bugün

ermeni soykırımı

1915 ERMENi TEHCiRi “SOYKIRIM” DEĞiLDiR!

Her şeyden önce “soykırım” hukuki bir kavramdır ve tartışmanın esas itibari ile hukuki zeminde yapılması gerekir. Tarihi, siyasi ve sosyolojik argümanlar hukuki temeli destekledikleri ölçüde anlamlı olabilir ve dikkate alınabilir. Ama görüyoruz ki, mesele sadece siyasi zeminde tartışılmakta, ya da o temele çekilmeye çalışıldığı açık biçimde gözlemlenmektedir. Bu tavır, aslında hukuken haksız olanların karşı tarafı, (emperyalist)güç temelinde, düşüncelerini kabule zorlama arzusunda olduklarını gösterir.

Öncelikle soykırım kavramının tanımlanması gerekmektedir. Soykırım nedir, hangi şartlar altında varlığından söz edilebilir? Soykırım kavramı hukuki bir terim olarak ilk kez 9 Aralık 1948’de kabul edilen Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’nde tarif edildi. Bu Sözleşmenin 2. Maddesinde kavramın tanımı ve kapsamı şu şekilde belirlenmiştir;
“Madde 2. Bu sözleşmeye göre, soykırım, bir milli, etnik, ırki veya dini grubu, grup olarak, kısmen veya tümüyle, yok etmek kastıyla, aşağıdaki fiillerin işlenmesidir:
(a) Grubun mensuplarını katletmek;
(b) Grubun mensuplarına ciddi bedensel ve psikolojik zarar vermek;
(c) Grubun bedeni varlığının kısmen veya tamamen yok olmasına yol açacak hayat şartlarına kasten tabi tutmak;
(d) Grup içinde doğumları önlemek kastıyla önlemler dayatmak;
(e) Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla nakletmek.”

Bu tanımda altı çizilen dört nokta var: Birincisi, “korunan gruplar” ya da “soykırıma maruz kalabilecek topluluklar”. Bu gruplar sözleşmede milli, etnik, ırki ve dini olmak üzere dört tür grup olarak tanımlanmıştır. Bunlar dışında kalan, başta “siyasi gruplar” olmak üzere, diğerleri sözleşmede kapsam dışında bırakılmıştır. Bir grubun siyasi amaçlarla yok edilmeye kalkışılması durumunda o grup siyasi grup olarak kabul edilmesktedir. Yani, iki grup arasında siyasi bir mücadele varsa, bu mücadelede bir grup diğeri aleyhine öldürme, yaralama, katliam, tehcir gibi fiiller işliyorsa zarar gören gruba siyasi grup deniyor.

ikinci unsur “kasıt”tır. Maddede tanımlanmış gruplardan birini sadece o grup olmaları nedeniyle(özel kasıt) yok etme arzusu kasıt unsurunu oluşturur. Burada kasıt açıkça, yazılı veya sözlü, ifade edilmişse bu unsurun açık varlığını kanıtlar. Bu beyanların olmadığı durumlarda ise örgüt(devlet), plan, ve örgütlü uygulama soykırımın(ciddi sayıda ölümün) varlığına karine kabul edilir.

Üçüncü unsur, “güdü(saik)”dür. Bu güdü “ırkçı nefrettir”. Bu suçu işleyenlerin bir grubu ırkçı motifle, grup olarak yok etme nefretlerinin kanıtlanması gerekir. Ancak bu duygunun varlığının kanıtlanması suçu “soykırım” suçuna dönüştürür. Bu güdünün kanıtlanamaması ise eylemi suç olmaktan çıkarmaz; sadece özel bir suç kategorisi olan soykırım olmaktan çıkarır, o kadar.

Son olarak bu yok edilişin “kısmen veya tamamen” olması yeterlidir. Yani, bir grubun bütünüyle yok edilmesini beklemek gerekmez. Bu yok edilişin başlamış olması suçun oluşumu açısından yeterlidir. Böylece uluslararası toplumun müdahale ederek suçun amacına ulaşmasını engellemesine olanak sağlanır.

1915 TEHCiRi SOYKIRIM DEĞiLDiR ÇÜNKÜ;

1- KANUNSUZ SUÇ OLMAZ(KANUNiLiK iLKESi) VE YASALAR GEÇMiŞE YÜRÜMEZ:
Ulusal ve uluslararası ceza hukukunun temel ilkelerinden biri olan bu ilke gereğince, işlendiği sırada suç olarak tanımlanıp bir müeyyideye bağlanmamış bir eylem daha sonra suç olarak tanımlandığında bu yasa kapsamında değerlendirilemez. Bu temel ilke gereğince, en başta, 1915 Tehciri sırasında böyle bir yasal düzenleme olmadığı için bu işlem “soykırım” olarak tanımlanamaz ve cezalandırılamaz.

2- TEHCiRE TABi TUTULAN GRUP SiYASi BiR TOPLUM OLDUĞU iÇiN SOYKIRIM SUÇU iŞLENMiŞ OLAMAZ:
Ermeni komitalar cemaatlerini silahlandırıp Osmanlı’ya karşı savaş sırasında ayaklandırması ve Ruslar ile işbirliği yapmaları ve Anadolu’nun doğusunda“denizden denize” bağımsız bir Ermenistan Cumhuriyeti kurmak gayesi taşıdıklarından “siyasi grup” tanımına girerler ve soykırım sözleşmesi tarafından korunan bir toplum değildirler. Taşnaksutyun Partisi(Ermeni Devrimci Federasyonu) ”1892 yılında Cenevre’de yapılan Kongrelerinde bu amaçlarını şu şekilde ifade ederler;
1. Taşnaksütun Ermeni Cemiyetinin amacı, ihtilal yolu ile kendilerinin Türkiye Ermenistanı olarak kabul ettikleri bölgenin siyasî ve ekonomik bağımsızlığına kavuşmasını sağlamaktır. Cemiyetin amacı bu şekilde ifade edildikten sonra, kongrede, gelecekte kurulacak olan “bağımsız Ermenistan’ın” yöneticilerinin seçimle iş başına geleceği; vatandaşların kanun karşısında eşit olacağı; vergilendirmelerin gelirlere uygun şekilde düzenleneceği vb. siyasî, ekonomik ve sosyal alanlarla ilgili fikirler ifade edilmiştir.
2. Cemiyetin, amacına ulaşmak için başvuracağı yöntemler ise şu şekilde kabul edilmiştir:
a) Ermeni Cemiyeti Taşnaksütun, ihtilal yoluyla kendi amacına ulaşmak için ihtilalci gruplar oluşturmak ve bu ihtilalci gruplar ile hükümete karşı mücadele etmek.
b) Taşnaksütun Cemiyeti’nin temel prensiplerinin ve amacının aynı zamanda ihtilal düşüncesinin propagandasını yapmak.
c) Savaşçı grupları organize etmek, bu savaşçıların eğitimlerini sağlamak.
d) Hem sözle hem de yapılacak işlerle halkın ihtilalci ruhunu
canlandırmak.
e) Halkın silahlanmasını sağlamak için bütün yöntemleri hayata geçirmek.
f) Yüksek mevkilerde bulunan kişilerle, hainlerle, muhbirlerle mücadele
etmek ve bu kimselere karşı terör faaliyetlerinde bulunmak.
g) Hükümet müesseselerini tahrip etmek ve yağmalamak.
h) (Anadolu’ya) insan ve silah göndermenin yollarını yaratmak.”
Orhan Doğan, “ERMENİ KOMİTELERİ HINÇAK VE TAŞNAKSÜTUN (Rus Adalet Bakanı Y. Muravyev’in Ermeni Komitelerine İlişkin Raporu)”
http://dergisosyalbil.sel.../article/download/370/352

3- KASIT UNSURU OLMADIĞI GiBi ÖRGÜTLÜ BiR PLAN VE UYGULAMA DA YOKTUR:
Kasıt unsurunun(subjektif unsur)olmadığı o kadar açıktır ki, Ermeniler, Osmanlı toplumunda ayrıcalıklı bir millet(dini toplum) niteliğini haizdirler. Osmanlı Yönetimi bu topluluğa teveccühünü onları “”millet-i sadıka” olarak adlandırarak ortaya koymuştur. Askerlik görevi yapmayan bu topluluk ticaret, zanaat, tarım ve sanat alanlarında faaliyet göstererek Osmanlının ayrıcalıklı, gönençli milletlerinden biri konumunu elde etmiştir. Ancak daha sonra büyük devletlerin emperyalist projelerine alet olarak Osmanlı’nın bölünüp parçalanmasında emperyalistlerin oyuncağı olmuşlardır, tıpkı bugün Kürtlerin olduğu gibi. Kasıt unsurunun ve önceden hazırlanmış bir planın olmadığı Tehcir öncesi Enver Paşa’nın Talat Paşa’ya yazdığı ve Talat Paşa’nın tehciri başlatmasına neden olan mektupta da açık olarak görülür; “2 Mayıs 1915 tarihinde Dahiliye Nazırı Talat Paşa’ya şu yazıyı gönderdi:
Van gölü etrafında ve Van valiliğince bilinen belirli yerlerdeki Ermeniler, isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır haldedirler. Toplu halde bulunan Ermenilerin buralardan çıkarılarak isyan yuvalarının dağıtılması düşüncesindeyim. III. Ordu komutanlığı’nın verdiği bilgiye göre Ruslar 20 Nisan 1915 tarihinde kendi sınırları içindeki Müslümanları çıplak bir halde sınırlarımızdan içeriye sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmak ve hem de yukarda bahsettiğim amacı sağlamak için ya bu Ermenileri aileleri ile birlikte Rus sınırı içine göndermek veyahut bu Ermenileri ve ailelerini Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygun olanın seçilmesiyle tatbikini rica ederim. Bir mahzuru yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine dışardan gelen Müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim.” (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dahiliye Şifre, nr. 52/282)(Şükrü Elekdağ, s.s.17).
Nitekim, Prof. Lewis şöyle diyordu:
“Osmanlı Hükümeti’nin Ermeni ulusuna karşı kitlesel imhayı öngören bir planı olduğunu gösteren geçerli kanıt yoktur... Türklerin tehcire başvurmalarının meşru nedenleri vardır... Zira, Ermeniler Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya ile ittifak halinde Türklere karşı çarpışıyorlardı.” (Un Entretien avec Bernard Lewis, Le Monde, 16 Kasım, 1993)

4-OSMANLI YÖNETiCi KADROSUNDA VE TOPLUMUNDA ERMENiLERE KARŞI IRKÇI NEFRET GÜDÜSÜ YOKTUR:
Bu durum da o kadar açıktır ki, Tehcirin yapıldığı sırada başkent istanbul’da bulunan Meclis-i Mebusan’da 15 adet Ermeni kökenli mebus(vekil) bulunmaktadır. Bu milletvekillerinden sadece 4’ü tutuklanmıştır. “Nitekim, 19’uncu yüzyıl Osmanlı devlet yıllıklarına (Salname-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye) bakıldığında, 29 Ermeni’nin kamu hizmetinde en yüksek rütbe olan paşa rütbesini kazandığı, 27 Ermeni’nin nazır(bakan) olarak atandığı, diplomasi alanında yedi Ermeni büyükelçi ile 11 başkonsolosun diplomatlık görevi yaptığı, müsteşar, vali, yargıç, genel müdür, daire başkanı olarak bürokraside yüzden fazla Ermeni’nin görev aldığı, il yönetim örgütünde her düzeyde yüzlerce Ermeni’nin görevlendirilmiş olduğu, akademik toplulukta da 11 Ermeni öğretim görevlisinin bulunduğu görülür. Bunlara ilaveten, 1876 Meclis-i Mebusanı’nda (parlamento) 33 Ermeni milletvekili bulunmaktaydı. Nihayet, Osmanlı Devleti’nin son döneminde Gabriel Noradungyan Efendi Dışişleri Bakanlığı, Agop Paşa da Hazine Bakanlığı yapıyorlardı” (Şükrü Elekdağ,s.s.9).

Yukarıda ifade etmeye çalıştığım uluslararası hukuk ilkeleri uyarınca hukuki bir mesele olması bakımından “tehcir” asla soykırım olarak nitelenemez. Tam aksine, Türk halkına karşı uygulanan bir soykırıma karşı kendini savunma edimi, meşru müdafaadır! Bu, Türk tarafının hiçbir hata, yanlış yapmadığı anlamına gelmez; bu kadar tahrik edilmiş bir milletin tepkisinin de makul sınırlar içinde kalmadığı durumlar olmuştur ama bunlar “soykırım” şeklinde değerlendirilecek boyutta eylemler değildir. Bu nedenle de, meselenin Ermeni tarafı olayın tartışılma boyutunu hukuki düzlemden siyasi düzleme kaydırmak istemekte ve geçmişte olduğu gibi bugün de Batı’nın süper güçleri bu konuda onları desteklemektedirler. Bugüne kadar 31 devlet Ermeni Tehcirini “siyaseten” soykırım olarak tanımışlardır. ABD’nin 49 federe devleti de Meclis’lerinde bu olayı soykırım olarak kabul etmişlerdir; ayrıca, Temsilciler Meclisi ve Seneto da bir karar tasarısını onaylamıştır. Bu, Batı’nın nasıl ikiyüzlü, riyakâr, çıkarcı, hukuk düşmanı olduğunu ortaya koyan bir meseledir. Emperyalistlerin hukuktan değil kaba güçten anladıkları bir kez daha görülmüştür.

“1915’te çöküş sürecinin son aşamasını yaşayan ve devlet kurumları zafiyete düşen Osmanlı İmparatorluğu, ölüm kalım mücadelesi verdiği bir dünya savaşı ve iç isyan ortamında, imkanlarının ötesinde zorlanmış ve yönetim yeteneğini büyük ölçüde kaybetmişti. Böyle bir ortamda yürürlüğe koymak zorunda kaldığı tehcir kararını tüm iyi niyetine rağmen gerekli disiplin ve düzenle uygulayamamıştır. Bu durumda, tehcir sırasında Ermeni kafilelerin kayıplara uğramaları kaçınılmaz olmuştur. Savaştan kaynaklanan genel asayişsizlik ve tehcir öncesinde Ermeni çetelerin Müslüman halka karşı uyguladıkları katliamların toplumlar arasında körüklediği kin ve intikam duyguları nedeniyle tehcir edilen kafilelerin saldırılardan korunması son derece zorlaşmıştı. Hükümet göçe tabi tutulan halkın can ve mal güvenliğini elinden geldiğince önlemeye çalışmış ve sorumlu gördüğü kimseleri de cezalandırmakta en ufak tereddüdü göstermemiştir. Bunlara ilaveten, savaş günlerinin güç koşullarında araç, yakıt, gıda ilaç sağlama imkanlarının son derece kısıtlı olmasının yanında ağır iklim şartları ve salgın hastalıklar da kafileler üzerinde ciddi tahribat yapmıştır. Bu bağlamda unutulmaması gereken, bu ağır koşulların sadece Ermeniler için değil, tüm Osmanlılar için de aynen geçerli olduğudur. Fakat tabiatıyla kayıpların önemli bir bölümü, 1914-1922 yılları boyunca Ermeni çetelerinin saldırılarından, iç çatışmalardan ve savaşlardan kaynaklanmıştır. Ziya Gökalp’ın “mukatele” (karşılıklı kırım) diye nitelediği bir dönemi de kapsayan bu zaman diliminde “Ermeniler Osmanlı Türklerini ve Müslüman ahaliyi çılgınca öldürmüşler sonra da kaçınılmaz olarak onların mukabelesine maruz kalmışlardır.”

aynı zamanda Ermeni diasporanın amacı tamamen siyasidir. amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir bu açıdan bakıldığı zaman neden Ermenistan’ın arşivler konusunda bu kadar kapalı olduğunu anlayabiliyoruz.

ve karşılıklı oldu diyen Türklere de uyarım hiçbir şey karşılıklı olmamıştır arkadaşım. Osmanlı kendi içinde 500.000 binden fazla türkü öldüren bir siyasi gruba müdahale etmişken ( o zamanki zavallı Osmanlı’yı ve Türk halkını düşünün) Ermeniler tamamen nefret duygusuyla soykırım yapmıştır. bu nefreti hala hissediyoruz bugün Türkiye’de Ermeni olmak Türk olmaktan farklı değildir ama Ermenistan Türk olmak nazi Almanyası’nda yahudi olmak gibidir.

son not : Tokyo ve Nürnberg mahkemelerinde yargılananlar soykırım suçundan yargılanmamıştır. insanlığa ve barışa karşı suçlardan yargılanmışlardır.
güncel Önemli Başlıklar