bugün

aslında hiç kimse doğrulara pek de meraklı olmadığı içindir. herkes öyle söyler ama değil mi? "her zaman doğru bildiğimi yaparım. doğrularımın arkasında dururum. yalandan nefret ederim." vesaire. oysa doğru her zaman bir taneydi. hiç çoğalmadı. senin doğrun, benim doğrum, onun doğru bildiği, bunun doğru sandığı yok. "doğru" var.

her gün biraz daha yorgun başladığımı fark ediyorum. her gün doğrunun neresinden tutarsam tutayım elim biraz daha kayıyor, ayaklarım biraz daha boşluğa düşüyor. dünyayı sen mi kurtaracaksın, biraz kendini düşün, şu hayatta bencil olmak gerek, devir değişti cümlelerinin arasından sıyrılıp temiz havayı çekmek istiyorum içime. bunlardan kaçsam, kaçabilsem, bu sefer de doğrudan yana olduğum için beni samimiyetsizlikle, şov yapmakla itham eden başkaları kuşatıyor etrafımı. bıktım bu seslerden, bu çarpık doğru anlayışlarından, bu çıkarcı yoz sistemde tüketilmekten...

geçen iki dönem içinde ders isteğini geri çevirdiğim kaç veli oldu hatırlamıyorum bile. bir aile henüz 1., 2. sınıfa giden çocuğuna ders aldırmak istediğinde, notları zaten çok iyi olan çocuğuna destek olmamı istediğinde, hayattaki arzuları, idealleri bambaşka olan çocuğuna kendi tasarladığı geleceği dayatmak adına ders aldırmaya kalktığında tek yaptığım kibarca reddetmek oldu. çünkü bu doğru değil. çünkü bu yanlış. birilerinin doğru bildiğini savunduğu şey, kendi menfaatine olan şeyin ta kendisi. bu yüzden dünya yaşanır bir yer olmaktan çıktı. bu yüzden hep bir kavram kargaşası, bir iletişim kopukluğu, anlayışsızlık hakim hayatımıza. herkesin doğru bildiği bir şeyler var; ama kimse doğrunun bizzat kendisini bilip uygulamakla ilgilenmiyor.

taksiden indiğim sırada koltukta bulunan 20 liranın bana ait olmadığını biliyor oluşum doğru. kime ait olduğu bilinemese, bulunamasa da bana ait olmadığı doğru. onu bana uzatan taksiciye "bu parayı ben düşürmedim." demek doğru. sırf koşullar elveriyor diye üç kuruşa tamah edip sevinmek doğru değil ama. ya da kendi bildiği doğruyu değil de doğrunun kendisini yapan insana durmaksızın enayi demek. aptal demek. onu faydasız bir şov yapmakla suçlamak. onun doğruya olan saygısını zedelemek. zedelemek mi? düpedüz hırpalamak...

korkuyorum; çünkü diyorum ya günden güne zorlaşıyor herkesin kendi doğrularına sıkı sıkı yapıştığı ben merkezci düzenin göbeğinde kimsenin itibar etmediği o tek doğruları yapmak. enayi miyim ben diye bir ses işitir oldum beynimin derinlerinde. yemek buldu mu yiyen, dayak buldu mu kaçan, fırsat buldu mu çöken, nedense doğru bildiği hep kendi çıkarına yönelik olan insanlar gibi olmalıyım. dışlanıyorum. hor görülüyorum. doğruya sahip çıktığım için de hakikaten şimdiye dek kimse bana madalya vermedi...

biri bana günün birinde böyle şeyler yazacağımı söyleseydi ona inanamazdım. hayat bu işte. bir trajedi, bir dram, bir komedi sahnesi değil. akıp giden gerçekler bütünü. seçim yapmak zorunda kalabilir insan önünde sonunda. doğru bildiklerinin ölçü birimi para olan kalabalığa karışıp mutlu yaşamak ya da o rağbet görmeyen esas doğrunun peşine takılıp bir ömrü heba etmek. işin kötüsü seçim yapsan bile başaramamak var işin ucunda. karışmak isteyip karışamamak ve durmadan sırıtmak.

hep bu ikilemde yaşayıp hayatını böyle sona erdirmek de var sonra. doğruya sarılıp bu yaşa gelmişsin; ama yanlış yaptığını kabul etmek ağır geliyordur çünkü. hayatla sağlam bir fırtınada boğuşmadan meydan okumak kolay. gölgede yaşayıp güneşi sevmek kolay. gerçek insanın karşısına hep namüsait şartlarda çıkıyor.

artık ben de acaba diyorum. beni de kemiriyor şeytanın soruları. belki yıldızlı bir "doğru bildiklerinin peşinden giden" olamam; ama öyle olmak gerektiğini düşünmeye başladım bile. o çıkarcı, o yalancı insanlara galip gelmek bir yana, hep mağlup olmaktan yorulmuş, bitmek bilmeyen yaftalarından bıkmış usanmış... üstelik önüme ardıma, sağıma soluma bakınıyorum, hakikaten kimse bana bir madalya vermemiş...