bugün

entry'ler (202)

açlık grevi 63 gündür vicdan arıyor

ölmediler gitti amk hamam böceği gibi kafasını koparsan 9 gün yaşıyorlar demekki...

tuvalette başa gelebilecek en kötü şey

devremin başına glen olaydır saat 24:00 civarları nöbetten dmnülmüş koğuşta miskin miskin bir elde sigara bir elde telefon arkadaşalarınla t.şşak muhabbeti yaparken anideen kapıyı açan askerin M.... B....... 'in dötüne cekpas sokmuşlar diye hönkürerek haykırmasıdır , tam olarak olay ise nöbetten dönen ve donuna bırakmamak için acele ile ışıkları yanmayan tabur helasına saldıran arkadaşın bir yavşak tarafından kapaklı taş tuvaletin deliğine munzur ca yerleştirilmiş plastik tuvalet fırcasının üzerine hunharca oturması ve feryat figan etmesiyle tabur nöb. amirine varana kadar tüm nöb. rütbelilerin toplanıp kalabalık bir konvoy halinde askeri hashataneye gidilmesidir...

bağcılarda ikamet etmek

bi boka yaramayan ilçe dir; hiç bir icraatı görülmemiştir adamlar kentsel dönüşümü bile burdan başlatmadı nie kendi kendini yok etmesini bekliyorlar amk...

sulu gözlü kızlar ile nasıl başa çıkılır

sulu gözlü kızlar ile baş 'a çıkılması imkansız dır , Susup söylenenler i sadece kabul etseniz yine hatalısınızdır.

abdullah öcalan a verilmesi gerekilen ceza

bu adamın bir an önce ameliyatla travesti edilip afrika genelevlerin de daimi işçi olarak dan fi sebilillah amme hizmeti yapması gerekmektedir...

türk kürt kardeşliğini vurgulamanın tam vakti

hep vurguladığımız hep vurguladığımız hep bizim biz kardeşiz dediğimiz bir kaç kürt vatandaşın da çıkıp evet biz kardeşiz v.s. demesine rağmen aynı adamların yine bdp veya pkk mitinglerinde görünmesi vatandaşın canına kast etmesi evini arabasını yakması polisi taşlaması ve en önemlisi bnm asker olan kardeşime kurşun sıkması ile neticelenen biz kardeşiz yalanı ... sokakların berbat bir hale gelmesi akşam evinin balkonunda otururken bir kaç kişi telefonun sesini sonuna kadar açmış yürüyor neden bunlar hep kürt yada birisinin kızına karısına laf atıldığında atan neden hep kürt hırsızlık gast bu olayları yapanların neden %80 90 ı kürt neden bu vatandaşlar bu işlere bu kdr meyilliler beni ırkçılıkla suçlayanlar olabilir ama ben ırkçı değilim sadece bu insanlardan bir tane bile işe yarayan adam göremedim bu yüzden üzgünüm ne hikmettir bilinmez sanki memleketteki tüm kötülükler bu adamlardan çıkıyormuş gibi geliyor... bol eksi bekliyorum...

ilk sigara içilen yerler

Dedemin paketinden çalıp tavan arasında gizli gizli içmeye çalışırken çatı yalıtım malzemelerini yakarak tüm mahallenin öğrenmesini sağladığım yer ve normalde etkisi sadece bir nutuk olacakken evin bir anda arenaya dönüşmesi ve o evin tüm gladyatörler'i nin üzerime atlamasına sebek olan ilk eylem...

1 e 100 kazanmak için yapılması gerekenler

daha sonra imara açılacak olan 2b kapsamlı arazilere bir kaç ortak girip biraz yer almak ,evi arabayı satıp biraz benzin depolayıp beklemek ,belediyelerde ve yükseklerde tanıdık sahibi olmak....

tek elinin avuç içi ile araba kullanabilen insan

benimdir o ben.

hayatımızı değiştiren fikirler

kimi zaman insanın hayata yeni bir bakış açısı kazanmasını sağlayan ve insanı sıfır noktasından başlatan bazaen se bir toplumun komple değişmesini sağlayan fikirler dir.

korkaklıkta ar ilerlemekte şeref var

Ebû Dücâne

Resûlullah efendimizin fedâisi.

Uhud harbinde sevgili Peygamberimiz, son emirlerini verdiler. islâm Ordusunun, nelere dikkat etmesi gerektiğini, açık açık bildirdiler...

Sonra, mübârek ellerinde tuttukları kılıcı göstererek buyurdular ki:
- Bu kılıcın hakkını yerine getirmek şartıyla, kim almak ister?

Mücâhidlerin hepsi istiyordu. Fakat Hazret-i Ebû Dücâne, yüksek sesle sordu:
- Yâ Resûlallah! Bu kılıcın hakkı nedir?

Kılıcın hakkı
- O'nun hakkı, eğilip bükülünceye kadar; düşmanın yüzüne vurmaktır, vurmaktır. Onun hakkı, Müslüman öldürmemen, onunla kâfirlerin önünden kaçmamandır. Onunla Allahü teâlâ sana zafer yahut şehîdlik nasîb edinceye kadar, Allah yolunda çarpışmandır.

Hazret-i Ebû Dücâne, Medîneli mücâhidlerin en bahadırlarından biriydi. Şunları söyledi:
- Kılıcı, o şartla alabilirim yâ Resûlallah.

Peygamber efendimiz, tebessüm ettiler. Sonra, kılıcı uzattılar. Üzerine, Arapça şu beyt oyulmuştu:
"Korkaklıkta zillet, utanç; ileri atılmakta, izzet, şeref vardır. insan, korkaklık etse bile; kaderinden kaçamaz."

Ebû Dücâne hazretleri o kadar sevindi ki, keyfinden, pehlivanlar gibi yürümeye başladı. Geniş ve dik adımlar atıyordu. Başına, kırmızı bir tülbent sardı. Sanki fırtına gibi, düşmana esmek için hazırlanıyordu.

Aslında Eshâb-ı kîrâm, ya'nî Peygamber efendimizin sevgili arkadaşları; mütevâzi, alçak gönüllü, kibirsiz insanlardı. Halbuki şimdi Ebû Dücâne hazretleri biraz gururlu görünüyordu. Kendi aralarında konuşuyorlardı:
- Böyle yürümek, Müslümana yakışır mı?
- Gurur ve kibir, bize göre değil ki.

Fakat Resûl-i Ekrem efendimiz, onları susturdular ve buyurdular:
- Bu bir yürüyüştür ki, harp meydanları dışında Allahü teâlânın gadabına sebeptir...

Hazret-i Ebû Dücâne, şâhin gibi düşman üstüne atılıyordu. Elindeki kılıcın hakkını vermek için, canını vermeye hazırdı. Önüne çıkan dinsizleri, müşrikleri kılıçladı, kılıçladı. Kimini öldürdü, kimini yaraladı. Zâten yürüyüşünden, heybetinden korkan hâinler; çil yavrusu gibi dağılıyorlardı.

O kurtulursa
Uhud Savaşında müşriklerin azılılarından Âsım bin Ebî Avf, kudurmuş bir canavar gibi Müslümanlara saldırıyor, bir taraftan da:
- Ey Kureyş cemâ'atı! Akrabâlık haklarını gözetmeyen, kavminizi bölen kimse ile çarpışmaktan geri durmayınız. Eğer O kurtulursa ben kurtulmayayım, diye bağırarak Kureyş kâfirlerini harbe teşvik ediyordu.

Ebû Dücâne hazretleri bu azılı kâfirin susturulması îcab ettiğini anlamış ve çarpışa çarpışa ona yaklaşıp, bu islâm düşmanını öldürerek gerekli cezâsını vermişti.

Ebû Dücâne hazretleri bununla meşgul iken, müşriklerden Ma'bed bin Vehb, Ebû Dücâne'ye müthiş bir kılıç darbesi indirmişti. Ebû Dücâne hazretleri çok seri bir şekilde yere çökerek bu öldürücü darbeden kurtulmuş, hemen sonra acele kalkıp hücum ederek, Ma'bed'i yaralamış, bir çukura düşürmüştü.

Sonra da çukura atlayıp başını kesip kâfirlere doğru fırlattı. Bu hâl, Kureyş kâfirlerinin zaten bozulmuş olan morallerini daha da bozmaya sebep olmuştu.

Uhud savaşının iyice kızıştığı sırada muhâcirinden Zübeyr bin Avvâm, kılıcın kendisine verilmemesinden dolayı üzgün idi. Kendi kendine dedi ki:
"- Ben Resûlullahtan kılıcı istedim. Onu bana vermedi, Ebû Dücâne'ye verdi. Halbuki ben halası Safiyye'nin oğluyum. Üstelik de Kureyşliyim. Halbuki önce ben istemiştim. Gidip bakayım, Ebû Dücâne benden fazla ne yapacak?"

Ebû Dücâne'yi takibe başladı. Ebû Dücâne hazretleri beytler okuyor, müşriklerden kime rastlarsa, onu vurup öldürüyordu. Müşriklerin en azılılarından, iri cüsseli Ebû Zûl-Kerş her tarafı zırhlarla kaplı, sadece gözleri görünüyordu. Ebû Dücâne hazretleri ile karşı karşıya geldi. Kâfir bağırıyordu:
- Ben Ebû Zûl-Kerş'im!

Bu isim kendisine uzun boyuna rağmen büyük göbeğinden dolayı verilmişti.

ikiye biçti
Önce Ebû Dücâne hazretlerine hücum etti. Ebû Dücâne, onun darbesinden kalkanıyla korundu. Ebû Zûl-Kerş'in kılıcı Ebû Dücâne hazretlerinin kalkanına gömüldü. Kılıcına asıldı fakat çıkaramadı. Sıra Ebû Dücâne hazretlerine gelmişti. Bir kılınç darbesiyle omuzundan, tâ uyluklarına kadar ikiye biçti. Canını Cehenneme yolladı.

Bundan sonra Ebû Dücâne, önüne çıkan her kâfiri devirerek dağın eteğinde defleriyle müşrikleri kışkırtan kadınların yanına geldi. Ebû Dücâne buyuruyor ki:
- Uzaktan bir kadın gördüm ki, müşriklere son derece kızıyor, bağırıyor ve harbe teşvik ediyordu. Üzerine yürüdüm. Etrafından imdat istedi, bağırmaya başladı. Onun bir kadın olduğunu görünce Resûlullahın kılıcının şerefini gözettim ve kılıcı kadına vurmadım.

Tir tir titreyen Kureyşli kadın bile, bu civânmertlik karşısında şaşırıp kaldı!

Bu kadın Ebû Süfyân'ın hanımı Hind idi. Daha sonra Mekke'nin fethinde Müslüman oldu.

Ebû Dücâne'nin her yere yetiştiğini, kılıcını kaldırdığı halde Ebû Süfyan'ın karısı Hind'i öldürmekten vazgeçtiğini gören Zübeyr bin Avvâm hazretleri, kendi kendine buyurdu ki:
- Kılıcın kime verileceğini Allahın Resûlü benden daha iyi bilir. Vallahi ben onun çarpışmasından daha üstün çarpışan, vuruşan bir kimse görmedim.

Sonra Ebû Dücâne'nin yanına vararak dedi ki:
- Yaptığın her şeyi gördüm. Kadına kılıcını kaldırıp sonra vurmaktan vazgeçtiğini de gördüm.

Ebû Dücâne cevap verdi:
- Resûlullahın kılıcına hürmet ettim ve onu kadın kanına bulaştırmadım.

Daha sonra Ebû Dücâne hazretleri, Hazret-i Hamza ve Hazret-i Ali ve diğer Eshâb-ı kirâm ile beraber yeniden düşman saflarına umumî taarruz için ileri atıldı. Birçok Sahâbî şehid düştü, fakat müşrikler de kaçmaya başlamışlardı.

Peygamberimiz duâ etmiş idi
Uhud savaşında Müslümanlar bir ara dağılınca, Peygamber efendimizin yanında yedisi muhâcirlerden, yedisi de ensârdan olmak üzere ondört sahâbi kalmıştı. Bu yedi ensârdan biri de Ebû Dücâne idi.

Ebû Dücâne, aynı zamanda ölmek ve ayrılmamak üzere üçü muhacirlerden beşi ensârdan olan sekiz sahâbiden birisi olarak Resûlullaha biat etmişti. Bu sekiz sahâbiden hiçbiri Uhud'da şehid olmadı, çünkü bunlara Peygamberimiz duâ etmiş idi.

Uhud savaşında, müşriklerin azılılarından Abdullah bin Hüneyd, Peygamberimizi görünce atını mahmuzladı. Kendisi tepeden tırnağa silahlı ve zırhlar içerisinde olup, başında da miğfer vardı.
- Ben Züheyr'in oğluyum. Bana Muhammed'i gösteriniz. Ya ben O'nu öldürürüm yâhut onun yanında ölürüm, diye haykırıyordu.

Ebû Dücâne hazretleri hemen onun karşısına çıkarak dedi ki:
- Gel yanıma! Ben vücudumla Resûlullahın vücudunu koruyan bir kişiyim.

Abdullah bin Hüneyd'in atının bacaklarına bir kılıç çaldı. Atın ayakları çökünce kılıcını kaldırıp:
- Al bunu da Hareşe'nin oğlundan, deyip bir vuruşta onu Cehenneme gönderdi.

Sen de râzı ol
Peygamber efendimiz bu olanları görüyordu ve buyurdu ki:
- Allahım, Ebû Dücâne'den ben nasıl râzı isem, Sen de râzı ol.

Ebû Dücâne hazretleri Uhud'da çok kahramanlık gösterdi. Resûlullah efendimiz Uhud gazâsından dönünce, Ebû Dücâne hazretlerine vermiş olduğu kılıçlarını almıştı. Kılıcın üzerindeki müşrik kanlarını silmek üzere mübârek kerîmeleri Hazret-i Fâtıma'ya uzattı. Bu esnâda, Hazret-i Ali de kendi kılıcını uzatarak dedi ki:
- Şunu da al, bu gazâda çok iyi işime yaradı.

Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu ki:
- Sen muharebede sadâkat gösterdin, başarılı oldun; Sehl bin Hâris ve Ebû Dücâne de başarılı olmuşlardır.

Böylece Ebû Dücâne ve Sehl hazretlerinin yapmış olduğu üstün hizmeti beyân buyurmuşlardır.

Cin mektubu
Ebû Dücâne hazretleri anlatır:
Bir gece yatıyordum. Değirmen sesi gibi ve ağaç yapraklarının sesi gibi ses duydum ve şimşek gibi parıltı gördüm. Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyah birşey yükseldiğini farkettim. Elimle yokladım. Kirpi derisi gibi idi. Yüzüme, kıvılcım gibi şeyler atmaya başladı. Hemen Resûlullaha gidip, anlattım. Buyurdu ki:
- Yâ Ebâ Dücâne! Allahü teâlâ, evine hayır ve bereket versin!.

Kalem ve kâğıt istedi. Hazret-i Ali'ye bir mektup yazdırdı. Mektubu alıp eve götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum. Feryâd eden bir ses, beni uyandırdı. Diyordu ki:
- Yâ Ebâ Dücâne! Bu mektupla, beni yaktın. Senin sâhibin, bizden elbette çok yüksektir. Bu mektubu, bizim karşımızdan kaldırmaktan başka, bizim için kurtuluş yoktur. Artık senin ve komşularının evine gelemiyeceğiz. Bu mektubun bulunduğu yerlere gelemeyiz.

Sâhibimin izni olmadıkça
Ona dedim ki:
- Sâhibimden izin almadıkça bu mektubu kaldırmam.

Cin ağlamasından, feryâdından dolayı, o gece, bana çok uzun geldi.

Sabah namazını, mescidde kıldıktan sonra, cinnin sözlerini anlattım. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki:
- O mektubu kaldır. Yoksa, mektubun acısını, kıyâmete kadar çekerler!

Bir kimse, bu mektubu, yanında taşısa veya evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrafına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider.

Ebû Dücâne hazretleri hicretin 13. yılında yalancı peygamber Müseylemet-ül Kezzâb ile yapılan Yemâme savaşında şehîd olmuştur.

ibretlik ayarlar

görenin ders alması gereken ibretlik ayarlar...

(bkz: )http://siz.net/penguen-de...-ibretlik-ayar-d-videosu/

yazarların en çok izlemek istedikleri filmler

hayalet sürücü 2 ,temel sümela nın şifresi ikisini de heyecanla bekliyorum... Süper türk nasıl olacak bilmiyorum ama güzel bir komedi olabilir......

abbasss

mahsun kırmızı gülün yeni dizisi hayat devam ediyor da 15 yaşında bir kız ile evlenen 80 yaşında bir adam dır. kendisinden nefret edilmesine, tiksinilmesine rağmen oyunculuğu takdir edilen konuşmları , replikleri , hareketleri dillere takılan şahsiyettir... yeeaavriiıııuuuummmmm...

sözlük yazarlarının 2012 den beklentileri

sonunda milleti köpürttüğüm ilk enrty girebilmek, ilk defa bir entry de eksi yememek vs. vs. vs. vs.

ilk kez kız istemeye gideceklere tavsiyeler

bütün o konuşmalar şakalaşmlar uzun uzun etrafa bakmalar süresince koltuğun ucunda iki büklüm kazığa oturmuş hissi ile bekleyebilir ayaklarınızı birbirinin üzerine koyarak bütün o süre zarfınca küçük emrah edasıyla bekleyebilirsiniz...

yerli otomobil fiyatının 20 25 bin lira olması

o arabayı yapacak babayiğidin çoktan belli olduğunu düşünündüğüm konu..

ezanı portekizce okuyan müezzin

herşeyin orjinaliyle güzel olduğu gerçeği...

mastürbasyon yaparken babaya yakalanmak

üzerinize soğuksu dökülmesine sebep olacak eylemdir.

sayokan

yakında başlamayı düşündüğüm savaş sanatıdır , amerika da iran da azerbeycan da vs. vs. vs. bir çok ülkede icra edilen ancak bizim bilmediğimiz , bütün dünyanın türklere ait olduğunu kabul ettiği ancak bizim kabul edemediğimiz biz den olan bizim olan ancak yetim çocuk muamelesi gören kültürleşme hareketimizdir.
tük ilkelerin savaş sanatları vardır
japonya - karate
israil - craw maga
amerika - kick box , full kontak karate vd.
çoğaltıla bilir ama hepsinin içerisinde kendi kültürleri vardır ve bunlarla kendi kültürlerini empoze ederler , örneğin karateyle uğraşmış bir insan olarak japon kültürünü tanıdım öğrendim japonların geleneksel selam lamalarını kullandım v.s. ama sayokan ile tanıştığım da kendi milletime ait olan bilmediğim bir çok şey olduğunu fark ettim. ayrıca şu an karate kung fu vs. içerisindeki görsellk korkusu özellikle karate bale yapar gibi hareketler barındırır uygunlaması ve öğrenmesi zordur ve zaman alır yıllar yıllar ister ve sokakta pek bi başarı sağlamaz çoğu salon sporudur oysa sayokan da araştırınca ve mahmut aybar hocam ile tanışma fırsatına eriştim kendisi çok ilgili ve iyi bir insan salonda boşluk olunca bende derse katıldım ve mini bir seminer halinde bir sunum yaptı kendisi bana sporu daha iyi anlaya bilmem için , orada şunu gördüm sayokan ister 16.000 yıllık olsun isterse 1 yıllık %100 türk tür ve sokak ta diğerlerine oranla daha başarılıdır salon sporu değil yaşam felse fesidir...
Felsefe demişken sayokanın felsefeside beni ayrıca etkilemiştirtamamen türk olan ve hakka bağlı adaleti arayan bir felsefesi vardır ...

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
FELSEFESi (alıntıdır)

….Bireyi ruhsal hamlıktan olgunluğa ve fiziksel zayıflıktan ustalığa giden yolda çalışan Sayokan uygulayıcılarının mesleki ahlak ve görgü kurallarının temel ilkeleri.
1 – Duyduklarına inanmaz gördüklerinin yarısına inanır : Böylece dedikoduların önüne geçilir şer odakların taşıdıkları laflara itibar edilmez. Zan ile hareket edip yorum ve yargılama yapılmaz iftiralara inanılmaz.
2 – Kişilerin geçmişi ile bugünlerini bugünleri ile geleceklerini yargılamaz : Kim bilebilir ki geçmişi hoş olmayanın bugün değişmeyeceğini bu günü güzel olanın yarını bozulmayacağını.
3 – Olmaz ile yoka inanmaz : Olmazı olduracak yoktan var edecek Allah olduğuna göre olmazların olması yokun var edilmesi için kula düşen sadece çalışmak öğrenmek ve Allah’tan isteyerek hak etmektir.
4 – Sır tutmak sırları açığa vurmamak.
5 – Alimlerle dost olup dostlara danışmak.
6 – Fani dünyaya ait şeylerle öğünmemek böbürlenmemek.
7 – Bela ve kötülüklere sabırlı tahammüllü olmak.
8 – Hakkı korumak hakka riayetle haksızlığı önlemek.
9 – içi-dışı özü-sözü bir olmak.
10 – Kötü söz ve hareketlerden sakınmak.
11 – Emri altındakileri ve hizmetindekileri korumak ve gözetmek.
12 – Hak için hakkı söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak.
13 – Zenginlere zenginliğinden dolayı itibardan kaçınmak.
14 – Fakirlerle dostluktan oturup kalkmaktan şeref duymak.
15 – iyilerle dost olup kötülerden uzak durmak.
16 – Hata ve kusurları daima kendi nefsinde aramak.
17 – Yapılan iyilik ve yardımı başa kakmamak.
18 – Ayıplar aramamak yüze vurmamak. Ayıpları örtmek gizlemek ve affetmek.
19 – Cömert ikram ve kerem sahibi olmak.
20 – Gözü gönlü ve kalbi tok olmak.
21 – Başkalarına lakap takmamak ve lakap ile çağırmamak.
22 – Cenk meydanında yenilgisine mazeret galibiyetine övünç getirmez karşısındakini aşağılamaz.
23 – Çalışmayı öğrenmeyi ve sevmeyi dost; tembelliği cehaleti ve kıskançlığı düşmandan sayar.
24 -Yaşlılara hürmette kusur etmemek.
25 – Geçmişinin analizi ile bu gününü bu gününü güzellikler ve hayırlarla donatarak istikbalini kontrol etmek.
26 – Tarihini ve kültürünü bilmek yaşatmak.
27 – Devletine ve milletine sadakat da samimi olmak.
28 – Kamu mallarını korumak.
29 – Aza kanaat çoğa şükür ederek paylaşmak.
30 -Anayı atayı saymak sevmek.
-------------------------------------------------
Konuşma Adapları :
1 – Konuşanın sözünü kesmemek.
2 – Biri konuşurken dinlemek aynı anda başkaları ile konuşarak söz sahibini ve dinleyenleri rahatsız etmemek.
3 – Fikrini beyan ederken söz istemek.
4 – Sen-ben değil siz biz olarak hitap etmek.
5 – Konuşurken sağa-sola bakmamak.
6 – Konuşurken ağızdan bir şey sıçramamasına dikkat etmek.
7 – Bilmediği konularda susmak konuşmuş olmak için konuşmamak.
---------------------------------------------------
Oturma Adapları:
1 – Yerde oturuluyorsa sağ ayağı dikip sol ayağın üzerine oturmak.(Rahatsızlıklar dışında)
2 – Büyüklerin önünde bacak bacak üstüne atmamak.
3 – Bacakları yayarak ve yayılarak oturmamak.
4 – Büyüklerin oturacakları yerlere oturmamak kendi yerini bilmek.
5 – Toplum içine girerken mutlaka herkese selam vermek kendisine ayrılan veya gösterilen yere veya kimseyi rahatsız etmeden oturabileceği müsait yere oturmak.
-----------------------------------------------------
Sayokan Karakteri
Yabgu Nihat Yiğit

Yabgu Nihat Yiğit

Sayokan’ın karakteri Sayokan Alpları ve taraftarları tarafından yaşatılır. Yani bu karakter Alpların karakteridir ve yaşanarak canlılık kazanır. Bu karakterin disiplinlerini söylev olmaktan çıkarır, yaşamının bir parçası, beşeri münasebetlerinin disiplinleri haline getirir. Nedir bu karakterin disiplinleri ?

1 - Atatürk’ün Türk miliyetçiliğinin birer neferi olmaktır. Yani milliyetçiliği biyolojik gen değil, kültürel gen üzerine kurar. Irkçı değildir. 16 bin yıllık tarihinin bilincindedir, gerçek tarihi bilgileri ile donanmıştır. Bu tarih süreci içinde tarihi, kültürel, geleneksel tüm unsurları bilir ; tüm çağdaş, demokratik, teknolojik, kısaca bilimsel tüm üretkenliği bu değerleri unutmadan sürdürür. ilericidir, yenilikçidir, gelişmeye açıktır ama kültürel değerlerinin, töresinin üzerine inşa eder ve yükselir. Çağdaş, demokratik, medeni gelişmeleri sağlarken, kimliğini unutmaz ; başka medeniyetlerin gelişmelerinden istifade ederken veya ilham alırken milli hususiyetleri de terk etmez. Çağdaş ve medeni olmanın, kimliğini ret etmek olmadığını çok iyi bilir.

2 - Vatanı, Bayrağı, devleti, dili, bağımsızlığı vazgeçilmezdir. Aştan, işten, rızıktan önce gelir. Bilir ki, bağımsızlığını yitirmek, esaret altında yaşamaktır. Esaret altında, inancımızı da, dilimizi de, kültürümüzü de ve Atatürk milliyetçiliğini de yaşayamayız. Unutmayın ki atalarımız tarihin hiç bir döneminde esaret altında yaşamamışlardır.

3 - Adalet, baki olmanın mutlak kaçınılmaz direğidir. Adalette dahi ben merkeziyetçi olamaz, zerre kadar da olsa adaleti, hakkaniyeti dimdik ayakta tutar. “Hak” için hakkı söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak, adaletli olmak demektir.

4 – Tarafsız değildir, çünkü tarafsızlık kişiliksizliktir. Tarafı bellidir, milli değerlerimiz ve çıkarlarımız ve hakkaniyette hakkın olduğu taraftır.

5 - Kendini, sahip olduklarını, donanımlarını çok iyi bilir. Neye yetkin olup olmadığının bilincindedir. Çünkü kendini tanımazsa, farkında olmadan nefsi onu ya en öne iter, ya geride sessiz bırakır, köreltir ve sallabaş yapar. ikiside makbul değildir. Kendini bilmeyen nefsi ve hırsı yüzünden en öne itilirse, liderlik sancağını hazırlıksız elinde bulur, bu sancak erdemsiz lider yüzünden ya parçalanır, bölünür yada ömrü bitmeye doğru gider. Kendini bilmez, tanımazsa, gelişmesini göremez, niteliksiz ve yetkin olmayan bir insan olur ki toplum onu arkaya iter. Bu insan da her şeye sallabaş olur, kullanılır ve koyun misalidir. Kendini bilmek, tanımak erdemdir. Onur, şeref, şahsiyet ve başarılar bu erdemin içindedir.

6 - “Ben merkeziyetçi” değil, “biz merkeziyetçi”dir. Ben merkeziyetçiler, çıkar ve menfaatlerine idealleri köprü, tabela yapar ; gerçek niyetlerini içine gizledikleri bir ambalaj gibi kulanırlar. Bütün öneri, tavsiye, hatta öne sürdükleri hatta ısrar ettikleri fikirleri, ülkülere yararı içerir gibi görünse de belli bir zaman sonra sonuçlarının kişinin çıkarlarını kuvvetlendirdiğini veya sağladığını görürüz. Ama iş işten geçer. “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.” terbiyesi, bir idealin baki olmasını, adapsızlığı ise, bir idealin parçalanmasına neden olur. Unutmayın ki, kibir, gurur ve övünme “ben” den beslenir. Hata ve kusurları daima kendi nefsinde arar.
Bu konuya örnek, günümüzde Atatürk, milliyetçilik, dinimiz bir takım çıkarların anahtarları olarak kullanılmaktadır.

7 - Susan ve kolay kabullenen değildir. Konuşma özgürlüğünü her zaman Sayokan ülküsü için kullanır. Ama kendini bilen ve tanıyanın konuşması ile, 6.ncı maddedeki “ben merkeziyetçi”nin konuşması farklıdır. Birisi Sayokan ülküsünü kuvvetlendirici ve geliştirici olurken, birisi bölücü ve kümeleştirici olur.

8 - Çok okuyandır tabiatı ile bilgi sahibidir. Ama bilginin hamalı değildir. Bilgi hakikati göstermez. Bilgi, yaşamın içinde canlı tutulursa, tecrübeler hasıl olur. Bilgi ve tecrübeli olmak, hakikate ulaştırır. Gerçek ile hakikat arasında ince bir çizgi vardır. Gerçek görünen yüz, hakikat ise görünmeyen yüzdür. Hakikati gören cahil olmaz.
“Biz cahil dediğimiz zaman, mekteple okumamış olanları kastedmiyoruz. Kastedtiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören hakiki alimler çıkabilir.” (M.K.Atatürk)

9 - Sıradüzeni (hiyerarşi) tanır ve icra eder. Sıradüzen içinde aynı ünvanlara sahip olanlar olsa bile, kıdem dediğimiz anlayış, ünvanlar arasına da farklılığı koyar. Sayokan’da sıradüzen vazgeçilemezdir, çiğnenemez bir anlayıştır. Sayokan’ daki tüm alplar, sıradüzen içinde yerini ve haddini bilmek zorundadırlar. Sıradüzen bir disiplindir. Disiplinler özgürlüklerimizi nerede ve nasıl kullanacağımızı öğretirler. Özgürlük, kendi sınırlarımızı ve taşıdığımız misyonun disiplinlerini bilmemizi sağlar. Bu bilinç, beşeri münasebetlerimizi ve ideallerimize ulşamamızı kolaylaştırır. Özgürlük, herşeyi yapabilmek, söyleyebilmek hakkı değildir. Sıradüzen anlayışı, itaati, sadakati ve saygıyı gerektirir.

10- Sır tutmasını bilir. Sırrın sahibi bir gün kendine düşmanı olsa bile, düşmalığına sırrı alet etmez.

11- Kişilerin geçmişi ile bugünlerini, bu günleri ilke geleceklerini yargılamaz, ön yargıda bulunmaz. Kim bilebilir ki, geçmişi hoş olmayanın bu gün güzelleşeceğini, bugün güzel olanın yarın çirkinleşeceğini ; veya tersi olmayacağını.

12- Milli ve ulvi bir davada, harcadıklarının veya desteklerinin karşılığını beklemez. Böyle bir anlayışa sahip olan, idealist olamaz. Hala idealistim diyor ve idealistlerin içinde yer alıyorsa, bir gün size desteklerinin hesabını sorar. Hesabını soramazsa, kendisi gibi düşünecek guruplar meydana getirmeye çalışır ki, bu bölücülük demektir.Fitnenin ve fesatın vücut bulması demektir. Bölücülüğün, fitne, fesatın olduğu hiç bir ideal başarıya ulaşamamıştır. Tarih böyle bir vakayı kayıt etmemiştir.

13- Sabırla kardeş olur. Ama çalışarak sabredenlerdendir. Oturarak bekleyenlerden değil.

14- Kamu mallarını korur.

15- Devletinin siyasetini yakından takip eder. Güncel gelişmelerle, ilgilenir. Türkiye’nin ve Türk Milleti’nin ali menfaatlerini koruyanlarla, korumayanları tanır. Dünya ülkelerinin Türkiye’yi ve Türklere bakış açılarını, amaçlarını, ne kıymet biçtiklerini iyi bilir. Bu kıymetin neticesine göre, ülkelere ve varsa Türkiye içi taraftarlarına karşı duruşunu aleyhte veya lehte kesinleştirir.

16- Vakitsiz bilgi insanı ukala yapar. Ukalalık “ben”e hizmet eder. Bir insan bilmesi gerektiği kadar bilmelidir. Sayokan alpı bilmediklerinin veya kendisine söylenmeyenin ardına düşmez. Böyle bir merak, kişiyi ön yargılı yada dedikodu kazanının sorumlusu yapar.

17- Sayokan’ı oluşturan dündede bugündede ne varsa tüm alplar koruyucusudur, değiştiricisi değildir. Sayokan, fertlere kabul ettirilmek için şirin gösterilmez veya kuruluşunda esası teşkil eden değerlerinden sırf yanlış anlaşılmasın yada herkesin kabullerinde yer alsın diye tavizlerde bulunulmaz. Milletler arası ilişkilerde de, arkadaşlıklarda da böyle bir yol tercih edilmez. Bu yol ilkesizlik, ülküsüzlüktür. Sayokan’ın içine Türk milletinin kabul edemeyeceği hiç bir değer konmamıştır. Sayokan’ın tüm değerleri ve nakşettikleri, 16 bin yıllık tarihinde var olan değerler ve hususiyetlerdir. Ve bu değer ve hususiyetler hiç bir kurumun, kuruluşun, cemiyetin, toplumun tasarrufunda değildir. Kabul etmeyen kendini, bilgisini sorgulamalıdır.

18- Sayokan’ı bilme ve tanımlama yetkinliği…Sayokan’ da teorik ve pratik uzmanlığa erişip, üretken olunmaya başlandığında, sayokan bilinecek ve tanımlanabilecektir. Uzmanlık ise bir süreçtir. Severek fedakarlık, çalışarak mesai harcama, sabrederek öğrenme ve tüm bu yetileri erdemli uygulama ile mümkündür. Yukarıda sayılan ve ifade edilecek karakterlere sahip olmakla beraber, teknik anlamda kusursuzluğa doğru yol almak uzmanlığa giden yol olacaktır. Sayokan’ı tanımlayabilmek, Sayokan’ın gelişmesinde, güçlenmesinde ve kitleselleşmesinde gerekli ön görüleri kazandıracak, üretkenliği geliştirecektir. Bu Sayokan’ın diğer savaş sanatları ile aynı kulvarda ve genel tanımlama içinde olmadığını ortaya koyacaktır. Sayokan Türk milletinin özüne dönüşün bir hareketidir. Özünü unutmuş insanlara özünü hatırlatmak ve görselleştirmek görevi mutlaktır, ama önce Sayokan alpı özü ile buluşmalıdır. Özünü unutmuş,unuttuğunun farkında değil, Sayokan’ın ilkelerinin bizim olduğunun farkında olmayan insanları kazanmak adına, Sayokan’ın ilkelerinde taviz Sayokan’ı önce uyumsuzluğa, sonra kendi içinde çelişkilere, sonra guruplaşmalara ve daha sonra bölünmeye götürür ki bunu yapmaya kimsenin hakkı yoktur. Ölene kadar bu vebal peşini bırakmaz. Unutmayınız ki ; inandıklarımızı yaşamazsak, yaşadıklarımıza inanmaya başlarız.

19- Her Sayokan alpı bu disiplinlerle yetişmeli, yetiştirilmelidir. Her bir alp Atatürk’ün Kür-Şad’ı olmalıdır. Sayokan alpları ; emre itaat eder, sorumluğunu bilir, verilen görevi eksiksiz yerine getirir, “keşke” sözcüğüne müracaat etmez, kolay maazeret üretme acizliğini gösteremez. Dünyada hatta ülkemizde, bir Japon samurai savaşçısı, ninjası olmayı normal karşılayanlar varken, Sayokan alpları Atatürk’ün Kür-Şad’ı olamıyorsa kendilerini sorgulamalıdırlar. Bu tür kişilerin Sayokan’ı bırakıp başka savaş sanatları ile kahraman olmayı arzulamalarının Sayokan için bir sakıncası yoktur.

Alplarım; biliniz ki Sayokan’ı düşündüğüm ve fiiliyata geçtiğim 1990 yılından bu güne ciddi bir zaman harcadım. Bu harcanan zaman, sadece bir savaş sanatı meydana getirmek değildi. Türk kimliğini meydana getiren ne kadar hususiyetlerimiz varsa (unutulmuş-unutulmamış, değerini yitirmiş-yitirmemiş) bunları canlandırmaktı. Sayokan’ın teknik disiplinlerini mefta olarak kabul ederseniz, bu meftaya can veren ise Türklük değerlerimizdir. Bu disiplinleri yaşamınızda ilke edinmezseniz, Sayokan mefta olarak kalacak, belli bir süre sonra da çürümeye başlayacaktır. Henüz yaşıyorum ama bir gün her insan gibi öleceğim. Sayokan’ın gelecek nesillere mefta olarak devredilmemesi için siz alplara görevler ve bu disiplinleri yaşamak düşmektedir. Sayokan büyük Türk Miletine şahsımın hediyesi, bu disiplinler ise mirasıdır. Miras emanettir ve emaneti iyi koruyunuz. Bu emanetin içi “Atatürk’ün Türk milliyetçiliği” ile doludur. Atalarımızın öğütleri ile doludur. Bağımsızlık doludur. Bu emanetin içinde dilimiz konuşulur. Bu emantin içinde “Hak”ın birliği ve adaleti vardır. inancımızın nakşettiği, atalarımızın miras bıraktığı “Bir” sözcüğüne ulaşmak vardır. Ve ulviyatımızı şekillendiren “iman” vardır. Emanetle vebal beraber olduğundan, neticesinde ya bedel ödenir yada mükafat alınır. Sizler mükafat alanlardan olunuz.

Alplarım; unutmayınız ki bir kitle büyüdükçe kontrolü zorlaşır, sıkıntı ve problemler çoğalır. Kontrolsüz olunca kuvveti dağılır, dağılan kuvvet de sıkıntı ve problemlerin çözümü zorlaşır. Ama bu disiplinler, Sayokan’ın kültürel değerleri olarak yaşanır, yaşatılır ise büyüyen kitlenin kuvveti de, büyüdükçe kuvvetlenir.
Alplarım ; “Türk Dünyasının Birliği” için de mesai harcayınız. Emperyalizmin hüküm sürdüğü bu günkü dünyada yalnızlıktan kurtulmak ve diğer Türk Halklarını da yalnız bırakmamak için bu birliğe ihtiyaç vardır. Bu ülküyü de içinizde canlı tutun ve bu birlik için vasıta ve vesileler arayın.

Tüm alpların bu disiplinlere sahip, birer Türk ferdi olmalarını temenni ediyor, çalışmalarında başarılar diliyorum. Sayokan sizlere emanettir.

“Yabgu” Nihat YiĞiT
----------------------------------------------------------
Farklılıkları Nelerdir

1 – Sayokan Uzakdogu Savaş Sanatları Kökenli midir ?

Her şeyden önce şu bilinmelidir ki, tüm savaş sanatlarında kullanılan el, ayak ve bedensel teknikler milletler veya sistem kurucuları tarafından yaratılmış teknikler olarak düşünülemez. Çünkü insanın tüm sahip olduğu bedensel imkânlar Allah tarafından yaratılmış ve verilmiştir. Savaş sanatları kurucuları; yaratılıp insanoğluna verilen bu fiziksel imkânları disipline eder. Neye göre disipline eder? Savaş sanatından ne anladığına, ne elde etmek istediğine göre disipline eder ve bu disiplinleri yine kendi anlayışına göre kaide ve kurallar ile yaşamasını, devamiyetini sağlar. Bu anlayışla savaş sanatları tekniklerine bakarsak, Japon karate yumruğu, tekmesi, Kore tae kwon do yumruğu, tekmesi vs. gibi milletlere mal edemeyiz, gerçek bir bakış açısına da sahip olamayız. Örneğin; biçimsel olarak karate, tae kwon do ve kung-fu temel yumruklarının ve tekme tekniklerinin arasında ne fark olduğunu biçimsellikten, şekilsellikten yola çıkarak izahını yapmak çok zor bir iştir. Çünkü dış gözle bakıldığında farklar, çıplak gözle ayırt edilemeyecek durumdadır. Dışarıdan bakıldığı zaman, benzer gelecek, aynıymış gibi görülecektir. Savaş sanatlarında amaç yumruklar veya tekmeler yaratmak değil zaten var olan ve bize Allah tarafından verilmiş olan bu imkânları disipline etmek amacı güdülür.

Tüm savaş sanatları el ve ayak tekniklerinin güçlü olmasını hedeflenmiştir. Tüm savaş sanatları kurucularının hedefi teknikleri en güçlü yapacak unsurları ve faktörleri kendi bilgi, deneyimleri ile bulmak, bunları disipline ederek; bu disiplinleri bedenimizde yetenekler seviyesine çıkarmak, bu yeteneklerle kişisel veya ordu boyutunda kullanılır hale getirmek olmuştur. Savaş sanatlarındaki bu boyut fiziki boyuttur. Manevi boyut (öğreti, felsefe(!), yol) ise, fiziki yetenekleri (teknikleri) destekleyecek, tarihi, kültürel, inanç, dil olarak manalandırılmış boyutturki, perde arkasındaki amaç bir anlamda budur. Burada sistem kurucuları kendi milli, tarihi, kültürel ve dini öğretilerine başvurmuşlardır. Disipline ettikleri yeteneklerin en iyi şekilde icra edilmesi, buluşlarındaki haklılığın desteklemesi için bu yol kaçınılmazdır. Yani “bu savaş sanatını en iyi yapabilmeniz için bu öğretileri bilmeniz ve yaşamanız gerekmektedir. Yolunuz bu olmalıdır.” Diyebilecek tarihi kahramanları, inanç değerleri olacaktır. Örneğin, “tarihte şu veya bu savaşçılar böyle kahramanlık yapıp zaferler elde etmişlerdir., örnek alın.” Diyeceklerdir. Yani efsanelere, kahramanlık destanlarına ihtiyaç vardır. Elbette bu onların en tabi hakkıdır. Çünkü milletini, devletini seven insanlar, devletine, milletine hizmeti ön planda tutarlar. Burada da dini öğretiler ve ritüelleri devreye girer ve sistemin içini doldurur, sistem canlılık kazanır. Sosyal hayatımızda dengeleri oluşturacak tüm “gerekli” yaşamsal desteklerde dini öğretilerden alınmıştır.

Eğer doğal bir yumruk tekniğini Japonlara veya Japon savaş sanatlarına mal edersek bu gün tae kwon do, kung-fu vs başka savaş sanatlarının olmaması gerekirdi. Çünkü, görsel – şekilsel olarak tüm savaş sanatları bakıldığında birbirine benzemekte ve sorgulayanlara farklı gelmemektedir. Çünkü gerçekten savaş sanatlarının dışında olanlar uzmanlaşmamışlar için fark nerededir? Ama fark vardır. Biçimsel olarak aynı gördüğümüz tekniklerin hareket analizleri açısından, uygulama metot ve taktikleri açısından, konulan kaide ve kuralları açısından, birde donanımlandırdıkları tarihi, kültürel, dil açısından farklılıkları vardır. Bundan dolayı Çinin Kung-fu’su, Japon’un Karate’si, Kore’nin Tae Kwon do’ su vs. vardır, ayrı, ayrı mütaala edilmektedir. Bu pencereden baktığımızda da Sayokan’a diğer savaş sanatlarının benzeri, çeşidi, aynısı gibi gözle bakamayız.
Tüm sistem kurucularının etkilendikleri veya ilham kaynağı olarak aldığı bazı savaş sanatlarının disiplinleri olmuştur. Bu gayet normaldir. Fakat, her hangi bir sistemin aynısını alır, kendi diline çevirisini yaparsa buna farklı bir sistem denmez. Fakat yukarıda saydığımız unsurları farklı olan sistemler, farklı savaş sanatları olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda yumruk, yumruktur, tekme, tekmedir. Sadece sistem kurucularının bu unsurları nasıl, niçin, ne zaman ve nerede kullanılacağı noktasında buluşları, disiplinleri farklılıkları ortaya koyacaktır. Eğer bu farklılıkları farklılık olarak görmez, sadece dış gözün gördüğüyle değerlendirme yaparsak o zaman şöyle demek gerekir, otomobil, otomobildir. “Bunların hepsi aynı mekanik sisteme sahip olup birer araçtır, neden farklı markalarda, isimlerde üretiyorlar ki ?” Neden otomotiv sektörü bir biri ile rekabet halinde ve milyarlarca dolarlar ile yatırım yapmışlardır.

Sayokan’da var olan tüm el ve ayak teknikleri “Yabgu” Nihat YiĞiT’ in mücadelede en etkili olacağına inandığı teknikler ve hareket analizleri, bu teknikleri destekleyecek kas guruplarını kullanarak elde edilen disiplinlere ve bu disiplinlerin kazandıracağı yeteneklere göre kurgulanmıştır. Bu anlayış ele alınırken özellikle tekniklerin insanın yaratısını zorlamayacak, yani kabiliyet seviyesi en az olan bir insanın bile bu disiplinleri gerçekleştirerek küçümsenmeyecek yeteneğe ulaşması hedeflenmiş, özellikleri (spesifik) yoğun ve zor olan disiplinli tekniklerden kaçınılmıştır. Yine mücadelede saldırılara teknik ile karşılık vermekten ziyade, stratejik değerlendirme, stratejinin sunduğu fırsatı teknikle sonlandırma yolunu tercih etmiştir ki bu anlayış başka savaş sanatlarında yoktur. Sayokan’da stratejik yapı tarihidir, başka savaş sanatlarında bulunmamaktadır. Hilal stratejisi, kurt kapanı, sancak (Türk bayrağını ve ayrıca güneş-ay kültünü ifade eder) tekniği, yukarıda incelerseniz, okulların yapısı, ayinler, törenler, kavramlara yüklenen anlamlar, kavramlar bütününde dilin Oğuz ve Kıpçak Türkçesi olması vs. Sayokan’ı diğer sistemlerden tamamen farklı kılar.

Malumunuz, diğer savaş sanatlarında (Uzakdoğu sporları) dini motifler ve ritüelleri, sistemin ruhunu oluşturmaktadır. Sayokan’da ise her hangi bir dinin dayatılması kaygılarını göremezsiniz. Sayokan insanların dini inançlarına karışmaz. Ama evrensel ahlak dediğimiz, insanların sosyal hayatını olumlu şekilde düzenleyen disiplinleri ortaya koyar. Bu değerler ise tüm insanlık tarafından da bilinir. Irkçı, dini, coğrafi kümeleşmelere izin vermez. Tüzel kişilerin, kurumların, organizasyonların dini olmaz. Ama insanın dini olur ve dinini yaşamakta en öncelikli hakkıdır. Tüzel kişilerin, kurumların, organizasyonun adaletli, hakkaniyetli, samimi, paylaşımcı, dayanışmacı bir kitleye sahip olabilmesi için elbette bir öğretisi olacaktır. Bu öğretilerin kaynağını din oluşturduğu gibi kültür de oluşturur. Yani kaynağını dinden alsa bile aldığı dinin sosyal, toplumsal öğretilerini doktrin olarak kullanabilir. Çünkü dinin sosyal ve toplumsal öğretileri, dinin ibadet boyutunu kapsamaz. insanlar inançları gereği ibadetlerini yaparlar, yaşamlarını disiplin altına alırlar. Ama dini kimliklerini altında yaşadıkları kurumun kimliği gibi gösteremezler. Devletler de anayasalarını oluştururken dini öğretilerden alırlar, çünkü din sosyal, toplumsal hayatı disiplinize edecek emir ve öğretilerle doludur. Yani din olmazsa olmaz. Ama din başkalarının haklarını koruma noktasında da hassas olduğu için baskı, dayatma aracı yapılamaz. Kutsal dinimizin sosyal ve toplumsal tüm öğretileri Sayokan’ın içinde vardır. Bu öğretiler zaten evrenseldir. Örneklersek ; Başkalarının arkasından konuşmak, dedikodu yapmak, hırsızlık, namussuzluk, kamu malını gasp etmek, başkalarının istikballerinin üzerine oturmak, aile bağlarını zayıflatmak, fakiri fakir olduğu için hor görmek, zengini zengin olduğu için dost tutmak, başka ırklara saygı duymamak, egoist olmak, kendinden başkasını düşünmemek gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Bu anlayışlar, dini ne olursa olsun dünya üzerinde hangi insan tarafından kabul görmez ki? Ama bu evrensel değerlerin üzerine bir din adı koyar ve empoze etmeye kalkarsanız, başkalarının inançlarını dikkate almamış olursunuz. işte diğer savaş sanatlarında mensup olduğu dini, biraz daha baskın görüyoruz. Yani uzakdoğu savaş sanatlarında Budizm baskındır. Ritüellerinde dayatma vardır. Japon savaş sanatlarında kurucuya, ustaya secde, savaş sanatının bir ritüelidir, ama Müslüman biri Allah’tan başka kimseye secde etmez. Bu örnekler çoğaltılabilir. işte Sayokan’da böyle bir yapı göremezsiniz. Sanırım bu da bir farklılık, başka insanların inançlarına saygıdır.

2 – Cenklerdeki (Müsabakalarda) Anlayış farkları nelerdir ?

Yukarıda da bahsettiğim gibi sistem kurucuları sistemlerinin yarışma alanlarında kullanılmasını arzu ettiklerinde, kaide ve kuralları da yine kendi anlayışlarına göre hazırlarlar.Ve sistemler kaide, kurallar, yani uygulanım alanında da farklılaşırlar. Bu alanı üç başlık altında ele alabiliriz.

a - Sadece estetik kaygılardan ve sistemin tekniklerinin kontrollü olmasından dolayı yumuşatılmış kurallı sistemler. Shotokan, Wadoryu, Gojuryu, Shitoryu Karate vb. sistemler. Ayrıca koruyucularda kullanırlar.

b – Hem estetik hem de sistemin tekniksel sonuçlarını görememe kaygılarından dolayı, sertlik – yumuşaklık derecesini ortaya koyan kurallı sistemler. Tae Kwon Do, Kick Boxing, Muai Thai, Sanda vb. gibi sistemler. Bu sistemler baş bölgesine el teknikleri ile vuruşlu – vuruşsuz oluşlarına göre küçük farklılıklar gösterseler de, anlayış olarak aynıdırlar. Örneğin kick boxing te yüze vuruş vardır, bundan dolayı eldiven mecburiyeti vardır. Tae Kwon Do’ da yüze el teknikleri ile vuruş yoktur, eldiven yoktur gibi. Kick Boxing ve Muai Thai sistemlerinin amatör ve profesyonel olmaları ile ortaya koydukları farklılıklara girmiyorum.

c – Psikolojik ve fiziksel sınırları zorlayan, estetik kaygılardan ziyade; yarışmaya gladyatörlüğün, kahramanlığın, yiğitliğin tüm unsurlarını ortaya koyan kaide ve ritüellerinin olması. Tabi bu madde de yer alan özellikler bazı sistemlerde benzer noktalar oluşturabileceği gibi farklılıklarda oluşturmaktadır. Örneğin, Kyokushinkaikan Karate, Ashiharakaikan Karate, Enshinkaikan Karate, Seidokaikan Karate, Shidokan Karate tabiatı ile Sayokan aynı kulvarda yer alıyormuş gibi görünürken, sistem kurucusunun teknik ve kaidelerin uygulanabilmesi için ortaya koyduğu anlayış da farklılıkları oluşturur.Örneğin Shidokan Karate ringde yapılır, yarışmanın yerde de uygulanmasını sağlayan yer teknikleri vardır. Bu sistemin içinde yer alan yer tekniklerinin de yarışmada uygulanması isteğinden doğmuştur. Kyokushinkaikan, Ashiharakaikan, Enshinkaikan karate ise bire bir benzerlikler gösterir. Sadece fark kyokushinkaikan Karate’nin dünya kupasında sıklet anlayışı yoktur. Ve tüm bu sistemlerin yarışmaları kapalı alanda icra edilir. Sayokan’ da ise kahramanlık oyunları yaz aylarında (tarihsel bir anlayıştır) çim üzerinde yani açık alanda icra edilir. Tutma serbesttir. Ritüelleri tamamen farklıdır. Hilal anlayışının tekniksel yeteneklerle icra edilmesi önemlidir. Yani tekme ve yumruk atan iki alpın salt fiziksel dayanıklılığı baz alan mücadelesi yeterli değildir. Bunlar Sayokan’ın kaygılarıdır. Netice itibari ile şahsımın savaş sanatlarına bakış açısı da Sayokan’a yansımıştır. Nedir bu anlayış ?

1 – Bir savaş sanatı sistemi, sadece kendi disiplinlerine göre eğittiği rakibine karşı mücadele yöntemlerini kapsamamalı, yani her türlü konum ve koşullarda her çeşitten rakibe karşı mücadele edebilmenin stratejik öğretilerini ve disiplinleri sağlamalı. Savaş sanatı kişiyi gerçekle yüzleştirebilmeli, filmlerde kullanılan bir savaş sanatı olmamalı.

2 – Özellikli unsurlar, yani savaş sanatlarına karşı özel kabiliyetleri olanlara hitap eden değil, her kabiliyetten insanların yapabileceği bir teknik yapısının olması.

3 – Tekniklerin uygulama yöntemi fantastik olmamalı.

4 - Mesleki alanda yani askeri ve güvenlik alanlarında gerçekten kullanılabilir olmalı.
----------------------------------------------------
Neden Sayokan?

Türk Tarihinde Bu Tür Bir Çalışma Varmı?

Türk tarihinde böyle bir çalışmanın belgesi yada metinleri yok. Küçük yaştan itibaren gençleri bir anlamda savaşa hazırlayan bir çok oyun ve yarışma biçimine getirilmiş faaliyetler var. Bunlar uzak doğu ülkelerinin oluşturduğu biçim ve yöntemde değil.

Yukarıda bahsedilen kültürel ve ekonomik gücü ve tarihimiz, milli karakterimiz göz önünde bulundurulursa, böyle bir çalışmanın ülkemize zararı değil faydası olacaktır. Hele Atatürk gibi bir lidere sahip isek sadece başka alanlarda değil, bu alanda da üretkenlik kaçınılmaz olacaktır.

Bu mantıkla yola çıkan vatanperver, Atatürk milliyetçisi Nihat YiĞiT bu eksikliği gidermek adına 1990 yılında çalışmalarına başlamıştır. Kendileri uzak doğu savaş sanatlarına 1973 yılında başlamış, bu alanda 16 ülke gezmiş, Türkiye’de ve uluslararası alanda otoritesi kabul edilen savaş sanatları uzmanıdır. Bu alanda çalışmaların olmaması onu Türk savaş sanatında kültürleştirme çalışmalarına yönlendirmiştir.

Öncelikle uzak doğu ülkelerine giderek, bu ülkelerin bu alanda nasıl başarı sağladıklarını tüm başlıkları ile araştırmıştır. Bu araştırmalarını uzmanlık alanı olan tekniksel oluşum, tekniklerin çıkış noktası ve hareket analizleri, Türk kültür ve tarihi motifleri, toplumsal yapısı, ekonomik yapısı, estetik boyutu, uygulanışındaki yöntemler, kaideler, ritüeller, öğretisi gibi konuları ardı sıra getirmiştir.

Yani sistemleşmeyi sağlayacak tüm ögelerin var olması. Tabiatı ile kendi uzmanlık alanı olmayan Türk spor tarihi, spor bilimleri, pedagojik formasyon, terminoloji, Türkoloji gibi konularda çok değerli hocalarımızdan Doç.Dr.Yavuz Taşkıran, Prof.Dr.Özbay Güven, Doç.Dr.Gıyasettin Demirhan, araştırma görevlisi Murat Çilli ve birçok bilim adamımızın kaynaklarından istifade edilmiştir.

1999 yılında tüm çalışmalarını bitiren Nihat Yiğit, önce uluslararası alanda daha sonra da Türkiye’de tanıtımına başlamıştır. Ülkemizdeki bürokratik engellerden dolayı, 02 Ağustos 2002 tarihinde maalesef Amerika Birleşik Devletlerinde Dünya federasyonu, 05 Ocak 2005 tarihinde ise ülkemizde Türkiye Federasyonu kurulmuştur. Nihat Yiğit uluslararası alanda 120 ülkede 368 spor merkezlerine ingilizce görsel ve yazılı neşriyat ile ulaşmıştır.

Bu gün ingiltere, A.B.D., Türkiye, iran, Mısır, Almanya, irlanda, Belçika, Tunus, Kazakistan resmi oluşumlar bulunmakta ve Sayokan çalışılmaktadır. Ülkemizde ise, başta Ankara olmak üzere Istanbul, Düzce, Muğla, Aydın, Denizli, Konya, Çorum, Kahramanmaraş, Hatay, Antalya, Kütahya, izmir, Mersin, Mardin illerinde icra edilmekte ve katılım hızla artmaktadır. Sayın Nihat YiĞiT, Türk savaş sanatı ile dünyada tanınmamıza ivme kazandırmak, yukarıda bahsedilen ve artacak ülkelerde ise ülkemiz için kazanımlar elde edilmesini ümit etmekte ve çalışmaktadır.

Türk Milletinin birlik ve beraberliğine, tarihi, kültürel tüm unsurları faaliyet ve etkinliklerde görselleştirerek katkı sağlamaktır. Askeri ve Emniyet güvenlik personellerinin yerelliği ve milliliği olan bu alanda ruhsal ve fiziksel disiplinlerini kuvvetlendirmek, Türk Cumhuriyetleri ile birlik ve beraberliği sağlamasına faktör yapmak, yurt dışında Türk savaş sanatı eğitmenlerinin çoğalmasını sağlamak, Türkiye’nin ve Türkün adını daha çok duyurmak gibi idealleri hedeflemektedir. Bu hedefler içinde projeler hazırlamaktadır.
Sayokanin Hilal stratejisini aldığı Sultan Alparslan

Sayokanin Hilal stratejisini aldığı Sultan Alparslan

Kültürler malumunuzdur ki önce kültürleştirme hareketi olarak başlar, milletlerin kabulü ve belli bir süreden sonrada milletin kültürü olurlar. Örneğin yağlı güreşimiz, Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden sonra başlamıştır. Oysa Orta Asya’da güreşlerimiz, aba, kuşak ve kuraş güreşleridir. Yağlı güreşimiz 643 yıl önce bir kültürleştirme hareketi, faaliyeti olarak başlamış, bu gün ise kültürümüzün bir parçası olmuştur. Türk savaş sanatı “SAYOKAN” da bu anlamda ve bu alanda bir kültürleştirme hareketidir.

izninizle ülkemizdeki terminolojik bir hatayı düzelterek başlamak gerekiyor. Ülkemizde “Uzakdoğu sporları” olarak tanımlanan söz konusu branşların ülkelerinin bize göre uzak doğuda olması yani coğrafik bir mantıkla konmuştur. Oysa bu alanda dünya terminolojisinde böyle bir tanımlama yoktur. Düzeltilmesi konusunda da bir çalışma yapılmamıştır. Bu branşların adı dünyada “savaş sanatları (Martial Arts)”dır. Yani fiziksel ve ruhsal disiplinlere ulaşmanın yolu, yöntemi ve çalışmalarıdır.

Bu yöntem ve çalışmalarda başarılı olmak için “mücadele” sözcüğü yeterli değildir. Bedensel yetenek, güç, sürat, kondisyon, teknik gibi unsurlara sahip olabilmek için ruhsal destek, psikolojik mental yapının öncelikle disiplinize edilmesi gerekir ki bu yol kişinin kendisi ile mücadelesi ile değil, savaşması ile mümkündür. Elbette destekleyici bir öğreti olmadan olanaksızdır. Bu öğreti için tarihimiz yüzlerce düşünür, filozof, komutanlar ve kahramanlar yetiştirmiştir. Mete Han’dan, önderimiz Atatürk’e kadar….

Sonuç olarak “savaş” sözcüğü sıcak savaştan ziyade, kişinin ruhunu ve bedenini disiplin altına almak adına verdiği savaşı ifade eder. Yanlış bir tanımlamada “dövüş sporları” yada “dövüş sanatları” tanımlamasıdır. Taktir edersiniz ki dövüşün ne sanatı ne de sporu ne de eğitimi olur. Spor ve sanat sözcükleri bilimselliği kaygı olarak bünyesinde barındırır. Lakin dövüş sözcüğünün bu tür kaygıları yoktur. insanlar idealleri için savaşırlar, ama dövüşün ideali olmaz. Eğer bu tanımlar uzak doğu savaş sanatları (sporları) için kullanılıyorsa biz bundan rahatsız olmayız. Ama Sayokan için bu tanımlamalar kullanılamaz.

Kültürleştirme hareketi olarak tanımlamıştık. Eğer içinde tarihi, kültürel motif, geleneksel ritüel, öğreti, tarihten stratejik unsurlar taşıyorsa adın da bu değerleri hissettirmesi gerekmektedir. Sayın Nihat YiĞiT bu değerlere “SAVAŞÇININ YOLU ve KAN’ı cümlesini uygun görmüş, bu cümledeki sözcüklerin baş hecelerini alarak kısaltmıştır. Onun ifadesi ile, “Savaşçı” Mete Han’dan Atatürk’e kadar gerek bedensel, gerekse ruhsal, zihinsel yetenek ve erdemliliğe sahip eşsiz devlet adamlarımızı, komutanlarımızı, kahramanlarımızı, “YOL” ise bu eşsiz insanların bu yetenek ve erdemliliğe giden yolunu, “KAN” ise kültürümüzle, tarihimizle, dilimizle olan bağımızı ifade etmektedir.” diye tanımlıyor. Tabiatı ile uzak doğu savaş sanatlarına bu alanda alternatif, yerelliği ve milliği olan bir kültürleştirme hareketi olunca kolay kabul edilebilir görünmektedir.

Sayokan’ı temel özellikleri ile tanıtmaya çalışacağız. Bu temel özellikleri tekniksel olduğu kadar, tarihi, kültürel geleneksel unsurlarını da tanımak zorundayız ki sıradan bir savaş sanatı imajı ile tanınmasın. Veya sadece uzak doğu savaş sanatlarına alternatif mantığı taşıyan, bu amaçla ortaya konmuş bir çalışma olarak görülmesin.

http://www.sayokan.net sayfasından alıntıdır...