bugün

o gün, aslında sıradan bir gündü ve sonunda kendi kalabalığımla başbaşa kaldığımda cemal süreya'nın aşk şiiri gelip de dönmeye başladı zihnimin derinliklerinde. öteden beri ayrı severim(bilhassa şu gökyüzünün kendisini ikiye bölmeye meylettiği kısım ruhumu fazlaca yaralar).

sevgilimle kavgalıydık henüz. şiiri, okuyan bir amatörden dinledim ve şiir "şimdi sen kalkıp gidiyorsun, git. gözlerin durur mu; onlar da gidiyorlar" diye başlıyordu. o ana kadar şiiri hep kalan tarafından ele almış ve bu şekliyle algımda misafir etmiştim. o anda farklı bir şey oldu ve şiir kahramanlarından giden olmayı denedim.

"şimdi ben kalkıp gidiyorum, siktir olayım. gözlerim durur mu, onlar da" derken farkettim ben nereden, nereye gitmeye niyetlensem ardımda bıraktığım birileri, bir şeyler varsa gözüm hep arkada kalıyor. bu anlamda özürlü denilebilecek kadar sıkıntılı bir yapım var.

bunun üzerine daha derin düşündüm ve bir gerçeğimin daha farkındayım artık; benim gözlerim kalkıp da gidemiyorlar işte. bu, beş yaşındayken de böyleymiş aslında ve bunu daha henüz farketmek hazin. misâl babam ve onun arkadaşları ile pazar sabahı balığa gitmek için plan yapardım, sonra sabah olduğunda (tek kelime etmese dahi) buruk olduğunu düşündüğüm, yalnız kalmışlığı çağrıştıran tek bir yüz ifadesi valide sultanın vazgeçirirdi beni.

kimilerimizin gözleri kalkıp gidemiyor işte, beceremiyorlar. hadi benimkiler, ağır miyop oldukları için sıkıntılı olsunlar ama öyle olmadığı hâlde gidemeyen, gidenin ardında kalan gözleri nesi?