bugün

cumhurbaskanının göreviyle ilgili işlemlerden sorumlu olmaması anlamına gelir. cumhurbaskanının siyasal sorumlulugu yoktur. cumhurbaskanının yaptıgı işlemlerden sorumlu olan başbakan ve ilgili bakandır. yine cumhurbaskanının görev ve eylemleriyle ilgili işlemlerinde hukuksal sorumlulugu da yoktur.cumhurbaskanının cezai sorumlulugu da yoktur ama bunun bir istisnası vardır bu da vatana ihanettir.
Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu ile Cumhurbaşkanının dokunulmazlığı çok farklı kavramlardır.

Cumhurbaşkanı, göreviyle ilgili olarak yalnızca vatana ihanetle suçlanabilir. Başka bir anlatımla, Anayasadaki usule göre vatana ihanet olarak nitelendirilmeyen bir görev suçundan (göreviyle ilgili suç) dolayı Cumhurbaşkanı sorumsuzdur.

Anayasamız, siyaseten sorumsuz olan Cumhurbaşkanını, göreviyle ilgili fiilleri açısından cezai yönden de sorumsuz kılmak istemiştir (Anayasa md. 105). Vatana ihanetle suçlanan Cumhurbaşkanı, Yüce Divanda yargılanır.
Cumhurbaşkanının görevden önce işlediği ileri sürülen suçlardan dolayı sorumsuzluğu yoktur. Görevi sırasında işlediği kişisel suçlarda da (yani göreviyle ilgili olmayan suçlar; örneğin kiracısına hakaret, taksirle yaralama vs.) sorumsuzluktan söz edilemez.

Cumhurbaşkanına her türlü suçtan (kişisel suçlar dahil) sorumsuzluk atfeden görüşler hukuk devletiyle bağdaşmaz. Esasen çağdaş ceza hukuku doktrininde devlet başkanlarının kişisel suçları açısından sorumlu olacakları neredeyse oybirliğiyle kabul edilmektedir.
Şu halde sorun nedir? Sorun, Cumhurbaşkanının görevinden önce veya görevi sırasında işlediği ileri sürülen kişisel suçlarından dolayı yürütülen ceza soruşturma ve kovuşturmaları açısından, Cumhurbaşkanlığı süresince dokunulmazlığa sahip olup olmadığıdır.

Cumhurbaşkanının kişisel suçlarından dolayı sorumlu olduğunu kabul eden ceza ve anayasa hukukçuları, bu soruya farklı cevaplar vermektedir. Farklı cevapların ve yorumların sebebi, Anayasamızda bu konuda açık bir hüküm bulunmamasıdır.
Ancak Anayasanın geçici 2. maddesinde, Anayasa Koyucunun, yani kurucu iktidarın (siyasi iktidar değil; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını kendinden önceki bir kuralla bağlı olmaksızın yürürlüğe koyan iktidar) bu konudaki iradesini görmek mümkündür. Şöyle ki, 12 Eylül döneminde yasama yetkisini kullanan Milli Güvenlik Konseyi, anılan Anayasa maddesine göre TBMM’nin göreve başlamasıyla altı yıllık bir süre için Cumhurbaşkanlığı Konseyine dönüşmüştür. Aynı Anayasa maddesi, Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyelerinin milletvekilleri gibi dokunulmazlıkları olduğunu hükme bağlamıştır. Buna göre Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyelerinin görevleri süresince tutulmaları, sorguya çekilmeleri, tutuklanmaları ve yargılanmaları mümkün değildir. Cumhurbaşkanlığı Konseyinin başkanı Cumhurbaşkanıdır. Konsey üyelerine dokunulmazlık veren Anayasa Koyucunun, Konseyin başkanı Cumhurbaşkanına dokunulmazlık tanımaması düşünülemez.

Cumhurbaşkanının dokunulmazlığı bulunduğuna dair bir başka kanıt, Ceza Muhakemesi Kanunun 43/4. maddesinde görülebilir. Sözünü ettiğimiz madde, Cumhurbaşkanının herhangi bir davada tanıklık yapmaktan çekinebileceğini, tanıklık yapmak isterse, ifadesinin konutunda alınabileceğini veya ifadesini yazılı olarak gönderebileceğini hükme bağlamaktadır. Demek ki Kanun Koyucu, Devletin başının adliye binasında yapılacak bir işleme katılmasını Devletin saygınlığı açısından sakıncalı görmüştür.

Cumhurbaşkanı, Devletin başıdır. Bu sıfatıyla, yüksek yargı organlarına, yüksek yargı başsavcılıklarına ve hakimler ile savcıların her türlü özlük haklarıyla ilgili tek otorite olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna atamalar yapar (Anayasa md. 104). Cumhurbaşkanının dokunulmazlığı bulunmadığı kabul edilecek olur ise, bir sulh ceza, asliye ceza veya ağır ceza mahkemesinin, Cumhurbaşkanını yargılaması gerekecektir. Bir mahkemenin, yukarıda değindiğimiz bütün bu yetkilere sahip Cumhurbaşkanını tarafsız şekilde yargılayabileceği konusunda hiç şüphe duymadan, mutlak bir beklenti içinde olmak mümkün değildir.
Öte yandan Devletin başının görevi sırasında, başkanı olduğu devletin mahkemesinde kişisel bir suçtan dolayı yargılanması Cumhurbaşkanlığı Makamında somutlaşması gereken Devletin saygınlığını ağır şekilde ihlal edecektir.
Şu an ülkemizde süre gelen tartışma 2000’li yılların başında Fransa’da yaşanmıştır.
Zamanın Fransız Cumhurbaşkanı Chirac, Paris Belediye Başkanı iken işlediği ileri sürülen bir fon yolsuzluğu nedeniyle sorgu hakimince sorguya çekilmek istenmiştir.
Chirac, sorguya çekilmesinin Devlet başkanlığı göreviyle bağdaşmayacağı gerekçesiyle bunu reddetmiştir.
Fransız Anayasasında o tarihte, Cumhurbaşkanlarının kişisel suçlarından dolayı dokunulmazlıkları olduğuna dair açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Konu, Fransız Temyiz Mahkemesinin önüne gelmiştir. Fransız Temyiz Mahkemesi 2001 senesinde verdiği kararında, Anayasa’da açık hüküm olmasa da, Fransa Cumhurbaşkanının bu görevi devam ettiği sürece yargılanmasının mümkün olmadığını, dokunulmazlığın sistemin özünde, içinde yer aldığını, yargılamanın ancak dönem sonunda yapılabileceğini hükme bağlamıştır. Yüksek Mahkeme, bu kararını verirken, 1999 tarihinde Fransız Anayasa Konseyince verilen bir hukuki görüşe dayanmıştır.
Fransa, 2007 senesinde, Chirac’ın Cumhurbaşkanlığının son haftalarında Anayasasını değiştirmiş, dokunulmazlığın yaratabileceği zamanaşımı sorununu, Cumhurbaşkanlığı süresince zamanaşımın işlemeyeceğine dair bir hüküm sevketmek suretiyle çözmüştür. Görülüyor ki şu an önümüzdeki sorunla büyük benzerlik taşıyan olayda, Fransız Temyiz Mahkemesi, zamanaşımı veya sair gerekçelerle dokunulmazlığın bulunmadığına karar vermemiştir.
Adam başbakan bile sorumsuzdu.