bugün

imaj çağında yaşıyoruz. bir gölgeliğe oturup söyleşmektense 15x15 piksel çözünürlükte bir profil fotoğrafından bir insanın üzerini hemencecik çizebiliyoruz. iletişim imkanları arttıkça daha çok arkadaşımız olduğunu sanırken aslında sadece bize sunulan ummanda damla ile insanları tanıyabildiğimizi sanıyoruz. medya yağmuru altındayken nedenini adamakıllı düşünmediğimiz davranış kalıpları geliştirebiliyoruz. kendimden bir örnek, kendi sosyo-ekonomik ahvalimin izdüşümüne denk gelen "kinetix" markasını kullanan kişilerle gezerken huzursuz olurdum. kinetix ayakkabı giyen kişilerle gezmek istemezdim. kekremsi, bulgursu bir tat alırdım öyle kişilerle muhatap olmaktan. bense yemez içmez, gene de adidas'tan başka bir marka giymezdim. kinetix'ten, esemspor'dan kurtulmalıydım. çünkü imajın her şey olduğuna ikna olmuştum. çünkü ilk bakışta ben de insanlar hakkında peşin hüküm verebiliyordum rahatlıkla. sonra bu zihniyeti bir kenara bıraktım, dersem tam olarak doğruyu söylememiş olurum. sonra saniyelik aydınlanmalar yaşamaya başladım ya da o anları aydınlanma sanıyorum. uyku ile uyanıklık arasındaki o arafta, bazen tüm bu 'moderin' hayatımızın koca bir kurgu olduğunu, iş işten geçmiş sayılabilecek bir vakit sonra tüm bu imaj peşinde kendimizi heba edişimizin yorgunluğunun altında kalacağımızı hissetmeye başladım.

***

neyse zihnimi ve parmaklarımı biraz serbest bıraktım.

***

kısaca bu melodi ile prim yapmaya çalışmak doğal bir davranış sayılabilir sanki. insanları etkilemek, insanların bizim zevklerimizi takdir etmesi ve zevklerimizi takdir eden insanlarla tanışmak, belki sevüşmek gibi şeyler.

2006 yılında ankara/meşrutiyet caddesi'nden ümitköy'e okula giderken böyle bir tip vardı. hemen her gün karşılaşırdık. nokia 6630 model telefonuyla kurtlar vadisi'nde çalan şarkılardan birini açar, belli bir müddet müzik sırada bekleyen liseli gençlere ve gündelikçi kadınlara doğru dalga dalga yayılır, sonra bu abimiz telefon çalıyormuşçasına müziği durdurup hayali bir konuşmaya dalardı.