bugün

söylemeliyim size. ey güçperestler
unuttuğunuz şu.
tanrılarınız da ölümlüler
hıçkırıklara boğulmuş çocuğun uyuması gibi duran sessizlik
yaşlı ve yorgun yüzlere değen zayıf, üşengeç, loş bir ışık
köşede yanmayan sakat ve kırık bir soba
hava salyalı it dişleri gibi keskin ve soğuk,
herkesim varmış diyorlar yanımda. Peh!
Oysa hepsi yalancı ve oruspu kalabalık
gerçekte koynuma aldığım çırılçıplak yalnızlık
hoş geldin cinnet
zaten sen hep burdaydın yoksulluk
eğer
eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü
ve bunun sebebini senden bildikleri zaman
sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir
ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;

eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;
eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,
eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır
ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;
eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,
ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;
eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
ve kaybedip yeniden başlayabilir
ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;
eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
işine yaramaya zorlayabilirsen
ve kendinde ‘dayan’ diyen bir iradeden
başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;
eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;
eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;
eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;
yeryüzü ve üstündekiler senindir
ve dahası
sen bir insan olursun oğlum…
rudyard kipling
dağ tepesinde bir çam olmasan

dağ tepesinde bir çam olamazsan

vadide bir çalı ol.

fakat, oradaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.

çalı olamazsan bir ot parçası ol,

bir yola neşe ver.

bir misk çiçeği olamazsan bir saz ol…

fakat, gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.

hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya mecburuz

dünyada hepimiz için bir şey var.

yapacağımız iş, size en yakın olan iştir.

cadde olamazsan patika ol.

güneş olamazsan yıldız ol.

kazanmak, yahut kaybetmek ölçü değildir

sen her neysen, onun en iyisi olmalısın…

dauglas malloch
"Can konağını aramadaysan, cansın; bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin, bir damla su arıyorsan susun. Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan âşıksın, Gönlün neye kapılmışsa O’sun sen. Şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir. "
Sıcak bir temmuz ayında,
öğle vakti, tam yukarıda
dünyayı dolduran güneş
tüm haşmeti ve şeffaf şalıyla
bir ananın çocuklarına baktığı gibi bakarken
yeryüzüne saran müşfik bakışlarıyla;
göz görebildiği kadar düz ve
ekin sarısı bir ovanın tam ortasında
bütün insanlara küsmüş gibi tek başına duran,
koca bir ceviz ağacının koyu gölgesine
açtığı buruşuk mendilin üstünde
acı soğan ve ekmeği
katık yapıp suyunu yudumlayan çobanın
derdi kadar derdin olsun sadece…
Taşıdığın unvanlar, sıfatlar var. Bazılarını yıllarca uğraşıp almışsın. Avukat, patron, profesör gibi...
Bazılarını ise almak için çok uğraşmamışsın. Güzel, hazırcevap, zengin gibi...
Sonra bir "silgi" geliyor. isminin önündeki yukarıda saydığım o sıfatların bazısını belki de hepsini siliveriyor.
Aaa o da ne? Bir anda etrafında insanlar kalmıyor. Nereye gittiler? Nereye olacak başka insanlardaki başka sıfatları başka unvanları sevmeye gittiler.
Ya gitmeyen hala etrafınızda duranlar varsa... işte onlar unvanları değil de sadece sizi seven ama hakiki sevenlerdir....
adın yolcuysa
ve çıktığın
bilinmezlikle döşeli bir yolsa
ne ala eğer
yolun aydınlık
ve baharı müjdeleyen çiçekler varsa
dört bir yanında
şen ıslıkların elbet dudağında
ne ala ciğerim ne ala!
fakat şunu unutma
şikayete hakkımız yok çıkarsa fırtına
ne de yol kesen eşkıya.
burası yol çünkü
bilinmez ki nereye çıkar ufuklar
bilinmez ki tepeni ardında neler var

sadece yolcuyuz ciğerim
sahibi olmadığımız yolda
olabilirse ak olsun alnımız
geldiğinde yolun sonuna.
Meğer düşeli çok olmuş
yüzümden gülümsemem
hatırlayamadım
Yetti göz yaşlarıyla yıkandığım
yetti hüsran duvarlarına çarptığım
Bıktım güçlü görünmekten
benden buraya kadar bittim
koşmakmış! Durmaya yok mecalim
Evet sınandım! Evet kaybettim!
Aslında dertli insanlar, ya da ne bileyim işte büyük problemleri olduğunu düşünen insanlar farkında... Acınmak istemiyorlar. Senden dertlerini çözmeni de istemiyorlar. Farkındalar demiştim. Eğer gerçekten sıkıntıları büyükse onu bir insanın çözemeyeceğini biliyorlar. Fakat bir şey istiyorlar. Yanında olduğunu görmeni, problemle uğraşırken tek başına olmadıklarını, küçücük bir desteği görmek istiyorlar. Senin herkül olmadığını biliyorlar. Fakat dost olduğunu görmek istiyorlar... Yapamaz mısın?
Avam diye bahsedeceğimiz halkın büyük kısmı omuzlarının üzerinde taşıdığı şey her ne kadar başmış gibi görünse de aslında dikdörtgen bir tv. Maalesef düşünüyorum zannettiği de kafasına empoze edilen ,kısıtlı,maksatlı,ve bilinçli propaganda... Ancak zavallı kelimesi tam karşılıyor bunları... Ya da hamal. Kullanmadığını neden taşıyorsun be zavallı?
Büyük bir felakete uğramışlardı. Çektikleri sıkıntı o kadar büyüktü ki...
Şöyle söyleyeyim yaşadıklarını bırakın başkalarının anlamasını bizzat kendileri bile her an soludukları acının farkında değillerdi.
Sayfaları sararmış kitaplarım
Yarım kalmış demli çayım
Annem, seccadem, dostlarım
Hayallerim, planlarım,umutlarım
Altısında ulan daha cancağızım
Acısını saklayamaz ki karım
ahh ulan ahh
baharda içeri mi girilir?