bugün

ahlat ağacı

geçtiğimiz günlerde vizyona giren yeni nuri bilge ceylan filmi.

büyük bir merakla gidip filmi izledim, iyisiyle kötüsüyle tüm eleştirilerimi elimden geldiğince meraklısına anlatmak istiyorum. dikkat, yazının bundan sonrası kısmi spoiler içerebilir.

başlayalım; film taşralı bir gencin üniversite hayatının bitişinin ardından aile evine dönüşüyle başlıyor, henüz ilk sahnede otogardan indikten sonra karşılaştığı kuyumcuyla olan diyalogdan sorunlu bir aile yapısının bizleri beklediğini anlıyoruz. fakat bu "sorun" olarak nitelendirdiğimiz şey büyük trajediler değil, babanın at yarışı merakı, annenin sağdan soldan borç isteyerek oğlana harçlık verişleri gibi sıkıntılarla karşılaşıyoruz. film bu noktadan sonra üniversiteden dönen bu gencin aile üyelerine ve topluma tepeden bakışıyla ilerliyor, bir kitap bastırmak isteyen gencimiz bu yolda karşılaştığı herkesi küçük görüp, kendini tatmin ediyor bir şekilde, muhtemelen nuri bilge'nin de amaçladığı gibi seyirci bir noktadan sonra bu kahramanın tutumundan rahatsız olmaya başlıyor.

filmde bana göre en önemli vurgulardan biri erkek çocuğun babaya karşı olan "rekabet" duygusunun yıllar içerisinde törpülenmesiyle, babayı anlamaya başlamak ve ister istemez onun yerini almak şeklinde. kahramanımız filmin son dakikalarına kadar neredeyse babasına düşman bir noktadayken, son sahnede babasının sürekli yaptığı eylemi yaparken görüyoruz. kahramanın dönüşümü ve olaylarla yüzleşmesi anne açısından da ilerliyor, anneye olan sonsuz sevgi ve güven annenin yazılan kitabı okumaması noktasında sallanıyor, oysa düşman olan baba kitabı bitirmiş hatta bazı yerleri tekrar tekrar okuyarak kitaba hakim olmuş, oğluyla gurur duyan bir noktada.

filmin bana göre en büyük sorunlarından beri uzun yıllardır dilden dile dönen o klasik eleştiri; cihangir'de oturup anadolu'nun köyünü anlatmanın sağlıksız olacağı. evet böyle bir durum söz konusu yine. yani çanakkale'nin çan ilçesinin bir köyünden iki imamı görüyoruz filmde, o kadar ağdalı bir dille o kadar boğaziçi sosyoloji tezi kıvamında konuşuyorlar ki gerçekliği kırıyor bu durum. cannes'da alt yazı takip eden entelektüel kitle için hoş olabilir fakat bu toprakların gerçekliğini bilenler için durum çok da hoş sayılmaz. aklımda kalan bir kavram nedensellik mesela, ben çan'ın o köyündeki köy imamına gidip nedensellik desem çok anlaşabileceğimizi sanmıyorum.

bir eleştirim de doğu demirkol'un yüzünün eğriliğine karşı hatice karakterinin pürüzsüz güzel yüzünün yakışmadığı olacaktır. doğu demirkol seyircide o taşralı genç imajını veriyor eyvallah fakat hatice'nin o yüzüne oturmuyor, ayrıca yanlış hatırlamıyorsam ilkokul veya ortaokuldan sonra okumaya devam etmediğini dile getiren hatice karakterinin felsefi cümleleri de az önce bahsettiğim noktada absürt kaçıyor.

filmin güzel yönleri var mı? var ve saymakla bitmez, örneğin doğu demirkol'un canlandırdığı karakterin bir inşaatçıdan bastıracağı kitap için sponsorluk istediği bir sahne var ki diyaloglarıyla ve tavırlarıyla temsil ettikleri insanları yansıtmakta oldukça başarılı.

tam da bu bahsettiğim sahnede çanakkale söz konusu olunca herkesin şehitliği anlatarak şehitlik üzerinden prim yapıp, bu işi ekonomiye döktüğünü dile getiriyor kahramanımız. daha sonra; çanakkale'nin şehitlikten ibaret olmadığını, pazarda fötr şapkasıyla şarap içerek portakal satan dayıyı anlatmak istediğini söylemesi tam anlamıyla nuri bilge'nin kendi düşünceleriymiş gibi hissettirdi. gençliğine dair bir hesaplaşma diyenler de var, doğrusu yanlışı tartışılır hemen niyet okumaya gerek yok.

daha yazılır daha anlatılır, uzun yıllar da konuşulur. mutlaka izleyiniz.