bugün

islamın hümanist bir din olmaması

Hanımlarına Verdiği Değer

Allah Rasûlü;nün kadına verdiği değer, ne o güne kadar ne de o günden sonra cihanda eşi görülmedik bir seviyede idi. O bir gece kalkıp hanımlarından birinin hatırını sorsa, hemen diğer hanımlarını da dolaşır, onların da hatırını sorardı. Davranış bakımından hiçbirini diğerine tercih eder görünmezdi. Herkes gibi, hanımları da, kendilerini Allah Rasûlü nezdinde en sevgili sanırdı. Bu da Onun eşsiz mürüvvetinden kaynaklanıyordu. Ancak kalbî temayüllere hiçbir insanın hakim olması söz konusu edilemeyeceği gibi, bu ;teklifi mâ lâ yütak; Ondan da beklenmemeliydi. Onun için Allah Rasûlü, elinden gelmeyen bu kalbî temayüllerinden de Cenâb-ı Hakka istiğfarda bulunuyor ve şöyle diyordu:Farkına varmadan, birini diğerlerinden çok sevebilirim, bu da bir haksızlık olur. Onun için ey Rabbim! Elimden gelmeyen bu hususta Senin Rahmetine sığınıyorum...
Aman Allahım! Bu ne incelik bu ne zerafettir! Sorarım size: Siz bir kızınızla diğer kızınız veya bir oğlunuzla diğeri arasında şimdiye kadar aynı inceliğe riayet edebildiniz mi? Bu Hayırı sizler namına müsaadenizle ben söyleyeyim. Evet, yüz bin defa hayır!Hayır; bir yana, bizler, kalbî temayüllerimizi saklayabilirsek bunu bir marifet ve irade gücümüze bir alâmet telakki eder; hatta, bazen, şecaat arzeden kıptî misali, bu marifetimizi anlatırız da. Halbuki Allah Rasûlü, kalbinden geçmesi muhtemel böyle bir temayül fazlalığından dolayı Cenâb-ı Hakka istiğfarda bulunuyordu.

Ondaki bu incelik, hanımlarının ruhlarına, bütün letafeti ve nuraniyetiyle sirayet etmiş olacak ki, Onun ayrılışı geride hiç bitmeyen bir hicran ve hasret bırakmıştı. Belki, islâm menettiği için canlarına kıymıyorlardı ama, Allah Rasûlünün ayrılışından sonra, hayat onlar için uzun bir çığlıktan, bitmeyen bir melâlden ibaret olmuştu. Aslında, Allah Rasûlü, bütün kadınlara karşı kibar ve ince davranıyor ve böyle davranılmasını da herkese tavsiye ediyordu. Başkasına söylediklerini de, pratik olarak, bizzat kendi hanımlarında gösteriyordu. Onun bu davranış inceliğini Buharîde şöyle görüyoruz: Hâdiseyi bize Saad b. Ebî Vakkas, Hz. Ömerden naklediyor. Hz. Ömer diyor ki Bir gün Allah Rasûlünün huzuruna girdim. Baktım Allah Rasûlü, durmadan tebessüm ediyor: Allah Seni ebediyyen güldürsün, Ya Rasûlallah, niçin gülüyorsunuz? dedim. Yine tebessümle şu cevabı verdi:Şu kadınların haline gülüyorum. Oturmuş benim yanımda konuşuyorlardı. Senin sesini duyunca her biri bir yere saklandı. Allah Rasûlünün bu cevabı üzerine sesimi yükselttim ve:Ey nefislerinin düşmanları! Demek benden korkuyorsunuz; Allah Rasûlünden korkmuyor ve Onun yanında saygısızlık yapıyorsunuz öyle mi?; dedim. Bana cevap verdiler: Sen katı ve şiddetlisin!

Aslında Hz. Ömer de hiddetli ve şiddetli davranmıyordu. O da kadınlara karşı inceydi. Ancak en güzel insan, nasıl Hz. Yusufa kıyas edildiğinde çirkinleşir, öyle de Hz. Ömerin incelik ve zerafeti de, Allah Rasûlünün incelik ve zerafetine kıyas edildiğinde, hiddet ve şiddet şeklinde görünüyordu. Bu izafî hüküm, Ömeri, Allah Rasûlüne kıyas etmekten kaynaklanıyordu. Halbuki, hiç kimseyi O’na kıyas etmek mümkün değildi...

Evet, onlar, Allah Rasûlü&nün yumuşaklığı, inceliği, zerafeti ve letafetine iyiden iyiye alışmışlardı. Onun için de Hz. Ömerin davranışları onlara sert ve haşin geliyordu. Oysa ki, Hz. Ömer (ra) gelecekte, peygamberliğe ait hilafet yükünü, eksiksiz omuzlamaya namzet biriydi. Kılı kırk yararcasına yaşayacak ve peygamberlerden sonra en büyük örneklerden biri olacaktı.. ve günü gelince oldu da... O, bütün hareketlerinde hakkaniyet arıyor ve eğriyi eğri görüp göstermeye, doğruyu da doğru görüp göstermeye azamî gayret sarfediyordu...

Onda, onu hilafet makamına getirecek bir ruh haleti vardı. Bu ruh haleti başkalarına sert gelebilirdi. Ne var ki, Hz. Ömer, ileride temsil edeceği büyük davayı omuzlamaya, ancak, böyle bir ruh haletiyle muvaffak olacaktı.. ve oldu da.

3. Hanımlarıyla istişaresi

Allah Rasûlü, hanımlarıyla oturur konuşur; hatta bir arkadaş gibi onlarla bazı meselelerin müzakeresini bile yapardı. Peygamberin, onların düşünce ve fikirlerine katiyen ihtiyacı yoktu; çünkü O, vahiy ile müeyyeddi. Ancak, O, ümmetine birşeyler öğretmek istiyordu. Bu da; o güne kadar kadın, olanın aksine, çok muallâ bir yere oturtulacaktı. Allah Rasûlü bunun pratiğine de yine kendi hânesinden başlıyordu .
Ve bir misâl

Hudeybiye anlaşması, müslümanlara çok ağır gelmişti. Öyle ki kimsede yerinden kımıldayacak mecal kalmamıştı. Bu arada Allah Rasulü, kendisiyle umreye niyet edenlere, kurbanlarını kesmelerini ve ihramdan çıkmalarını emretmişti. Ancak sahâbe, acaba verilen kararda bir değişiklik olur mu?düşüncesiyle, meseleyi biraz ağırdan alıyordu. Allah Rasulü, emrini bir kere daha tekrarladı. Fakat, sahabedeki ümitli bekleyiş değişmedi.. evet, bu asla, Allah Rasulüne karşı bir muhalefet değildi. Şu kadar var ki, onlar daha değişik bir emir bekliyorlardı. Zira Kabeyi tavaf etmek üzere yola çıkmışlardı.

Hudeybiyede söylenenler, tatbik safhasına konmayıp anlaşmada bir değişiklik olabilirdi.

iki Cihan Serveri, sahâbedeki bu durumu sezince hemen çadırına girdi ve hanımı Ümmü Seleme Validemizle istişare etti. Bu ufku geniş kadın, sırf istişarenin hakkını vermek için konuştu. Çünkü o da biliyordu ki, Allah Rasûlü onun diyeceklerine katiyen muhtaç değil.. Allah Rasûlü, bu istişare ile bize, içtimaî bir ders veriyordu. Bu gibi durumlarda kadınlarla istişare edilmesinde de hiçbir mahzur yoktu.

Validemiz, Allah Rasûlüne şu mealde sözler söyledi: Ya Rasulallah! Emrini bir daha tekrar etme. Belki muhalefet eder ve mahvolurlar. Fakat Sen, kendi kurbanlarını kes ve onlara birşey demeden de ihramdan çık. Onlar verdiğin emrin kesinliğini anlayınca, ister istemez Sana itaat edeceklerdir. Allah Rasulü de böyle düşünüyordu. Hemen bıçağını eline aldı ve çadırından çıkarak, kendine ait kurbanları kesmeye başladı. O daha birkaç kurban kesmişti ki, sahâbe de kendi kurbanlarını kesmeye koyuldular. Artık verilen karardan dönüş olmadığını herkes anlamıştı.8

Sormadan edemeyeceğim: Hangimiz, kadınlara karşı bu denli mültefit olabilmişizdir? En kritik anda hanımıyla istişare eden kaç devlet reisi vardır? Bir aile reisi olarak kaç kişi, aile hayatında hanımıyla istişareye yer vermektedir? Soruları çoğaltıp, bütün içtimaî ünitelere aynı soruyu yöneltebiliriz? islâmın kadını esir ettiğini söyleyen bütün şom ağızların kulakları çınlasın! Acaba hangi feministin ufku bu seviyeye çıkabilmiştir?

Evet, şura ve meşveret de, her hayırlı iş gibi ilk defa peygamber hânesinde hecelendi.. ve Allah Rasulü, kendi hanımlarıyla istişare etti. Biz henüz bu anlayışın sofasında dolaşıp duruyoruz, dolaşıyor ve bu sırlı kapının nereden açılacağını bilemiyoruz. Hatta, henüz o kapının tokmağına vurma imkânını dahi elde edemedik. Evet bugün kadın haklarını koruduklarını iddia edenlerin bile düşüncelerinde, kadın hâlâ ikinci dereceden bir varlık olmaktan kurtulmuş değildir. Oysa biz, kadına, bir vâhidin yarısı nazarıyla bakıyoruz. O, öyle bir bütünün parçası ki, diğer parçanın işe yaraması için onun mevcudiyeti şarttır. Ancak her iki parça bir araya gelince insanlık vahidinin teşekkül edeceğine inanırız. Bu vahidin olmadığı yerde, insanlık da yoktur. Enbiyâ, asfiyâ da yoktur, islâmiyet de yoktur, millet de yoktur.

Efendimiz, nasıl davranışlarıyla kadınlara karşı lütufkâr davranıyordu; nurlu sözleriyle de hep bu şekilde davranmayı teşvik ediyordu!

(sonsuz nur)