bugün

istanbul nefes almaya başlamıştı sanki. karne tatilinden dolayı şehri terk edenlerden sonra şehir; üstünden koca bir yük kalkmışçasına ferahlamıştı. her semtine, her sokağına sakinlik çökmüştü şehr-i istanbul'un. şehri gezmenin tam vaktiydi aslında.

yatakta miskin miskin dönerken düşünüyordum bunları. hemen yerimden doğrulup, ılık bir duşla kendime geldim. hazırlanıp evden çıktıktan sonra arabanın anahtarlarını unuttuğumu fark ettim. ''vardır bi hayır'' diyerek eve dönmedim. zaten oturduğum semtin ulaşım sorunu yoktu. istanbul'un her yerine rahatça gidebiliyordum.

metroya inerken önümdeki iki apaçinin hemen önlerindeki kızı takip ettiklerini fark ettim! turnikelerden geçip aşağıya doğru inerken aynı sıralamada metroya doğru gidiyorduk. ya laf atacaklardı, ya çantasını çalacaklardı. metroya indiğimizde taksim-yenikapı istikametine doğru döndü kız. apaçiler peşine, bende onların peşine bindik metroya. bi kaç durak sonra kız inmek için yerinden kalktığında, apaçiler'de birbirlerine bakıp kalktılar. bende onlarla birlikte kalktım. hep birlikte yürüyen merdivenlere sıralandık. yürüyen merdivenlerden apaçileri geçip kızın koluna girerek ''korkmayın hanımefendi. arkanızdaki iki kişi sizi metroya bindiğinizden beri takip ediyorlar'' dedim. birlikte merdivenlerden çıkıp, kabataş istikametine doğru döndüğümüzde apaçiler taksime yönüne dönerek kaybolup gittiler.

+ tamam gitmişler.
- çok teşekkür ederim size. çok sağolun.
hiç fark etmemiştim.
+ rica ederim önemli değil.
- irem ben bu arada.
+ asaf!
- memnun oldum asaf.

o da benim gibi istanbul'u boş yakaladığında gezmek istemiş ve sultanahmet'e giderek oradaki tarihi yerleri fotoğraflamayı planlıyormuş.

elindeki fotoğraf makinesiyle çok şirin bir kızdı. görenin hemen kanının kaynayacağı, sevecen, güler yüzlü birisiydi. birlikte kahvaltı yaptık. hesabını kendi ödedi. çok şık bir hareketti. bazı kezbanlar gibi erkeğin üzerine yıkılmıyordu! hayatı beleşe getirmiyordu! civar müzeleri gezdik, öğlen yemeğimizi yedik derken gülhane parkının çimlerinde soluklanıyorduk.

''kendinden bahsetsene asaf?'' dedi.

ona anlattıklarımın özeti; ''sevmeden sevişmeyen, seksi hayatının merkezine oturtmamış, daha önce cinsel bir birliktelik yaşamamış ve sevgilisi olacak kişinin de bakire olması şartı arayan bakir bir erkek'' olduğumdu.

şaşırmıştı! kukusuna bakıp, sonra yüzüme baktı. gözleri dolmuştu irem'in. usul usul ayağa kalkıp, dolmuş gözlerinden akan bir iki damla yaşı silerken, tek kare fotoğrafımı çekti. sanki ömürlük bir vedaya hazırlanıyor gibiydi. arkasına dönüp kısık bir sesle "neden allahım neden" dedikten sonra yüzüme bakmaya başladı.

dudaklarından dökülecek cümlelerin boğazımı düğümleyeceği belliydi.

"bakire olsaydım beni sevebilir miydin?" dedi.

gözlerine bakıp kalakalmıştım öylece. eğilip yanağımı usulca öptü ve kulağıma ''senin suçun değil'' diye fısıldadıktan sonra kalabalığın arasına karışıp kaybolup gitti.

aslında onun suçu da değildi. sevişmek için seviyorum diyen bir ırz düşmanının yalanına inanmıştı belli ki!

hülasa bebeğim insanın yüzünde tarık akan hüznü.

edit: sıvaz'ın anısına.