bugün

Siz Vahdettin'i tartışıp temmuz sıcağında satış yapamayan 'refiklerimizin' para kazanmalarına yardımcı oladurun, General Westmoreland öldü.

Ölür tabii, 91 yaşındaymış.

Bana hep Hoş Memo çizgi romanının kahramanlarından General Motors'u hatırlatır. Şimdilerde çoktan unutulmuş eski bir gazeteci, Ali Gevgilili, onu dilimize 'General Samurkaş Aygırmotor' diye uyarlamıştı... Fakat bu çeviri, ingilizce aslındaki nefis ironiyi, dünyayı sömüren Amerikan General Motors şirketiyle Amerikan generallerinin neredeyse 'özdeş' konumu üzerine patlatılmış o muhteşem espriyi yansıtmıyor.

Tıpkı, eski Gal diliyle dalgasını geçen Asterix çizgi romanındaki Obelix, Idefix gibi tiplere, sevgili ağabeyimiz Halit Kıvanç tarafından 'Türk çocuklarının anlayacağı şekilde' Hopdediks, Durdediks gibi abuk sabuk isimler verilmesi gibi... Adamlar tutmuşlar, 'asterisque', 'obelisque' gibi Fransızca kelimeleri uyduruk bir Gal diline 'çevirip' hoşluk yapıyorlar, biz alıp katlediyoruz.

General William Westmoreland (şimdi ortalama Türk gazetecileri buna da 'Vilyam Paşa' diye isim takarlar) Vietnam savaşının ünlü Amerikan komutanıdır.

Gençliğimiz bu ve benzeri adamlardan nefret etmekle geçmişti...

Attila ilhan, Kore savaşının ünlü komutanı General Ridgway'i anlatacağı zaman, 'şimdi General Ridgway'i kim hatırlar?' diye sormuştu... Ben de derim ki, şimdi General Westmoreland'ı bizim 68 kuşağı bile hatırlamaz!

Bugün nasıl Irak savaşı ortalığı kasıp kavuruyorsa, o zamanlar da Vietnam savaşı gündemimizde bir numaraydı.

Ve de, geçen gün ishal teşhisiyle hastaneye kaldırılan Fazıl Hüsnü Dağlarca, ona 'Vietnam savaşımız' diyordu. Savaşta hepimiz Amerika'nın yenilmesini istiyor, komünistleri tutuyorduk.

Hem komünizmi 'iyi bir şey' sanıyorduk, hem de Amerikan ordusu Güney Vietnam'ı koskocaman bir kerhaneye çevirdiği için kızıyorduk. Daha sonra bu gerçeği Stanley Kubrick'in konuyla ilgili filminde 'sucky fucky five dollars' diyen Saigon fahişesini görünce hatırlayacaktık.

Vallahi istanbul'da da on liraydı ha aynı hizmet... Tabii bir de, Zürafa Sokağı'nın en dibinde, yaşlı ve çirkin kadınlardan oluşan 'beş liralık' piyasa vardı...

Amerikan askerleri, yaşça bizden azıcık büyük ağabeylerimiz, nerede ve niçin savaştıklarını pek de anlayamadan, bir yandan esrarı çekiyor, bir yandan Carlos Santana, James Brown ve Louis Armstrong dinleyerek sinek gibi ölüyorlardı.

O günlerden aklımda kalan, elbete My Lai katliamında ölümün gözünün içine bakan badem gözlü bebeler, ve de miğferlerin yanına sıkıştırılmış Marlboro paketleri...

Aptaldık. Çünkü Amerikan ilgisi henüz Ortadoğu'ya yönelmemişti ve yönelmediği sürece rahattık.

1967 yılına, kaçıncı oluyor, üçüncü galiba, israil-Arap savaşına kadar Ortadoğu'da yaprak kımıldamıyordu.

O sene, Amerikan emperyalizmi Ortadoğu'yu keşfetti.

1973 yılında da dördüncü Arap-israil savaşı herşeye tüy dikti, petrol krizini ve amansız enflasyonu başlattı, ertesi yıl biz de Kıbrıs'a çıktık, 1980 yılına kadar bizi esir alacak yokluk, yoksulluk, kan ve ateş denizine daldık.

O sıra Amerika Vietnam savaşını hemen bitirdi, yenilgiyi kabul etti, oradan çekildi ve Ortadoğu'ya döndü.

Vietnam savaşı sürdüğü sürece bela bizden uzaktı. Vietnam savaşı bizim savaşımız değildi. Bilemedik.

Çünkü 'jeostrateji' bilmiyorduk, Türkiye'yi ve Anadolu insanını da hiç mi hiç tanımıyorduk.

Biz uyandık, öğrendik ve geri durduk, tanımamakta direnen arkadaşlar öldüler.

Sonra bir kuşak daha geldi, onların da kimisi öldü kimisi hapislerde süründü. Arkalarından çok dokunaklı ağıtlar yakıldı ama giden geri gelmedi.

Eh, ne yapalım, bakın Ho Şi Minh de öldü, General Giap da, Johnson da öldü, Nixon da, şimdi General Westmoreland da.

Fakat Demireller ve Ecevitler ölmezler, onlar yüz yirmi yaşlarına kadar yaşayacaklar. Onlar beni de gömecekler.

engin ardıç