bugün

kurtuluş cephesi

devamı..

Bu savaşın ekonomik temeli ise, yeni-sömürgecilik yöntemleriyle geliştirilen işbirlikçi-tekelci ticaret ve sanayi burjuvazisi karşısında sürekli gerileyen ve yokolan "Anadolu" tüccar ve esnafı ile yeni işbirlikçi adaylarının kurmuş oldukları ilişkidir.
"Anadolu kaplanları" vs. olarak adlandırılan küçük ve orta sermaye kesimleri, "ithal ikameci sanayileşme" döneminde büyük ölçüde ekonomik güçlerini yitirmişlerdir. Emperyalizme bağımlı sanayi kollarının kurulduğu ilk dönemde, bu sanayilerin yan sanayileri olarak faaliyet gösteren bazı küçük ve orta sermaye kesimleri ile bu dışa bağımlı sanayilerin Anadolu dağıtımcısı olan tüccar ve esnaf 1970 sonrasında giderek bu ilişkilerden dışlanmaya başlamıştır. Özellikle otomotiv sanayindeki işbirlikçi-tekelci burjuvazinin kendi dağıtım şebekesini kurmasıyla birlikte küçük ve orta sermaye kesimleri muhalefete geçmişlerdir. Benzer bir durum tüketim malları sektöründe de ortaya çıkmıştır. işbirlikçi-tekelci burjuvazinin tüketim malları üreten kesimleri giderek tüccar ve esnafın kâr oranlarını düşürürken, diğer yandan hangi ürünü satacaklarına da karar vermeye başlamıştır. 1980 sonrasında ithalatın serbest bırakılmasıyla birlikte süper marketler ve hiper marketlerin açılması, Anadolu tüccar ve esnafını iflasa yöneltmiştir.
1990 sonrasında, özellikle DYP-RP koalisyon hükümeti döneminde holdingleşmeye ve süpermarketleşmeye yönelen Anadolu "kaplanları", temel tüketim malları alanında güçlenmeye başlamışlardır. Birbiri ardına kurulan marketler ve mağazalar zinciri, "islami sermaye" kesimlerinin yeniden güçlenmesine yol açmıştır. "Beyaz Türkler"in alış-veriş yaptığı Galeria türü "center"ların karşısında Yim-Paş, Çetinkaya türü mağazalar ve marketler zinciri "öteki Türkiye"nin tüketim malları dağıtım tekeli haline gelmişlerdir. ihlas Holding'in koladan "medya" alanına kadar değişik alanlarda yaptığı yatırım "hamlesi", "islami sermaye"nin ticaret alanı yanında sanayi ve "medya" alanında gelişmesini getirmiştir.


Öte yandan ithalatın liberalizasyonu ile yeni iş olanaklarına sahip olan "islami olmayan sermaye" küçük ve orta sermaye kesimleri, ağırlıklı olarak ithal malları ticaret ve dağıtımında güçlenmeye başlamışlardır. Bu kesimlerin ithal ettikleri malların Anadolu' daki dağıtımı ise "islami sermaye"nin de içinde yer aldığı tüccar ve esnaf tarafından yapılmaya başlanmıştır. ithal mallarının paketlenmesi, ambalajlanması da, "islami" kesimler tarafından yapılmıştır. Bu yeni ilişki zinciri, "laik" sermaye ile "islami" sermayenin çıkarlarının ortaklaşmasını getirmiştir. Bu ilişkiler, aynı zamanda "Türk-islam sentezi" çevresindeki toplaşmanın da temeli olmuştur.
1991 seçimlerinden itibaren Anadolu "kaplanları"nın (sanayi ve ticaret sermayesi) sürekli parti değiştirmeleri de, bu ithalatın liberalizasyonuyla ortaya çıkan ticaret alanındaki genişlemeye paralellik taşımıştır. 1995 seçimlerinde Erbakan'ın RP'sine yönelen bu kesimler, 1999 seçimlerinde ağırlıklı olarak MHP'yi desteklemişlerdir. 2003 seçimlerinde ise bu kesimlerin gözdesi AKP olmuştur.(Anımsanacağı gibi, 1995 seçimlerinde RP %21,3; MHP %8,1 oy almışken (toplam %29,4), 1999 seçimlerinde MHP'nin oyları %17,9, FP'nin oyları %15,4 olmuştur (toplam % 33,3).)
Aydın Doğan'ın POAŞ'ı almasıyla birlikte "medya" alanında yeni bir süreç başlamıştır. Anadolu'daki akaryakıt istasyonlarının artık Aydın Doğan Holding'in "kapsama alanı"na girmesi, Hürriyet ve diğer Doğan Holding yayın organlarını hızlı birer "başörtüsü" savunucusu ve AKP destekçisi haline getirmiştir. Amaç, bir yandan POAŞ'ın devlete olan borçlarını erteletmek, diğer yandan akaryakıt istasyonlarını büyük ölçüde POAŞ'a bağlamaktır. Böylece paranın dini-imanı olmaması gerçeği, "terör"ün dini-imanı olmaması demagojisiyle birleştirilerek günümüze taşınmıştır.
Bu ilişkiler içinde "bay %5" E. Özkök, yeni işbirlikçi adayı küçük-burjuvaların "yükselen değerler"inin savunucusu olarak orkestrayı yönetirken, "tetikçiler" her olayı kullanarak "başörtüsü yasağı"na karşı en radikal teorileri ve demagojileri "medya" köşelerinde yapmaya başlamışlardır.
Laiklik ise, bu çıkar ilişkilerinin içinde sadece bir sözcükten ibarettir. Çıkarlar gerçekleştirilebilindiği sürece, "kedinin" laik olup olmaması önemli değildir. Hâlâ kendilerini "kemalist" zanneden, bu yüzden laiklik konusunda "hassas" olan çevreler ise, gelişen ekonomik ilişkilerin gücü karşısında çaresizlik içinde olayları izlemekten başka birşey yapamaz olmuşlardır.
ideoloji olarak sunulan "kemalizm"e dayandırılan laiklik, solun bile savunmaya cesaret edemeyeceği "saatli bomba"ya dönüşmüştür. Radikal "başörtücüler" ile liberal "türbancılar"ın "medya"daki güçleri karşısında sürekli aşındırılan ve anlamsızlaştırılan laiklik, sanki ideoloji olarak sunulan "kemalizm"in bir ürünüymüşcesine kabul edilmeye başlanmıştır.
Bugüne kadar defalarca belirttiğimiz gibi, islamiyet, Hıristiyanlığın tersine, içerdiği feodal ve ortaçağ dogmalarından kendisini arındırmamış ve toplumsal, siyasal ve ekonomik düzeni düzenlemeye yönelik siyasal iktidar olma çabaları ve koşulları kesin olarak yenilgiye uğratılmamıştır. Demokratik devrimin tamamlanmadığı, feodalizmin ve feodal ideolojilerin devrimci tarzda tasfiye edilmediği bizim gibi ülkelerde sorun, feodalizmden kapitalizme geçiş sorunu olarak varlığını sürdürmektedir.
III. Enternasyonal'in 1920 yılında aldığı kararlarda da ifade edildiği gibi, "Avrupa ve Amerika emperyalizmine karşı kurtuluş hareketini, hanların, toprak sahiplerinin, mollaların, vb. gücünü artırma çabasıyla birleştirmeye çalışan panislamcılıkla savaş"[7*] günümüzde de zorunlu bir savaştır. Bu savaşda, "başörtüsü" ya da "türban" sorunu sadece olayları çarpıtmaya yarayan ve küçük ve orta sermaye kesimlerinin çıkarlarını gizleyen bir demagojiden başka birşey değildir.