bugün

sözlük yazarlarının itirafları

-lisedeyken sınıfımızdaki engin adındaki bir çocuk daha okulun ilk yıllarında bana şöyle bir cümle sarf etmişti, "sen güzelsen, herkes güzel demektir. aynanız mı yok la evde?"
o günden sonra aynalara küsmüştüm. ne yaparsam yapiyim, hiç bir zaman güzel olamayacağımı düşünüyordum.
yine aynı çocuk yıl sonunda yapılan bir piknikte de ayaklarıma laf etmişti. "o ne biçim ayak diye" ayaklarıma küsmüştüm,evet. yaz aylarında bile çorap giyesim geliyordu. he bana bunları söyleyen çocuk yakışıklı falan da değildi, zaten yakışıklı olsa ehemmiyet vermezdim.
sonra yine aynı sınıfta sıramın tam yanı başındaki sırada oturan fikri adındaki arkadaşımı bana bakarken yakaladım. hayırdır, manasında kaşımı gözümü oynatınca, "güzele bakmak sevaptır demişler, sevaba giriyorum" demişti. ben de, ben güzel miyim ki, onca güzel var sınıfta; yalana bak, demiştim. sonra bir kahkaha patlattı, ön solda 3 numerolu dişi yoğudu, gülerken benim de gülesim geliyordu. ben gülünce, "dalga mı geçiyorsun" dedi. hayır, dedim; çok ciddiyim. ve aynen şöyle bir cümle kurdu, "sen çirkinsen, çirkinler ne? aynanız mı yok kızım evde?"
aynı cümleler ama farklı içerik. ısrarla güzel olmadığımı iddia ediyordum. en sonunda dayanamayıp, "sana aşık falan değilim, aşık olsam ondan güzel geliyor bu kız bana derdim. ama ben başka birine aşığım, ama sen güzelsin." dedi. sonrasında abime "ben güzel miyim" diye sormuştum. ergenlik ne mal bir şey. abim de "sen dünyadaki en güzel kızsın" demişti. abi tabi öyle der, diye düşündüm. sonra işte bu engin malıyla yine bir araya gelmiştik sonradan. ben de bana bu dediklerini hatırlattım, o da "sana aşıktım da, sen bana bakmazsın diye kötülüyordum seni" diye dangoz bi açıklama yaptı. tövbe yarabbi, gel de öldürme bunu.
ayaklarımla barışmam öyle kısa süre içinde olmadı. üniversite yıllarında yaz ayında bütünleme sınavları vardı, okuduğum üniversitede. belalı da bir ders, neredeyse tüm sınıf kaldık. tüm sınıf bütünlemeye gelmişti işte, sınav sonrası da gezeriz demiştik. ama o kadar huzursuzum ki, gezmek istemiyorum. çünkü ayağımda sandaletlerim var ayaklarım görünüyor. ciddi bu mallığı yaptım ben. neyse işte, güç bela yine de kırmamak için katıldım. sonra birden sınıf arkadaşlarımdan bir çocuk, "enurchem, senin ayakların ne şeker öyle ya, minicik" demez mi?
hiç güzel değildir benim ayaklarım ama sağol yine de,demiştim. "daha ne olacağıdı, sen de alemsin he" dedi. ayaklarımla da bu sayede barıştım. gerçi hala güzel olduklarını düşünmüyorum. ama hayatın bu gibi şeyler için harcanmaması gerektiğinin farkına vardım.
güzel bir kadına sırf kıskançlıktan güzel demeyeceğim tutuyorsa, inadına dedim, güzelsin türkan şoray gibisin, diye. ama kendimin güzel olup olmadığı, ayaklarımın çirkinliği vs vs umrumda değil. ben böyle çok mutluyum.

-kıskanç biriyim. cidden çok kıskancım ama fena bastırıyorum. güzel bir kadını kıskanıyorum. sevdiğimi zaten kıskanıyorum. benim yapacağım espriyi benden önce yapanı bile kıskanıyorum. bazen ben bile bu halime hayret ediyorum.

-bu aralar kafam çok dalgın. çok fazla düşünmekten işte. uzun süredir eski dostlar bir araya gelememiştik, geldik işte. tabi benim kafa hiç yerinde değil. ne yapılan komikliklere gülebiliyorum, ne de komiklik yapabiliyorum. hatta en yakın arkadaşım tatlı tatlı espriler yaparken içimden "nasıl bu kadar güzel espri yapabiliyor" diye düşündüm hatta. sonra biri çıkıp, sana ne oldu pek neşesizsin, dedi. o gün öylece yapılan esprilerin orjinalliğine hayret ederek geçti. ertesi gün daha bir felaketti tabi. ama sonrasında kendi neşemi buldum. sonra o neşemi bulunca, yine aynı arkadaşım, bir kadın neşesi her şeye değer, dedi. artık o gün onları nasıl bi kasvete bürümüşsem.
he bu paragraftaki itiraf ne, söyliyim. kendimi hep birilerini güldürmek zorundaymışım gibi hissediyorum. komiklik yapmam lazımmış gibi geliyor hep. zaten etrafımdaki insanların tavırları da hep bu yönde oluyor. "çok komiksin enurchem, çok eğlendim enurchem, zeki esprileri bunlar enurchem" gülmediğimde ya da bir gün güldüremediğimde bu insanlar etrafımdan uzaklaşırsa?

-bu entry muhtemelen böylece aylar sürecek şekilde bekliycek, çünkü kendi nick altımda yazmak istediğim halde yazmadığım onlarca yazılar var. yine aynı şekilde çok sevdiğim bir yazarın da nick altına yazdığım bir entry eklenmeyi bekliyor, aylardır. ara ara ekliyorum oraya, bu entrye eklemeler yaptığım gibi.

-çocuklar her yere koşarak gider ya. ben de öyle bir çocuktum işte. evin kapısı çalar koşarak "ben açıcam ben açıcam" diye giderdim. eğer keyfim yerindeyse, yine koşarak açmaya gidiyorum. biricik kankamın dediği gibi, "büyümemek güzel".

-kalbimin acıması çok tuhaf. nefretlik hatta. ne bu be, iğrenç bir şey.

-diş hekimlerinden nefret ediyorum!
nefret ediyorum diş hekimlerinden!
ediyorum nefret diş hekimlerinden!*
-insanları süzüyorum. nasıl oluyor bilmiyorum. fark edince utanıyorum kendimden.

-ve yine diş hekimlerinden nefret ediyorum.

-iki gün sonra çok sevdiğim arkadaşlarımdan biri memleketi bergama'ya dönüyor. kendimi yapayalnız hissediyorum. aklıma geldikçe kalbim sıkışıyor. "yolcu etmeye gelirim" dedim ama gidemem, gitmiycem muhtemelen. vedaları hiç sevmem ben.

-kuzenlerime yalan söyledim. sürekli aradılar telefonlarını açmadım. mesajlarına da cevap vermedim. "mesaj hakkım yok" dedim ve geçiştirdim. halbuse yalan, gayet de mesaj hakkım var. neden yaptım? işte.

-bu güne dek içimden gelerek ne yaptıysam, hep başıma geçti o yaptığım şey. salağım ya ben, aynı şeyi sonucunu bildiğim halde on kere yapıyorum. neden? salağım çünkü.

-dangoz kelimesini kullanmayı çok seviyorum, her yere yakışıyor.

-sinirlendiğimde susuyor olmaktan nefret ediyorum. ama daha çok sinirlendiğimde ağlamaktan nefret ediyorum. bazen sinirlenince böyle çatır çatır saydırıyorum karşıdakine. ama bazen öyle bir hal oluyor ki, böyle dudağımı ısırıyorum ve o an artık tek kelime edemez hale geliyorum. ağzımdan çıkan ilk harf zaten göz yaşlarımın süzülmesiyle kelimeye dönüşemeden son buluyor. sonra o dilimin ucuna geldiği halde söyleyemediğim o kelimeleri, ben bunları nasıl söylemem diye hatırladıkça sinirlenip bi daha ağlıyorum.

-günlerdir her yerim ağrıyor. salak gibi ota süte ağlıyorum. daha kötüsü gizli saklı yerlerde ağlıyorum. küçükken çalıkuşu'nu okurken öğrenmiştim, böyle ağlamaktan kızarmış yüze göze bol bol soğuk su çarpmak iyi geliyor kimse anlamıyor cidden öyle olunca. bunu söyleyebildiğim kimse de yok. birine söyleyeyim edim, o da uzmanıymış gibi fibromiyalji
olabilir dedi. bir bu eksikti zaten. ben de kendimi fibromiyalji olduğuma inandırdım. ama cidden ne gece uyku var ne gündüz.

aklıma geldikçe yine biriktirir yazarım. şimdilik bu kadar.