bugün

ben bu yazıyı sana yazdım

"saçının tellerine gönlümü taktı kader." diyor bir şarkıda. ki çok dinlemem türk sanat müziğini ama bu anlamıyorum anlamına da gelmez tabi ki. yaralarımı tırmalar kanatır çoğu zaman ondan dinlemem genellikle.

saçının tellerine bile dokunmaya kıyamıyorum ki o hayat değerindeki uykundan uyanacaksın korkusuyla, değil gönlümü takmak. mümkün olsa da üstündeki tüm yükleri de alabilsem ve biraz rahat ettirebilsem seni ruh dünyanda.

ben mi? boş ver beni düşünme, eşeğe semeri ağır gelmiyor, başka bir deyişle acı patlıcanı kırağı çalmıyor; çalamıyor...

dünyanın zorluğu, ölüm dahil; senin sevginle harmanlandıktan sonra bana denizde kum tanesi.

daha iyiyim bu gece. daha ferah içim... uçurum kenarından seyretmek hayatı bazen baş dönmesine sebep olur bilirsin. son zamanlarda öyle bir şeydi hissettiğim. çok düşünürken yürüyünce yolun sonunu şaşırıyor bazen insan; affet!

gözlerimin fazla yorgun olmadığı bir gecedeyim. sana yazmak geldi yine içimden. yalın, duru, açık özneli, sıralı cümle olan sana...

her eylemi tutarlı, anlamlı, olumlu bir cümle olan sende dolaylı bir tümleç olabilmek ne kadar güzel... dolaylı tümleç deyip geçme sakın! yer kavramını karşılar cümlede; ki yer kavramı önemlidir bilirsin, eylemin güvenli bir ortamda gerçekleşebilmesi için.

dudaklarındaki o muzip tebessümü görür gibiyim.

adı konulmayan bir öykünün kahramanlarıyız ikimiz... bazen durum öyküsü oluyoruz, bazen olay öyküsü.

tarz olarak birbirine benzemeyen bu iki kavram dikkat ediyorum da sende ve bende bir anlam kazanıyor.

durum öyküsünde zaman, mekan yoktur, hayattan bir kesit vardır sadece. olay öyküsünde son mutlaka vardır. gelişme bölümü de. hayatın içinden bir kesit değildir olay öyküsü. hayatın tümüdür...

sen benim olay öyküm olur musun?

olay öyküsünde durum öyküsünün en naif kahramını olmaya hazırım ben.