraşını ihmal etme, karılar bakımlı olanları istiyorlar, kendine özen göster ki devamı gelsin..
-tamam.

serkan'ın yanından ayrıldım direkt eve gittim ve banyoya girdim, iyice duş alıp temizlendim, artık vücudumun her yerinde bebeksi bir dokunuş vardı. kerameti kendinden kıllarımı da kesip güzelce giyindim. ardından serkan'ı beklemeye başladım.
serkan geldi ve çıkmaya hazırlandım, seccadenin üzerinde annem dua ederken bir yandan da paran var mı diye işaret ediyordu, annem benim... zaten bir tek soran da oydu. her şeye rağmen...

gerek olmadığını söyleyip çıktım ve istanbul'un en elit semtlerinden birinin en işlek caddesinde beklemeye başladık.
istanbul sandığımdan daha da kirliydi oysaki. bir yanda bizler gibi çarka çıkmış kadın bekleyen genç çocuklar, bir yanda travestiler...

-oğlum serkan travestilerin ne işi var burda?
+hacı onlar da kendi işlerini bekliyorlar, birazdan arabalardan biri yanaşır, alır götürür bunları. sonra da sen bana ben sana usulü güreş başlar.
-nasıl yani?
+ben bunlarla ara ara konuşuyorum, bunlar genelde pasif olmuyorlar.
-pasif?
+yani sadece alıcı olmuyorlar, bazı kişiler sadece kendini düzdürmek için alıyorlar bunları.
-vay anasını si...

demeden bir jeep yanaşmıştı travestinin yanına. içinden kelli felli, uzun boylu gayet iyi giyinimli biri indi ve o travesti ile konuşup arabaya bindiler. o esnada serkan devre'ye girdi.

+nasılsınız ümit bey?
-teşekkürler serkancım ya sen nasılsın, geçen gün beni ektin ama.
+mazur görün serkan bey. görüşmek dileği ile.

-ne ekmesinden bahsediyor lan bu?
+geçen gece bana gel dedi, 10.000 dolar civarı para verecekti ama kabul etmedim.
- eee yani?
+yanisi ben vuracaktım herife ama midem kaldırmadı.
-kaldırsa sikecektin yani?
+ya siktir git.

gülüştük ve bir iki dakika sonra bir araç yanımıza yanaştı. içlerinde 1980'li yılların sonunda şöhrete kavuşmuş arabesk sanatçılarından hallice, john travolta tipi saça sahip, üzerlerine kırlar düşmüş bol makyajlı kabarık saçlı kokonalar indi.

-merhaba serkan, nasılsın?
+teşekkürler tülay hanım ya siz?
-ben de iyiyim teşekkürler. arkadaşın kim?
+tanıştırayım, ibrahim...
=merhaba efendim, memnun oldum.
-ben de.
+tülay ne yapıyoruz?
-bir yerde oturup çay içelim.
+olabilir.
-ama çaylar sizden (yüzünde gayet pis bir sırıtma ile üstelik)
+peki...

arabalara bindik ve kadınlara hem çay ısmarlatıp hem de kendilerine sahip olma fikri güldürüyordu beni.

-oğlum serkan çayı biz ısmarlayalım en azından.
+siktireeet, bu işler böyle yürür, birazcık aşağılayacaksın ki değerli olasın. yoksa bunları sikecek adam çok, bize kalmamışlar.

serkan haklıydı, aşağılamalıydım. yaşına hürmeten nezaket gösterdiğim bu kadın, birazdan kollarımda olacaktı, nezaket, yaraşır mıydı hiç?

çaylar içildi ve sohbetler edildi. ardından herkes kendi eşini seçmeye başladı beni ise tülay hanım seçti. tabi bu umrumda değildi, amacım gecenin bir an önce bitmesi ve ödülümü almamdı.

evine gittik, allah'ım; nasıl bir yerdi burası. istanbul'un en nezih noktalarından biriydi. eve bakınırken tülay seslendi;

-ibrahiiim, yukarı gel istersen bir şeyler içelim.
+peki tülay hanım.
-aaaa! şu hanım demeyi bırak, ismimle hitap edebilirsin.
+peki tülay ha... tülay...

gözlerime bakıp şefkatle gülümsedi ve oturup konuşmaya başladık. eski bir diplomatın karısıydı, yıllarca avrupa'da yaşamış, medeniyet denen o pespaye etik yargılara fazlasıyla hakim, kültürlü bir kadındı. ne var ki bu durum birazdan altımda orgazm olurken tamamı ile ona ve yetilerine olan hayranlığımı yıkacaktı.

-neden?
+ney neden ibrahim?
-bunu yapmanız?
+buraya vaaz vermeye mi geldin yoksa işlevini yerine getirmeye mi?
-bakın yanlış anladını...

sözümü keserek;

+yanlış anlamadım ibrahim, sorgulanacak bir şey yok ortada, tek bir hayat var o'nu yaşa! düşünme gerisini...

tek bir hayat var onu yaşa... bu söz daha ilk anda yer edinmişti beynimde ve tülay'dan aldığım cesaretle, avrupa'da rektefiye ettiği göğüslerine dokunmaya başladım. orgazm konusunda gardını almış bu kadınla direkt olarak yatağa gittik. ve; oyun başladı...

dokundum o'na. yıllarca yalnızlığın ve imkanların gayet geniş olmasının verdiği serkeş hazlarını kusuyordu koynumda.

-sınır tanıma ibrahim...

kısılan sesi ve kayan gözlerine baktıkça o'na hem acıyor, hem de seks konusundaki estetik yeteneği beni hayran bırakıyordu ona. sınır tanımadım, istediği her şeyi yaptım. hem de her şeyi.
teferruatlara girmek sadece saçma zaman kayıpları olacaktır. sonucu belli olan ve sadece dakikalardan ibaret bir aktivite de ne olduğu ne olacağı gayet barizdir. kadın kısıtlıdır. alabileceğiniz çok şey yok 10 dakikalık orgazmdan başka.

alkolün ve atraksyonun etkisiyle uyuya kaldı tülay. ben ise sabaha kadar gözümü kırpmadım, yarı çıplak vaziyette evin odalarında dolandım. sonra gün ışıdı ve konsolun üzerinde duran hakkım olan parayı alıp çıktım o evden.
ardından üzerine kırağılar düşmüş çatısına bakıp, bahçedeki toprağın kokusunu içime çekerek el salladım gitmeden, yerle yeksan ettiğim puttan bir yüreğin dirilişine...
kırdım bir kadının benliğindeki bir putu daha... kalbini sere serpe secde ettirdim benliğime...
ben ibrahim'imim,
bir putun boynunu daha devirdim...
dul ve zengin bir kadına istediğini vermektir. conem benim.