bugün

kukusu görünen bir hanımefendiyi kibarca uyarmak

selam.

deniz kokardı gözleri,
karşılıksız ağlardı pembe melekleri
oysaki terk edişlerinden bir çocuk peydahlamıştım bize,
şuuruna kan tesir etmiş ellerinin pejmürde damlacıklarından almıştı gözlerini,
ve kollarımda ağlardı en babasız hikayesi;
babasızlığa ağlardı kollarımda,
ve yine kolları ağrırdı intihar kokulu hoşça kal'lara...

bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga

ne de güzel bir gündü oysaki...
ufunet organlara sahip dişilerden uzak, birtakım erkek loblarının koynunda halvet olmaktan kıvanç duyduğumuz, cumhuriyet altınlarıyla taso oynarken şen kahkahalar attığımız, penceremize konan pembe flamingoları beslerken hüzünlendiğimiz, kimi zaman tencerenin dibinde kalan son kokain kırıntılarına ekmek banarken gülümsediğimiz, muhteris yüreklerimize afrodizyak etkisi yapan pembesel bir gündü.

yine her pazar olduğu gibi ekseriyetle bir araya geldiğimiz, beş dönümlük arazi üzerine inşa edilmiş olan, gaydaşlar kıraathanesi'nde en sevdiğim gaydaşlarımla birlikte ödetmesine golf oynuyor, fırsattan istifade etmeye çalışan yancı gaydaşlarımızı da usulca teessüf ediyorduk. tanrım ne de güzel ediyorduk...
golf turnuvamızı sonlandırmamızın ardından, herkes yanında getirdiği aşk tüccarını becermeye koyuldu.
gaydaşlarım yanlarında getirdiği kaslı aşk tüccarlarıyla birer savaşçı tanrı gibi çarpışırken, ben ise ormanda gezinti yapmayı yeğlemiştim.
nedense üzerimde birtakım sevişsel isteksizler söz konusuydu. bu üzgünlüğümle mütenasip olan nuktedan isteksizliğimden biraz olsun kurtulabilmek adına gaydaşlarımın çıplak popişkolarına baksam da geçerli bir tesiri olmamıştı. hatta en düşünceli gaydaşımın, "göt çok güzel, sen de gelsene?" çağrısına bile ancak alt dudağımı bükerek tepki verebilmiştim. üzerime sebebi meşru duygusallıklar hicret ediyordu. nevi şahsına münhasır pembe yanaklarımdan yaşlar damlıyordu. tanrım yine neden ağlıyorum ki?..

derhal uluhiyet kokan tabiata attım kendimi. koşarak uzaklaştım günahlar kıraathanesinden.
mukadderatımda kim bilir neler yazıyordu, yalnız başıma ağlıyordum bir çam ağacının platonik gölgesinde. üstelik konuşuyordum da o ağaçla. konuşuyordum hüznüme ortak ettiğim vefalı bir ağacın yalnızlık gölgesinde...
"ağlıyorum. bak yine oluyor işte, sebebi muallak benliğimi yitiriyorum ağaçkettom." diye fısıldadım bu babacan ağacın gövdesine.
cevap vermedi...
cevap vermeme küstahlığını teessüf etsem de, yine de kızamadım ona. kızamamıştım işte... dallarının arasına 2.000 dolar sıkıştırıp ayrıldım yanından. koşarken ona dil çıkarmayı da ihmal etmiyordum.

ve bu sırada bir çıtırtı sirayet etmişti kulaklarıma. irkilmiştim...
yere yatıp tüm pembeliğimle teyakkuza geçtim. çalıların arasından mistik sesler yükseliyordu. korkudan rengim atmıştı. bir süre daha dikkatle bekledikten sonra, arka cebimden çıkardığım bir kap sülfürik asit ile sodyumu karıştırıp çalıların arasına fırlatıverdim.
ve ardından patlama sesi eşliğinde havaya uçan bayan bir kadına şahit oldum. bastım kahkahayı... tanrım ne de güzel uçmuştu ama!
mutluluktan az önce dertleştiğim ağacı bile hiç gözümü kırpmadan ateşe vermiştim. kadın ise patlamadan hafif sıyrıklarla kurtulmuştu. bu moral bozan detayı görmezden gelerek, kadına icazet veren bakışlarım neticesinde konuşmasını ima ettim. bayansal olduğuna yemin edebileceğim bir sesle fısıldadı kadın:

- bunu neden... neden yaptın?

+ merhaba, ben pembe tolga. lütfen fütursuzluğumu mazur görünüz hanımefendi. belirtmeden edemeyeceğim; maatteessüf, şu an gaydaşlar için konumlandırılmış arazimize izinsiz giriş yapan dişisel bir kadın olarak görünüyorsunuz. öncelikle sizi bu tutumunuzdan dolayı teessüf ediyorum. fakat yine de izafi olarak dramatik geçen günüme iştirak edişiniz berdevam hüznüme son verdi diyebilirim. yalvarırım beni affedin fakat; şu an dişlerinizi sökmemem için hiçbir sebep göremiyorum hanımefendi. üzülerek söylüyorum ki sayın cinsi latif, az sonra sırtınızın derisini yüzüp üzerine eritilmiş silikon dökmeliyim. akabinde sol gözünüzü söküp içerisine lehim dökmekten de kendimi alabileceğimi hiç sanmıyorum.

bir anda ayağa kalkıp kaçıyordu ki, sevişmeleri bitmiş olan birtakım gaydaşlarım tarafından kıskıvrak yakalanıverdi.
gaydaşlarım olan bitenden habersiz bir şekilde beklerken, kadın bir anda eteğini kaldırıp pıtısını açıverdi.
tanrım... tüm gaydaşlarımla birlikte korkuyla yere yattık. hemen yanı başımızda çıplak bir vaji vardı. kimse ona bakamıyor, kusmamak için yerdeki ağaç kozalaklarını dişliyordu. gerçekten de zor durumdaydık. kadın vajisini gösterdiği yetmezmiş gibi, elleriyle de vurarak sesler çıkartıyor, bu korkunç işkencesine devam ediyordu. gözlerim kapalı, kulaklarım tıkalı bir şekilde haykırdım kadına:

+ hanımefendi korkarım ki vajilettonuz görünüyor. lütfen bu yetersizlik ürünü olan, ve de biyolojik hataların en korkuncu olarak nitelendirebileceğimiz şu korkunç vajinizi gözlerimizin önünden çekiniz. inanın büyük bir gaflete imza atıyorsunuz.

kadın çoktan kaçmıştı bile...
gözlerimizin kapalı oluşunu ve de kulaklarımızın tıkalı oluşunu fırsat bilip kaçıvermişti. ne de ağır bir travma geçirmiştik ama...
gaydaşlar olarak birbirimize sarılıp müteessir gözyaşları döktük. bizi teselli edecek kimsemiz yoktu.
robotum gri tlg'ye sms atıp o kalpsiz kadınsal canlıyı yakalatıp öldürttüm.

bu bile yetmemişti yüreğimizi ferahlatmaya.
tanrım saiki harabeye dönmüş bu canlılardan uzak tut bizi...
o'nların ölümcül vajileriyle sınama bu pembe kulunu.

ve ağlıyorduk hep bir ağızdan,
durduramıyorduk da üstelik inci tanelerini.
ağlıyorduk işte.
biz ağlıyorduk yine...

deniz kokardı gözleri,
karşılıksız ağlardı pembe melekleri
oysaki terk edişlerinden bir çocuk peydahlamıştım bize,
şuuruna kan tesir etmiş ellerinin pejmürde damlacıklarından almıştı gözlerini,
ve kollarımda ağlardı en babasız hikayesi;
babasızlığa ağlardı kollarımda,
ve yine kolları ağrırdı intihar kokulu hoşça kal'lara...