bugün

arkadaş zekai özger'in bir şiiri. her şey geçer, ölür, biter...

"can canı sever, ötesi yok bunun çocuk!"

sonra bir gün anneler de ölür...
böcekler ve kertenkeleler ölür.
boşalır suyu havuzun kum seddi yıkılınca,
sivrisinekler ve kağıttankayıklar ölür.
sonra o gün, çocuklar da ölür...

biz hepimiz önce küçük birer çocuktuk.
sonra büyüdük hepimiz; çocuk olduk.
balçıktan bir külçe olan dölleri,
en iri elleriyle kepçeliyen
ve biçimleyen
ve hep önce kendisiyle biçimleyen
o dehşetli yontucuyu;
doğumu ve gebelik sanatının bütün hünerlerini,
sütten bir mermere eşsiz bir incelikle işleyen,
anneyi, o usta nakkaşı
unutmadık...

önce anne doğurdu çocuğu acıya;
sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı.
sonra herşey ve herkes çocuktan var oldu...

geçti sarp kayalardan aştı nice dağlar,
içti ağulu sütünü hayat denilen annenin,
sıkıntının kutsal kabında yıkadı ellerini.
hüznü kuşlara dağıttı unutmasınlar diye onu,
acıyı gömdü toprağa; gayrı açar mezarlık çiçekleri...

böylece vardı bir ırmak kıyısına,
anne bir tedirginliktir nerede olsa.
bağırgan bir karmaşadır onun sesi,
takılır gibi eski bir gramafona titrek bir iğne,
-bu ayıp bu günah,
-bu çok ayıp günah,
-el ne der sonra,
ayak ne der...
bırakmaz çocuğu çocukça yaşamaya...

ama bir gün anneyle de hesaplaşılır.

çocuk yalnız annesine yaşar çocukken,
anne yalnız çocuğuna yaşamaz anneyken.
bölüşür anneliği babanın kasığında,
çocuğum bakışındaki çelişkidir büyüyen,
ağlamak bir soru olur sevginin yarım payında,
-ah bana,
niye baba?

ve bir gün babalar ölür...

tanrı bir ürpertidir çocuğun yüreğinde,
her tanrı biraz baba gibidir,
yiğit ve erkektir çocukları koruyan,
umacılar ve peri masallarının korkulu padişahı...
çünkü tanrıyı yaratan ve öldüren şeyler aynıdır.
vurunca acının ilk gölgesi yaratır kuşkuyu,
acının padişahı elbette zalim olur;
ve bilincin duvarına çarpınca şaşkınlığı,
bir soru önce acıya sonra acıya uzanır,
-hey tanrı,
hani tanrı?

böylece bir gün tanrı da ölür...

şimdi annenin yüreğinde ışıyandır,
sevginin ıslak soluğuyla örgülü tapınak.
bir gün bir kalem bir hokka içindeki kana bulaşır.
akıtır mürekkebini sevda denilen papirüse.
hani bir kuş gelir bir tapınağın duvarına yuva yapar,
çökertir tapınağı; daha bir güzelleşir yuva...
işte artık ne anne ne tapınak,
yıkılır gözyaşlarının sığınağı da...

sonra bir gün anneler de ölür...

gerilir gıcırtısı bir tüfek tetiğinin,
öfke yalnız tekliği besler büyür çocuk;
çocuk büyür...
sesi nemli, yine elleri yine soğuk,
hayat sığmıyorsa gövdene yüreğini sığdır çocuk!
nemli bir sesi sığdır o gittikçe nemlenen,
çocuk, çocuk sana bir dost gerek!

işte yeniden giyiniyor kendini çocuk,
bir çiçek gibi kopardı başkalarına uymayan yanlarını.
kendini üstlenmişsin var olmak için susmalar köprü,
çocuk, çocuk sana bir aşk gerek!

sen iyilikler ve güzellikler uzmanı,
suskunun gizemli sabrı,
bir teraziyi en iyi kullanan,
iğnenin ve ipliğin mercek gözlü büyücüsü,
karnaval gecesinin eğlentisiz parmak çocuğu...
ey hayat cambazı,
ey ip şaşkını,
ezberle o incecik tel üzerinde,
hayatı dengeliyen asayı:
aşkın ve dostluğun ayrımı yoktur çocuk,
ikisini de doğuran şey aynıdır.
bir kuşa bakarken hüzünlendiren,
bir güle baktıkça yürek kanatan,
bir yüreği açmadan solduran,
bir kadınla yatarken çocuk gibi ağlatan,
uyuz bir kedi gördükçe kanı kudurtan,
suyu yüz derece sıcaklıkta donduran,
anneyi üreten; babayı coşturan; çocuğu güldüren,
seni izmirlere çılgın gibi koşturan,
bir vagon penceresinden şaşkın baktıran,
bir mektubu ısrarla bekleten,
umudu dalında çürüten,
acıyı dayanılır kılan bir çıbanı irinle onduran aşka merhem sürdüren,
güneşsiz bir gök gördükçe; öldüren, öldüren, öldüren...
sevgi: tragedyanın kaynağı yaşamın kökeni insanı var kılan umut!
ah! nasıl ayrılır aşk ve dostluk birbirinden?
can canı sever, ötesi yok bunun çocuk!
ölümü ve ölümün ölümsüzlüğünü,
çocuğu ve çocuğun ölümsüzlüğünü,
sevgiyi ve sevginin ölümsüzlüğünü,
ah elbette aşktır dostluğu mayalayan...
ama kim anlatabilir bu parmak çocuğa,
bir dostla bir sevgili arasındaki ayrıntıyı...

hayır'lara evet'lere direten,
çirkini öptüren; kötüyü sevdiren,
aşkı sevgiliyle değil, kendinle yorumla!
kim ki kendini açığa komaktan korkmaz,
o saygın bir insandır.
herkes kendi yorumunun cellatıdır biraz da...
böylece lady chatterley de sevilir giovanni de
böylece lady chatterley ve giovanninin sevgilisi de
elbette her aşk yalnızca kendine sorumludur.
ama elbette her aşk yalnızca kendine sorumlu olunca
bir gün aşk da ölür...

ve başlar sıkıntısı kuralsız bir çelişkinin,
yapışkan bir sevişmenin sancısı doldurur boşlukları.
ve tutku aç bir güve gibi kemirirken sevdayı,
dölün pasıyla bulanırken sevginin beyazlığı,
ah şimdi kim inandırabilir bu eski çocuğa,
aşkın ve dostluğun varlığını...
bir gün ansızın yiter dostlar ve sevgililer!
etin ve kemiğin sıcaklığıyla solar sevdalar...

işte o gün herşey ölür...

şimdi bu yüreği nerelerde beslemeli?
bütün saksıları kırılıyorken güneşin büyüsüyle
ve ölümler ilençleniyorken en masum sevinçleri
ve her sevgi kendisiyle çelişiyorken,
şimdi bu nasıl doğmaklar olur yeniden beyazlara...

ama şimdi kim kandırabilir sizi,
bir ölünün, hayat kokan ağzını öpmek için...