bugün

Haber: Ahmet ŞıK

Nokta Dergisi

Gülten Kaya önemli şeyler söylüyor. Başlığa aldığım cümle aynı zamanda Nokta Dergisi'nin de kapağındaydı ve bence röportajın en vurucu ifadelerinden biriydi. Başka vurucu ifadeler de var elbette. Okuyunca Hürriyet Gazetesi'nin marifetlerini görecek, magazin bataklığına gırtlağına kadar batmış, ciğeri beş para etmez "insan"ların göğüslerini "bölünme" tehlikesine karşı nasıl da siper ettiğini gözleriniz yaşararak takdir ve teslim edeceksiniz. Bu ülkede gerçekten bir bölünme tehlikesi olsa, bu "insan"ların acaba kaç tanesi ortalarda görünür, çok merak ediyorum doğrusu...

***********

Smokinli erkekler, tuvaletli kadınlar... Hepsi ayağa fırlamış bağırıp küfrediyorlar... Toplu bir histeri krizi manzarası bu... Fonda, havada uçuşan çatal bıçaklar görünüyor... Bu hengamede oturduğu yerden olanlara bir an-lam vermeye çalışan bir çift göz geliyor ekrana. Önünde, olası bir linçi engellemek için etten bir duvar ören garsonlar ve onların önünde te-laşla görüntü almaya ya da sorular sormaya çalışan bir medya ordusu...

Görüntüler bundan 8 yıl öncesine, 12 Şubat 1999'a ait: "Televole cumhuriyeti" vatandaşları için hayli prestijli sayılan bir ödül töreninden, Magazin Gazetecileri Derneği'nin gecesinden... O gece linç girişimi başarıya ulaşamamıştı ama medyatik linçin ilk ilmeği başarıyla atıımıştı. O geceden sonra Ahmet Kaya ruhen de bedenen de bir daha eskisi gibi olamadı. Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı, kısa bir süre sonra da yurtdışında öldü. Bütün bunların nedeni, ödü-lünü aldıktan sonra yaptığı şu kısa konuşmay-dı: "Ben bu ödülü insan Hakları Derneği, Cu-martesi Anneleri, tüm basın emekçileri ve Tür-kiye halkı adına alıyorum. Çok teşekkür ediyo-rum. Bir de bir açıklamam var; şu anda hazırla-dığım ve önümüzdeki günlerde yayınlayacağım albümümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu kli-bi yayınlayacak yürekli televizyoncular olduğu-nu biliyorum. Yayınlamazlarsa da Türkiye hal-kıyla nasıl hesaplaşacaklarını da bilmiyorum."

Ahmet Kaya'ya bir anlamda sonun başlan-gıcını yaşatan, onu ölümün kucağına iten linç gecesinin 8. yıldönümünde, o gece neler yaşandığını hayat arkadaşı Gülten Kaya anlattı.

Eleştirilerde adı sıkça geçen şarkıcılar Serdar Ortaç ile Ercan Saatçi ve Posta Gazetesi maga-zin yazarı Şenay Düdek ise asistanları aracılığıy-la bu konuda konuşmayacaklarını söylediler.

Gülten Kaya sorularımızı şöyle cevapladı:

Okurlarımıza o gece neler yaşandığını hatırlatabilir misiniz?

-Bilindiği gibi Magazin Gazetecileri Derneği'nin ödül gecesiydi. Ahmet Kaya da o gece ödülünü aldı ve müzikle ilgili tüm medya temsilcilerinin olduğu bir yerde -ki söylediklerinin onlar açısından haber değeri taşıdığını düşünüyordu- yeni repertuarından söz etti. Daha "Kürtçe" kelimesi ağzından yeni çıkmıştı ki linç güruhu hareketlendi. Küfürler başladı. Buna karşılık Ahmet, "Ben bin yıldır bir arada yaşayan Kürt ve Türk halklarının kardeş olduğunu, binlerce yıl daha bir arada yaşayacağına ve yaşaması gerektiğine inandığımı her yerde söyledim. Ama Kürt realitesini de kabul etmek zorundasınız" yanıtını verdi. Ama bu sırada zaten çatallar bıçaklar havada uçuyordu. Orada, bir takım kişiler üzerinden öyle bir grup psikolojisi oluşturuldu ki, birisi kalkıp provokatörlük görevini üstlendi...

O birisi kim?

-Mesela eşimin hemen ardından sahneye çıkan Serdar Ortaç. Sahnede okuduğu şarkı sözünü bir anda değiştirerek, "Bu devirde kimse sultan değil padişah değil. Atatürk yolunda Türkiye! Bu vatan bizim, ellerin değil!" diyordu. Bu şarkı üzerine iyice gerildi ortam. Şenay Düdek Ahmet'e, "Sünnetsiz pezevenk" diye ba-ğırıyordu. Bu hakareti de başka bir halk üzerinden yöneltiyor ve bu kadın maalesef bir gazetede köşe yazarı. Köşesinde de bindiği bir taksinin şoförünün bir PKK'lının kulağını nasıl kestiğini ve anahtarlık yaptığını anlatıyordu ballandırarak. Bunun adı ırkçılıktır. Sonra Ercan Saatçi, Tuncay Önder, Erdal Acar ve onun bir grup adamı vardı provokasyon grubunun içinde. Bir başkası, Reha Muhtar çıkıp memleket bölündüğü için memleketim şarkısını okutuyor. Birden 10. Yıl marşı sahne alıyor. Herkes hezeyan içinde. Zaten grup psikolojisi böyledir, insanlar katılmak zorunda da hissediyor kendilerini...

Ama katılmayanlar da olmuştur herhalde?

-Yani olmuştur tabii. Ama tarafsız kalmak dahi bu linçe onay vermektir bence. Bir tek kişi kalkıp da "bir dakika, bu adam ne dedi bir dinleyelim. Ne demek istedi bir anlayalım" demedi. Sonrasında da söylenmedi. Bir insanın, kendi ana dili de olan farklı bir dilde şarkı söyleyecek olması bu ülkeye ne gibi zarar verir diye sormadı kimse. Nasıl bir sindirilmişliktir, nasıl bir korkudur anlamıyorum. Zaten bizi bu günlere taşıyan da bu korku. Bu nedenle de eşim yapayalnız bırakıldı. Onu yalnız bırakanların bugün gelinen vahim noktada hiçbir şeyden şikayetçi olmaya hakları yok.

Yani o gece sizi korumaya çalışanlar olmadı mı hiç?

-O camianın içinden sadece Mehmet Aslantuğ'un adını söyleyebilirim. Kendisiyle o geceye dek tanışmamıştık. Bize çatal bıçak fırlatılmaya başladığında önümüzde durup kendini siper etmeye çalıştı. Benim için çok özel bir insan olduğunu düşünüyorum. Özel olarak o geceki tavrını çok değerli buluyorum. Hiç tanışmıyorduk ama o gece orada en doğru tavrı gösteren kişiydi. Sonrasında birkaç kez karşılaştık, selamlaştık. Her karşılaşmamızda bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını sormuştur. Magazin basınından Ali Çınar, Nurettin Soydan, Aslan Güven ve Uğur Güneri'nin adını sayabilirim bizi korumaya çalışanların arasında. Ve elbette ki otelin garsonları. Herbiri önümüzde durup kendilerini siper ettiler bize. Sadece bize dikkatli olmamızı söylediler, onun dışında bir diyalog geçmedi. Sessiz ve içtenlikle yapılan, sevdikleri ve dinledikieri bir sanatçıyı koruma, linçe karşı çıkma güdüsüydü bu.

O gecenin "kahramanlarının" arasında adı en çok geçen kişi Serdar Ortaç oldu. Hatta size bir mektup yazarak özür dilediği söylendi. Ne yazdı mektubunda?

-Serdar Ortaç hiçbir zaman mektup yazıp özür dilemedi. Bu doğru değil. Sadece dolaylı yollardan mesajlar gönderdi, ortak tanıdıklarımıza mail'ler göndermiş. O gece çok yanlış anlaşıldığını, Ahmet Kaya'nın şarkılarıyla var olduğunu, onu inanılmaz sevdiğini, çok huzursuz olduğunu ve bağışlanmak istediğini, özür dilediğini belirten şeyler yazmış. Samimi olsa, bunu bana yazacağına, kullanabildiği kürsülerden halka açıklardı. Kamuoyu önünde çıkıp tabiri caizse diyecek ki, "Hata ettim, ben bir b.k yedim!" Ama bunu yapacak cesareti yok. Şimdi de Eurovision şarkı yarış-masında Türkiye'nin ingilizce okunacak bir parçayla temsil edilmesini savunuyor. O zaman Ahmet'e neden karşı çıktın? Bu duruma Ahmet'in bir şarkısının sözüyle yanıvermek gerekirse, "Bu ne yaman çelişki."

Serdar Ortaç daha geçtiğimiz günlerde de eşinizi sevdiğinden, dinlediğinden bahsedi-yordu, siz hala neden bu kadar öfkelisiniz?

-Serdar Ortaç klinik bir vaka ve bu olayda bir simge. Tabii ki eşimin şarkılarıyla büyüyecek. Çünkü o kadar doğru ve güzel şarkılar ki, bu şarkıları dinlemekten başka seçeneği yok. insan ruhunu ve beynini beslemezse boş çuvaldan farkı kalmaz. Aklını, beynini, duygularını besleyen insan davranışı değil bu kişinin yaptıkları. Irkçı, milliyetçi söylemler geliştirip vatansevermiş gibi görünen ama bu arada sahte belge düzenleyerek askerden kaçmaya çalıştığı için cezaevine düşen boş kafalı bir kişi. O ve onun gibiler birazcık okusa ve bir bilince sahip olsalar, bu ülkeyi ve dünyayı daha doğru tahlil edebilirlerdi. Serdar Ortaç ve kendi gibiler nasıl tutunacak bu ortamda söyler misiniz? Yaptığı kötü şarkılarla mı? Ya da sanat adına yaptığı hangi şarkısıyla var edecek kendisini? Var olan şu ırkçı, lümpen, saldırgan ortamda bu gibi in-sanların payı çok.

Ahmet Kaya için sonu başlatan sürecin miladı mı o linç gecesi?

Olayın içinde iken ne yaşadığınızı çok iyi anlayamıyorsunuz; eve döndüğümüzde TV'den
dehşet içinde izledik. Ahmet için sonun baş-langıcıydı evet ve ölümü dolaylı bir cinayettir. Ahmet'in burada kalması onun ömrünü daha kısaltacaktı, Hrant'ın başına gelecekleri yaşamayacağına dair hiçbir garantisi yoktu ve gitmek zorunda kaldı. Sürgünde olması ne kadar uzattı derseniz, ortada. Ahmet'in söylediği, ne anlatmak istediği tartışılmadı bile. Bu ülkede böyle bir refleks geliştirdiler, genelden farklı düşünüyorsan yok edilmelisin. Hrant'ın anlatmak istedikleri nasıl anlaşılamadıysa, bu da böyle. Farklı düşünüyorsanız linç edilirsiniz, yalnız bırakılırsınız ve hatta öldürülürsünüz.

Bekliyor muydunuz böyle koro halinde yürütülecek bir linç kampanyasını?

-Açıkçası işin bu noktaya gelebileceğini tahmin etmiyorduk. Ama yapılan haberlerden sonra posta kutumuz bir anda tehdit mektuplarıyla doldu. "Boğma teli mi istersin, zincir mi? Ya da Adapazarı'ndaki ölüm üçgenini mi tercih edersin?" deniliyordu mektuplarda. Biz o sırada DGM'de yargılanmaya başlamıştık. Beraat ettik ama medya bundan hiç söz etmedi. Sokağın, halkın gözünde vatan haini, bölücü imajıyla kaldık. Çocuklarım okul servislerinde 'senin baban bölücü' gibi sözlere maruz kalıyordu. Evden çıkıp ofise gelirken yolda bizi görenler 10. Yıl marşı okuyordu. Ürkütücüydü. Zaten o gecenin hemen akabinde bizimle ilgili kurgulamış bir süreç başladı.

içinde komplo ögeleri de barındıran bir ifade değil mi "kurgulanmış süreç" tanımlaması? Yani yaşananlar önceden planlı mı diyorsunuz?

-Evet. Masa başında kurgulanmış bir senaryo uygulamaya konuldu kanımca. Olayın ertesin-de Hürriyet Gazetesi'nin manşeti 'Ayıp ettin gözüm' başlığıyla Ahmet Kaya idi. Ahmet'in Kürdistan haritası önünde şarkı söylerken görünen bir fotoğrafı konulmuştu ve fotoğrafın 1993 yılında Almanya Berlin'de verilen bir konserde çekildiği yazılıydı. Halbuki 1993 yılında Ahmet Kaya yurtdışına hiç çıkmadı ve böyle bir kon-ser hiç olmadı. Fotomontajdı fotoğraf. Zaten bu sayede beraat ettik. Yargılama sürecinde mahkeme Hürriyet gazetesine, 'elinizde bu konuyla ilgili orijinal fotoğrafı ve belgeleri gönderin' diye aylarca yazı yazdı. Yanıt veremediler. Mahkeme polis zoruyla yapılmasına karar verince gazetelerin avukatları mahkemeye ellerinde konuyla ilgili belge ve fotoğraf olmadığını anlatan bir yazı sundular. Ama zaten Ahmet linç edilmişti o sürede. Yüz binlerce kişinin eline geçen bir gazete bunu tepesine taşırsa, okurun kafasında bir kanaat oluşur.

Peki, Ahmet Kaya ile ilgili bu gerçekler medyada daha sonra yer buldu mu?

-Maalesef bunları dile getiremedik. Basın toplantıları, açıklamalar yapıldı ama nafile! Haber olamadık. Linç kampanyasında bölücü etiketi yapıştırmakta gösterilen özen, haklılığımızı haykırırken göz ardı edildi. Öte yandan varsayalım ki o konser haberi doğruydu. Olayın 1993'te olduğunu yazıyorsunuz, madem elinizde fotoğrafı var neden 6 yıl sakladınız diye sormazlar mı size. Neden elinde tutuyorsun bunu? O fotoğrafa bakarak vatan haini dediğin adama 1 yıl sonra 1994'te gazetenin altın kelebek ödülünü veriyorsun.

Hrant Dink'in öldürülmesinde rolü kimi yazarlarca dile getirilen ancak henüz tartışılmayan medyanın sorumluluk payı bu olayda da ön planda yer aldı diyebilir miyiz?

-Kesinlikle. Ahmet Kaya'nın aforoz edilmeye çalışılmasında ve halkın gözünde suçlu ilan edilmesinde en büyük suçlu medyadır. Eşimle ilgili linç kampanyasının başlatılmasında, sürdürülmesinde ve yaygınlaşmasında medyanın katkısı çok oldu. Medya terörize ediyor toplumu; bu çok tehlikeli bir şeydir, sorumluluğu büyüktür. Medya adeta kimlerin var olması gerektiğine karar verilen bir merkezden yönetiliyor. 1999'da Ahmet Kaya'ya yöneltilen linç dalgasının nedenleriyle bugün bazı siyasiler ve medya eliyle yaratılan ırkçı hezeyanın nedenleri aynıdır. Eğer Ahmet'in linç edilmeye çalışıldığı gece yaklaşan tehlikeye dikkat çekilseydi bu işler bu noktaya varmazdı. Türkiye'de nüveleri uzun zaman öncesine yayılan lümpen bir linç güruhu oluştu, oluşturuldu. Bu güruhun ilk linç girişimlerinden birine de, Ahmet Kaya'ya yapılanları örnek gösterebiliriz. Belki o zaman hassas bir tepki geliştirilseydi, bu güruhu oluşturanlara karşı çıkılabilseydi, bunun mantıksızlığı anlatılabilseydi ne mahkeme kapılarında 301'den ve benzer davalardan yargılanan aydınlarımız olacaktı ne de şimdi Hrant Dink'in ardından ağlıyor olacaktık. Ne de Ahmet Kaya sürgüne gidip orada ölecekti...

Kim dikkat çekecekti?

-Tabii ki medya. Çok önemli ve kamusal bir işlevi var çünkü. Tek elden kamuoyunu bilgilendiren, etkileyen ve yönlendiren medyadır. Siyasetçiler dahi medya kadar güçlü değildir. Tüm ülkeyi bir anda etki altına alabilir. Bir in-sanı vezir de edebilir rezil de. Özel olarak Hürriyet Gazetesi başlı başına bir sorun zaten. Sivas olaylarında Aziz Nesin'i suçladılar, sonra Ahmet Kaya hedef oldu, sonra Hrant Dink, bir ara Orhan Pamuk sıradaydı, şimdi kim var bilmiyorum. Orhan Pamuk'un öldürülmeyeceğini kimse garanti edemez artık. Medya üzerinden insanlar üzerinde bir korku imparatorluğu inşa edildi.

Ne tür korkular?

-işte uzun zamandır yaratılan bölünme korkusu. Ana dilde şarkı söylemek istediğinde, Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyarak bu ülkenin Kürt, Ermeni ya da bir başka etnik gruptan vatandaşı olabildiğini dile getirdiğinde ya da geçmiş kanlı tarihimizle yüzleşelim dediğinde hep aynı paranoyaya tosluyorsun: "Ülke bölünecek!" Artık geçmişe bakma zamanı geldi. Osmanlının heterojen, çok kimlikli, çok kültürlü bileşenlerinin Cumhuriyet rejiminde neden var edilemediğini sorgulamak gerekiyor. 80 yıllık cumhuriyetin artık revize edilmesinin, yeniden yapılandırılmasının zamanı geldi. Çünkü bir şeyler bol ya da dar geliyor. Bu ortada, üstünü kapatmakla olmaz. Kürt sorununun üstünü kapattık; 25 yıldır ardında binlerce ölü bırakan bir savaş sürüyor. Ermeni meselesini tartışmıyoruz bile ve gelinen sonuç ortada. Konuşamazsak nasıl çözebileceğiz. Toplumsal barışı nasıl inşa edeceğiz?

Ahmet Kaya yaşasaydı ülkesine dönecek miydi?

-Kesinlikle. Gittiği günden itibaren, hemen her gün ve her an Türkiye'ye dönmeyi düşünüyordu. Onu biz engelliyorduk, çünkü can güvenliği yoktu. Sürekli olarak; "Herkes benim gemileri yaktığımı düşünüyor ama hiç öyle değil! Bir kenara bağladığım küçük bir kayığım var, bir gece hiç kimseye haber vermeden o kayığa atlar ve karanlık sularda kürek çekebilirim" derdi. Ahmet başka türlü var edemezdi kendini. Bu ülkede yaşayan muhalif bir sanatçıydı ki bu nedenle hedef oldu. Şimdi geriye dönüp baktığımda o korkunç geceden bu güne dek yaşanan süreci "ürkütücü, özlem dolu ve dinmeyen bir acı" diye özetleyebilirim.

Ahmet Kaya'nın mezarı neden burada değil?

-Ülke bu durumda iken Ahmet Kaya'nın mezarının burada olmasının onu huzursuz edeceğini düşünüyorum. Çünkü Ahmet, her zaman, "Ben tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir ülkenin dürüst bir yurttaşı olarak yaşamak istiyorum" derdi. Ama maalesef halen öyle değiliz. Ahmet'in özlemini duyduğu gibi bir ülke inşa edilebilirse, ben yaşarken o mezar buraya getirilir. Ama şimdi değil. Öyleyse onun ruhunu huzursuz etmeye gerek yok.