bugün

17 ağustos 1999 marmara depremi

Bundan on iki yıl önceydi;
On iki yıl önce, tarih; 17.08.1999

Yaz tatili; sevinç içinde tüm çocuklar, kimisi üzüntülü ama, okul değiştirecek olanlar, mezun olanlar. Arkadaşlarından ayrı kalacakları için üzüntülü olanlar, tatil için bir yerden başka bir yere gidenler de var aramızda. Sancılı günlerin geleceğini önceden kestiremeyenler var. Acılı günler yaşayacak insanlar var aramızda, mutluluğun kapkara bir bulut gibi insanların içine hüzünle dolacağı günler.

Sabaha karşı, herkes uykuda iken yerin altından gelen korkunç bir gürültü ile doğruldu insanlar yerlerinden, kimisi rüyasında sallandığını düşündü önce, daha önce deprem ile tanışamayan insanlarımız vardı bizim. Bilinçsiz, eğitimsiz, daha önceden olacağı uyarısı olmadan yaşayan insanlarımız. Gerçi nerden bilecektik ki bu kadar büyük bir felaket olacağını.

işte o gün ve gecesi yaşananların ufak bir yansıması;

ilköğretim çağındaydık o zaman, yaz tatiline girmeden önce birbirimize yazdığımız hatıra defterlerimiz mevcuttu. Herkes birbirine güzel dileklerde bulunuyordu. Kimisi kendi elleriyle resimler yapıp arkadaşlarına veriyor, kimisi kompozisyon gibi uzun uzun yazıyor, kimisi kısa kesiyor ve sadece şunları yazıyordu; beni sakın unutma! Çünkü ben seni unutmayacağım.

Kimse kimseyi unutmadı ki zaten.

O gece rüyamda bir bilgisayar oyunu oynuyordum, ne kadar büyük bir zevkle oynuyordum hem de. Ekran birden sallanmaya başladı önce, kardeşimin yaptığını düşünüp, sinirlendim. 'yapma şunu, bırak şu bilgisayarı' diyerek kızdım. Gücü gittikçe artıyordu sallanmanın, sallanmanın yanı sıra, güçlü ve yerin altından geldiğini düşündüğüm bir ses ile beni uyandırdı uykumdan. Ağzımdan çıkan ilk söz "anne" oldu. Kardeşimin çığlıkları, ağlaması ile ne yapacağını bilemez bir halde, kardeşimi ranzadan indirdim. Babam bizi ve annemi çok hızlı bir şekilde dışarı çıkardı. ilk katta olmamız bir yandan avantaj olmuştu. Uzunca bir süre sallandık, çok uzun bir süre. Bütün bir ömrümün sallanacağı kadar uzun, anne ve babamla geçirdiğim sürenin kısa olduğunu düşünecek kadar acılı sürdü. insanların acı ve endişe dolu bağrışlarını ifade edemeyecek kadar uzundu. Sanki benim kısacık süren ömrüm kadar uzun sürmüştü.

Boş ve büyük bir alana toplandı, dışarıya kendini atan sağ salim çıkabilen insanlar. Dışarı çıktığımızda fark ettim ki, insanların hepsi hep bir ağızdan çığlık atıyordu. sonradan daha kötü bir şey olduğunu fark ettim. iskambil kağıdı gibi yıkılmıştı binalar. O an sağlıklı bir şekilde ayırt edemediğim için farkında değildim, etraftaki insanların çığlıkları, hengame, toz bulutları, tek bir yerden sadece benim kulağıma doluyordu sanki. Üstüne üstlük, o yerin altından gelen ses hala kulaklarımı tırmalıyordu.

Sabahın ilk ışıkları yıkılan binaların üzerine vuruyordu, babam yanımızda değildi o an, yardım için kurtarma çalışmalarına katılmıştı. Bizim oturduğumuz yerde fazla bir kayıp olmamıştı. Yapı olarak eski bir binaydı ama sağlamlığını kanıtlamıştı. yıkılmamış olmasına rağmen yıkılma durumu olabilir dediler. ama yan tarafımızda bulunan site ve orda bulunan binlerce tanıdığımız zarar görmüş, birçoğu hayatını kaybetmişti. Arkadaşlarım da vardı. Beni unutma diyen arkadaşım mesela. Asla unutamayacağım arkadaşım.

Uzunca bir süre konuşamadım, gözlerimi karnıma doğru çektiğim dizlerime odakladım. Annem konuşmadığım için endişelenmeye başlamıştı. Ama bir yandan da, O koşturmanın içinde, acılı annelerin çığlığı altında, yaşıyor olmamızın sevincini saklamaya çalışıyordu. Mütemadiyen ağlıyordu, günü yarılamıştık. tanıdıkları isimleri çağırdı annem bir süre. Sık sık "siz buradan bir yere ayrılmayın, kızım kardeşine sahip ol, elini bırakma" diyerek telkinlerde bulunarak bırakıp gidiyordu. Çoğu zamanda ağlayarak geliyordu. Başı öne eğik, bulamadığı arkadaşlarının acısı, hıçkırmalarını saklamaya çalışması hala aklımda. Kardeşimin soruları fazlaydı, ufacıktı. Okula bile gitmiyordu. Merak ediyordu ama, Abla hep böyle mi kalacak burası artık? abla arkadaşlarımız neden gelmiyor? Abla ben acıktım, sen acıkmadın mı? Abla evimize gitmeyecek miyiz? Bu ve bunun gibi binlercesi.

O sırada Ağlayan ufak bir erkek çocuğu geliyor yanıma doğru, üstünde bir atlet var, bir şort. Üstü başı toz içinde. Panikliyorum onu görünce. Etrafımda binlerce kişi var belki, ama sadece bana bakarak ağlıyor. Göz yaşları kırmızı yanaklarından süzülüyor. içli içli ağlıyor, Derdini anlatabilecek yaşta, ilkokul iki bilemedin üçüncü sınıf öğrencisi. kalkıyorum kardeşimin yanından, onun yanına gidiyorum. Önünde eğilip ellerini tutuyorum, hıçkırık dolu sesinin arasından "annemi götürdüler" diyor. "beni de buraya gönderdiler", "şu giden abi yanınıza oturmamı söyledi" diyor. Göz yaşlarımı tutamıyorum. Sarılıyor bana. incecik bedeni titriyor yaprak gibi, kollarımın arasında. "abla" diyor kulağıma doğru ağlaya ağlaya, "annem geri gelecek mi abla? Ben annemi istiyorum" o sözleri yüreğime işleniyor adeta. diyecek bir sözüm yok. Bilemiyorum annesine ne olduğunu çünkü. Ağlayan gözlerle bilmiyorum diyerek başımı sallıyorum. Boğazım düğüm düğüm oldu lafını o an anlıyorum. Çaresizliğin ne demek olduğunu, bir şey yapamamanı kahreden yükünü o an anlıyorum. Kardeşimin yanına oturuyor. Ellerini yüzüne kapatıyor, gizlenerek ağlamaya başlıyor. Babası nerde acaba diyorum kendi kendime, sorular soruyorum. Komşularımız sakinleştirmeye çalışıyor çocuğu. Ben de bir yandan göz yaşlarımı silerek, hıçkırıklarımı yutmaya çalışıyorum. Başımıza ne geldiğini bilemiyorum hala. Bu deprem dedikleri afetin ilk yıkıcı etkisini bu ufak çocuk anlatıyor bana.
Aradan geçen zamanlar, günler, kızılayı bekleyen insanlar, gönüllü olarak yardım eden insanlar var. Sitemliler hem de çok fazla. Kızılay gelmedi henüz afet alanına çünkü. Yemekler azar azar dağıtılıyor. Annem yanımızda, babam hala enkaz yardım çalışmalarında bulunuyor. Babam bitkin, babam çaresiz, o da ağlıyor çoğu zaman. Bir ton değişik hikaye anlatıyor. O anlattıkça Biz de onunla birlikte ağlıyoruz. bizi de susturmaya çalışıyor.

Orda bulunanlar bizim kadar şanslı değil. Onlar annelerini kaybetti, onlar kardeşlerini kaybetti o enkazda, babalarını, arkadaşlarını, tanıdıklarını kaybetti. Çocuğuz diye uzak tutuyorlar enkaz yerinden bizi. Ah bir gidebilsem oraya, tüm binaların altındaki insanları tek elimle çıkarırım diyorum, öyle güçlü hissediyorum kendimi, bir yandan da bir şey yapamamanın verdiği vicdan sızlamasıyla içim eziliyor. Annem ile babam gidiyor oraya. Hiçbir şeyi geri çeviremeyeceklerini biliyorlar, içli içli nefes alabiliyorlar sadece. Ellerinden geldiğince hızlı olmaya özen gösteriyorlar. Her an bir canı daha kurtarabilme derdindeler. Birçok kişiyi yanımıza getirdiler sonra, ağlayan ağıtlar yakan, can acıtan, her duyduğumda binlerce enkazın altında kalmış kadar canımı benden alan. Canlı çıkarılan her insanda bir coşku yaşanıyor. Seviniyor insanlar, umutlar çoğalıyor. insanlar birbirine sarılmak için afet bekliyormuş, bunu da öğreniyorum o zaman.

Anneler geçti gözümüzün önünden, "evladımı kurtarın" diyen, bize bakarken evladının yaşama ihtimalinin artacağını düşünen. Onunla birlikte bizleri de yerin dibine sokan anneler. Yalvaran anneler, "allah benim canımı alsaydı da murat'ımı almasaydı" diye ağlayan anneler, "elif anneciğim ses ver ne olur bebeğim" diye haykıran, dizlerinin üzerine çöküp, yerleri döven anneler.

Babalar gördüm, erkekler ağlamaz lafını hıçkıra hıçkıra ağlayarak yalanlayan babalar. Enkazdaki taşları o anki güç ile bir tarafa atıp insan kurtarma telaşında olan babalar, benim evladım kurtulamadı ama canlı olanların canlarını belki kurtarabiliriz diyen babalar.

Ablalar; gözleri kan çanağı olmuş, ağlamaktan yorulmuş ablalar gördük. "annemi kurtarın Allah aşkına, anne sesimi duyuyor musun anne, kurban olayım ses ver anne" diye haykıran ablalar. "anne ben sensiz ne yapacağım yaa, ne olur ses ver" diyen ablalar. iki kişinin zor zapt ettiği ablalar. Kendilerini yerden yere atan ablalar.

Ağabeyler yürüdü yanımdan, içli içli ağlayan, ağlamalarına dayanamadığım ağabeyler, insanlara arkasını dönüp gözlerini silen, of çekip duvar yumruklayan ağabeyler, yere çaresizce çöküp titreyen ellerle sigaralarını içen ağabeyler.
Bir tanesi yanıma oturdu, çenesi titriyordu ağlarken, üzerindeki şoku atamamıştı herkes gibi. Annem ile babamı sordu önce, yaşadıklarını öğrenince rahatladı. Ben de ona sordum ailesini. "Hepsi yaşıyor" dedi. Canlı ve sapasağlam enkaz altından çıkarttıklarını anlattı bana. O an çocuk yaşıma bakmadan anlattı hem de. insan nasıl da tutunacak bir dal arıyordu o an. Gözlerinden yaşlar süzüldü, ne düşündü acaba diye düşünürken,"ama onu kurtaramadım" dedi. "kimi?" dedim. "arkadaşın mı? Tanıdığın mı? Kimi?" yumruklarını sıkarak cevap verdi. "nazlı'mı" bir ömürden uzun dakikalar geçti aramızdan. Titreyen elindeki sigarasını zorla götürdü ağzına, zorlanarak, derin bir nefes çekti. Nazlı'sını kurtaramamış. Yumruğunu ısırdı, sesini kısmak için. Haykırmasını dindirmek için. Nazlı'sını kurtaramamış işte. Canından bir parçasıymış Nazlı'sı. Sonra tekrar konuşmaya başladı. Kurumayan gözlerim tekrar ağlamaya başladı, bir sevdiğim yoktu ama içim yanmıştı o an. "bir gün önce görüştük, bugün için planımız vardı. Gezecektik, sinemeya götürecektim onu. Nişanlımla zaman geçirecektim, kurtaramadım onu! lanet olsun! nazlı ses ver diye çok bağırdım, kurtaramadım cansız bedenini aldım son kez kollarıma" dedi. işte asıl, o an hayat durdu. En acı şeyin insanın kucağında yatan cansız bedenli sevdiceğiymiş bir şeyi daha kanıksadım.

Enkaz yerinden gelen sesler geliyordu kulağımıza "sesimi duyan var mı?" üzerime o an dünya çökse de şuracıkta ben de ölsem keşke dedim. Onun kadar konuşamıyordum ben. Sadece enkaz yerinden gelen o incecik ışık gözüme çarpıyordu ve o iki soru doluyordu kulağıma "sesimi duyan var mı?" "orada kimse var mı?"

- S e s i m i d u y a n v a r m ı ?
- O r a d a k i m s e v a r m ı ?

Zaman çok çabuk geçti; bilançomuz medya tarafından en az şekilde söylendi. Depremin şiddeti yurt dışında 9.6 türkiye de 7.4 olarak geçmiş kayıtlara. Üniversitede Aynı yurtta kaldığım arkadaşım depremde sevdiklerini kaybetmiş. En ufak sarsıntıda uyanıyoruz şimdi korkuyla, tüylerimiz ürpererek. Sabaha kadar da uyuyamıyoruz. Yine aynı dehşet yaşanacak korkusuyla. Ben kaybetmedim ailemi. Şanslıydım belki ama, ben o insanların acısını yaşadım. Hala yaşıyorum. Ve çarpık düzenimize, 1980 sonrası inşa edilen yapılara, 4 katlı bina yerine 14 katlı meşru olmayan şekilde bina diken müteahhitlerimize lanet okuyorum.

Özgedit; Depremin en az hissedildiği bölgede yaşıyorum. O depremi yaşamadım. Çok daha hafif kalmıştı bizim yaşadıklarımız. Ama evet biz de en az ordaki insanlar kadar dehşete kapıldık, biz de en az onlar kadar sarsıldık, manevi olarak. Ben sadece onların yaşadıklarını içimde yaşadığımı anlatmak istedim. Bir daha böyle büyük bir felaket yaşanmaması en büyük temennimiz. En az ordaki insanlar kadar yanmıştı bizim de canımız. Allah hepimizi olası bir felaketten korusun. Depremde vefat eden binlerce insanımıza allah'tan rahmet diliyorum ve yakınlarına binlerce sabır. Mekanları cennetin en sağlam yeri olsun.