entry'ler (36)

askerlik

doğuda yaşayana batıyı batıdakine doğuyu, güneyde yaşayana kuzeyi kuzeydekine güneyi öğreten; memleketimin insanını asker arkadaşı yapan süreç.

kalabalıklar içinde yalnız olmak

dost ve arkadaşların (!), yüzüne bakıp heyecanlı heyecanlı önemli şeyler (!) anlatırken; zihnine başka şeyler düşündürüp, hayaller kurdurarak, sabır ve metanetle sözün bitmesini bekleme halidir.

sözlükte bol miktarda liseli olması

bu durum; sözlük yazarlarının girdikleri entrylerin yaşını, kalitesini, kimlere hitap edebildiğini de göstermektedir. tornavidayı tamirciler, kalemi öğrenciler, kalası mobilyacılar, biber gazını polisler satın alır. yani herkes layığını bulur.

bir çocuğun masum sevgisi

tanrı'nın çocuğun yüreğine formatladığı, yaşama gelirken genetiğinde var olan; en saf, en masum, en samimi, hiç bir beklenti içermeyen katıksız sevgidir. ne yazık ki kendinden önce yaşama gelen kıdemli insanoğlu tarafından kirletilecektir. bir zaman sonra; büyüklerin sözünü dinlemek, onların tecrübeleri önünde secde etmek; çocuklar, gençler, olgunlar, yaşlılar şeklinde dizilmiş hiyararşik düzene ayak uydurmak manasına da gelen "saygı" ile karşılaşacak olması ise büyük talihsizliktir.

hayal kırıklığı yaşatan entry ler

ciddi ciddi yazar olduğunu sanan romantik tipli insanı; duygusal buhrana, bunalıma ve kimlik sorunu yaşamaya iten, beyinden mi yoksa beyincikten mi çıktığı belirsiz; harf, kelime, nokta, virgül gibi çizgilerden oluşmuş işaretler bütünüdür. öyle ki romantik tipli yazar; öyle başlıklar, öyle entry'ler, öyle yorumlar, öyle yazım hataları görür ki; daha iki gün geçmeden "yahu ben burada ne arıyorum?" diye düşünmeye başlar.

önce sözlük formatını kutsal metin sanır. saygıyla önünde diz çöker. ancak daha iki gün geçmeden; birbirine küfreden tipler, ilgisiz yorumlar, komik ötesi başlıklar, her girdiği yazıda belden aşağı yorumlar yaparak abazalığını tatmin eden tipler ile tanışır.

içinden bir ses mahçup mahçup fısıldar; "sen de kendini özel sanıyordun değil mi? aptal.!! uslanmaz bir romantiksin sen. tamam yazar oldun da peki bu adamların kim olduğunu sanıyorsun?"

okul tercihinde ailelerin kabul etmediği meslekler

arkeolog, gardiyan, astronot, ressam, yazar, heykeltraş, masöz, masör...

siitmek

bu kelime "koşmak" demektir. batı anadolu'nun pek çok yerinde, özellikle kırsal bölgelerde, köylerde koşmak manasında hala kullanılır. bu kelimenin sıkça kullanıldığı örnek bir yer isterseniz; balıkesir'in bigadiç ilçesine bağlı iskele beldesi ya da iskele kasabası örnek gösterilebilir. iskele'de yaşayan çocuklar hala "siittirmeci" yani "koşturmacı" oyunu oynar. anneler çocuklarına "koşarak yanıma gel" demek için "siittir yanıma gel" derler. bu kelime türk dil kurumu tarafından "ağız" olarak kabul edilmiştir.

kadınların yapması gereken en önemli iş

doğanın kendilerine verdiği "dişi kuş görevini" en iyi şekilde yerine getirmektir. en kolay gözlemleyebildiğimiz canlı olan kuşların davranışlarına bakarak "dişi kuş" tabiri ile betimlenen bu davranışlar, hemen hemen bütün canlıların dişilerinde ve tabi ki insanoğlunun dişisinin genlerinde de bulunmaktadır. bu işler; bir yuva kurulması, kutulan bu yuvada belli kurallar çerçevesinde düzeninin sağlanması ve özellikle dünyaya getirilen yavruların hayata hazırlanması olarak özetlenebilir.

ancak insanoğlunun bir kusuru vardır. bu kusur; akıl, zeka, yani beyinsel fonksiyonlarının diğer canlılardan farklı çalışmaya başlamasıdır. işte bu kusur nedeniyle ki insanoğlu, kuşlardan ve diğer canlılardan farklı olarak, zamanla doğanın kurallarına karşı kendi kurallarını geliştirme çabası içine girmiştir. doğaya ya da başka bir deyişle, tanrı'nın kurduğu oyunun kurallarına karşı yeni kurallar getirmeye çalışan insanoğlu bunda ne kadar başarılı olur bilinmez.

ancak görünen şey şudur; ilerleyen bir hastalık gibi her geçen nesilde daha da büyüyen beyinsel kapasitesi insanoğlunun sonunu da getirmektedir. yuvasındaki dişi kuş görevlerini unutup ya da ikinci plana atıp yiyecek bulmak amacıyla ormana açılan dişi insanın yetiştirdiği sevgiden yoksun dişi kuşlar, sevgi ve şevkatten yoksun diğer dişi kuşlara annelik yapmakta, bu süreç ivme kazanarak devam etmektedir. toplumun hatta yaşamın temeli olan aile ya da yuva kavramının dejenerasyona uğraması demek aslında herkes için mutsuzluk demektir.

türk erkeklerinin en iyi becerdiği şey

ayakta durarak çişini yapabilmek.

trafikte aracınızın kapısı açık işareti yapılması

ülkemizde yaşanan gözlerinizi yaşartacak, samimi ve oldukça romantik bir dayanışma geleneği.

aracınızla seyahat halindesiniz diyelim. arkanızdan gelen araç sakinlerinden biri veya birkaçı, tam yanınızdan geçerken aracınızı gösterip size el kol işaretleri yapıyorsa sizce ne anlatmak istiyor olabilirler? üstelik de yanınızdan geçen her araç sakininin; korku dolu gözlerle, heyecanla ve ısrarla aynı işareti tekrarladığını bir düşünün.

böyle bir işarete maruz kaldığınızda lütfen sakin olun. aracınızda bomba falan yok.

dayanışma içinde bulunduğunuz bu dostlarınızın sizi ikaz etmesinin tek sebebi, sadece ve sadece araç kapılarınızdan birinin tam olarak kapanmadığını size bildirmek için. hiç birimiz aslında, ömrümüz hayatımızda seyahat halindeyken kapısı açılıp da yola düşen bir adam ne görmüş ne de duymuş olmasak da, görünen o ki millet olarak hepimizde "araç kapılarının açık olabileceği" fobisi oluşmuş durumda.

dediğimiz gibi, böyle bir işarete maruz kaldığınızda lütfen sakin olun. sakın önemsememiş gibi bir davarlık yapmayın ve bir gülümseme ile teşekkür etmeyi de sakın ihmal etmeyin.

sosyalizm ve ahlak

en büyük ahlak göstergesi "iyi insan" olmaktır. sadece kendisi için değil, başkaları için de yaşamı mutlu kılma ereğidir. elindekini avucundakini paylaşabilmektir. aslında insanları hayvanlardan ayıran en önemli özellik "vicdan" denen "tanrıyı" içlerinde taşımalarıdır. çoğrafyadan çoğrafyaya, toplumdan topluma ve hatta aileden aileye değişebilen ve adına ahlak denen "kurallar bütünü" ise eğer vicdan unsuru taşımıyor ise evrensel olamaz.

hümanizmi, evrenselliği, paylaşmayı, egoist olmamayı ve katıksız vicdanı (tanrıyı) içlerinde taşıyan sosyalistler ise, evrensel anlamda en ahlaklı insanlardır.

eğitim

doğduğunun ilk yıllarından itibaren insan denen yaratığın kendi yavrularına uyguladığı "standardizasyon" işlemi... çeşitli kuralları, alışkanlıkları, şartlanmaları içeren bu işlem sonucunda insanoğlu yavrularını belli bir standarda ulaştırmış olur. zaman zaman "sınav" denen bazı testlere tabi tutarak arada kalite kontrolü de yapar. yavrularına "diploma" denen imzalı belgeler vererek kullanım süresi içerisinde standardının dışına çıkmayacağının garantisini de verir.

eğer arada sırada "cami duvarına işeyen" defolu mallar çıkarsa, onlara çeşitli yaptırımlar uygular. psikolog denen yetkin tamircilerin gayretleri de işe yaramaz ise, teknik imkanları fabrika seviyesinde olan ve adına "hapishane" denen yerlere gönderilen defolu insan yavrucukları yeniden formatlanarak piyasaya sürülür.

cami duvarına işeyen adam

çişini tutamayan adamdır.

karakolluk olur mu bilinmez ancak, cami duvarına çiş yapma vukuatının göründüğünden daha derin anlamlar içerdiğini düşünmek belki daha edeblice olur. sonuçta bunu aceleyle sidik olayına bağlamak bize yakışmaz.

işeme olayını gerçekleştirdiği takdirde; lanet, iblis, cenabet bir adam damgası yiyeceğini bile bile, üstelik de müslüman mahallesindeki cami duvarına işeyen bu adamcağız acaba bir şey mi demek istemektedir?

doğduğunun daha ilk yıllarından itibaren eğitim denen "standardizasyon" işlemine tabi tutulduğundan çeşitli alışkanlıklar geliştirmiş, şartlanmış, uzun üretim aşamaları sonucunda belli bir standarda ulaştırılmış, zaman zaman "sınav" denen bazı testlere tabi tutularak kalite kontrolü yapılmış, kullanım süresi içerisinde standardının dışına çıkmayacağının garantisi verilmiş, kendine öğretildiği gibi başı önde yaşayıp giden bu insancıkların rot balans ayarıyla neden oynamaktadır?

hain midir? casus mudur? neyin nesidir? galileo ile bir akrabalığı var mıdır?

ancak yazıktır. yine de vicdanlı olmak lazımdır. aslında çok da abartmamak gerekir. bu adam sonuçta, çişini tutamayıp da ilk bulduğu duvara işeyen, bağırsak fonksiyonları yerinde sağlıklı bir adamdır.

evet o an belki çişini tutamamıştır. belki biraz aykırıdır. kurallarla sorunu vardır. alışkanlıklar geliştirmekte zorlanmaktadır. asidir. meraklıdır... ancak o göğsünün altında bir çocuk yüreği, bacaklarının arasında bir çocuk pipisi taşımaktadır.

aynı zamanda sidikli bir devrimcidir.

sosyalistlerin genel özellikleri

- zekidirler.
- özellikle sosyal ve duygusal zekaları gelişkindir.
- çıkar kaygıları yoktur.
- stratejik düşünmek gibi "iki yüzlülük" içinde değildirler.
- genellikle bunalım takılırlar. bu özellik onların; bakmayıp gördüklerini, gördükleri için acı çekebildiklerini, sadece kendileri için değil başkaları için de kaygılanmak gibi "insanı insan yapan" en değerli duygunun gelişmiş olduğunu gösterir. bu anlamda egoist de olamazlar.
- egoist olamadıkları için zengin de olamazlar.
- zengin olamadıkları için etraflarında yaltaklanan insancıkları da göremezsiniz.
- sade giyinirler. onlar için dış görünüşten çok insanların iç dünyaları önemlidir.
- yalakalık gibi bir yetenekleri olmadığından bürokrasi içinde yükselemezler.
- belediye başkanlığı, şirket yöneticiliği gibi dansöz gibi kıvırtılması icab eden işleri pek beceremezler.
- hoşgörülüdürler.
- hümanisttirler. onlar için; ırk, din, ideolojik yaklaşım, etnik köken, renk, boy, pos, kilo önemli değildir.
- sanata değer verirler.
- elbette hayallerde yaşarlar. en temiz olan hayallerdir ve gerçekler kirlenmiştir.
- daha çok kitap okurlar.
- bu yüzden de genellikle gözlükleri vardır.
- dişi olanlarının çirkin olduğu söylenir. ancak bu yorum, sadece boya posa, kalçaya, memeye, dudağa ya da cüzdana bakan bir liberal gözü ile yapılan yorumdan ibarettir.
- gözleri genellikle hüzünlüdür. bu hüzün; yaşlanmalarına rağmen, dünyaya çocuk gözüyle bakıyor olmanın hüznünden ibarettir.
- yaşları kaç olursa olsun çocuk yönlerini hiç yitirmezler. çünkü cidden hayalperesttirler.
- ezberleri kuvvetli değildir.
- unutkandırlar.
- kendileri dahil, bazıları onlara materyalist felan da dese ilgisi yoktur.
- özünde onlar iflah olmaz birer romantiktirler.
- saf bir tarafları gerçekten vardır. bu onların bu dünyaya ayak uyduramadıklarını gösterir.
- bu manada günümüzün siyasetini de beceremezler.
- tanrı ile sorunları vardır. inanmıyor gibi görünseler de, hayatları boyunca onu arayıp bulmak gibi bir delilik içinde yaşarlar. bu anlamda kendini dindar sanan, peşinen inanarak fişini çekmiş pek çok insandan daha çok tanrıyı düşünür, üstünde kafa yorarlar.

eliyle beni sollayabilirsin işareti veren kamyoncu

ülkemdeki "dayanışma" ve "samimiyet" öykülerinin göz yaşartan kahramanı...

aracınızla şehirlerarası yolda seyahat halinde olduğunuzu ve görüş alanınız yeterli olmadığından önünüzdeki aracı sollamak için beklediğinizi hayal edin. siz bekleyip dururken önünüzdeki aracın (muhtemelen kamyon ya da otobüs) penceresinden uzanan bol kıllı bir erkek kolu, ısrarla size el kol işareti yapmaya başlarsa bundan ne anlam çıkarırsınız?

uzun yollarda görebileceğiniz, yurdum insanına has dayanışma simgelerinin en çarpıcılarından olan bu el kol işareti, size; "sevgili yoldaş, sen konumun gereği göremiyorsun ama ben senin yerine baktım, gördüm, inceledim.. hemşehrim gelen giden yok, hadi beni solla” demek istemektedir.

allah kimsenin başına vermesin. bu işarete maruz kalanlar iyi bilir ki; böyle bir durumda inanılmaz bir kararsızlık, daha çok da duygusal bir gel git yaşarsınız.

hiç tanımadığınız bu kolun işaretine kanarak hadi sollamaya kalktınız diyelim, iyi de bu adam kimdir, neyin nesidir? sonra bu adama nasıl güvenebilirsiniz? allah muhafaza ya adam manyağın biriyse ve üstelik "çarpışan arabaları seyretmek" gibi bir de hobisi varsa?

sonra bu işin daha romantik etkileri de var. hadi biraz düşündünüz ve sollamaktan vazgeçtiniz diyelim. bu defa da adamcık; "birader bana güvenmiyor musun, hadi sollasana" der gibi, el kol hareketlerini o kadar ısrarla sürdürür ki, güvenmediğinizi anlayacak da, kalbi kırılacak diye garip bir hüzün bile yaşarsınız.. duygusal milletiz vesselam, olur mu olur.!

radarı karşıdakine selektörle haber vermek

vatandaşın "dayanışma" temalı yol hikayelerinden en trajikomik olanı.

vatan toprakları dahilinde araç kullanıp da bu durumu yaşamayan yoktur. aracınızla şehirlerarası yolda seyahat halindeyseniz ve karşıdan gelen araçlar size ısrarla selektör yapıyorsa bunu dikkate alsanız iyi edersiniz. çünkü bu selektörün manası çok derindir. yanıp sönen bu ışıkların anlamı, biraz ileride trafik polisleri ya da devletin jandarması kontrol noktası oluşturmuş demektir. yani devletimizin resmi görevlileri kendi vatandaşının güvenliğini ve asayişini sağlayabilmek amacıyla mutat görevlerini yerine getiriyor anlamına da gelir. ancak benim yurdum insanı bu duruma kendine özgü bir isim takmıştır. vatandaş açısından bu durum; "dikkat yol kesmişler" ya da "dikkat ilerde çevirme var" manasına gelir.

şimdi de, selektörle böyle bir ikaz aldığınızda neler yapabileceğinizi hep birlikte inceleyelim;

aslında duruma göre de değişir tabi. katil, soyguncu, vurguncu, kanun kaçağı falan iseniz en kısa yoldan tüymeye bakın. kaçamıyorsanız ve silahınız varsa mermileri namluya sürerek hazırlık da yapabilirsiniz. hız limitini aştıysanız hızınızı düşürebilir, ehliyetsiz araç kullanıyorsanız yanınızdaki arkadaşınıza şoför koltuğunu devredebilirsiniz. eğer evraklarınız eksik ise işiniz allah’a kalmış demektir. ya sizi durdurmasınlar diye dua edecek, en masum halinizi takınıp, selam vermeyi de unutmayarak kuzu kuzu polislerin yanından gelip geçeceksiniz, ya da çaresiz evraklarınızın arasına üç beş lira yerleştirme çalışmalarına vakit geçirmeden başlayacaksınız.

dünyanın hiçbir ülkesinde gözlerinizi yaşartacak (tabi gülmekten) böyle bir dayanışma örneği daha göremezsiniz. bir bakıma, millet devletine karşı kendi sivil örgütlenmesini yapmış demektir.

benim acayip ülkemde kaza geçirseniz; "aman kardeşim, şimdi dertsiz başımı derde sokmanın alemi yok" deyip kimse dönüp bakmazken, devletin polisi ve jandarmasına karşı kendiliğinden oluşan dayanışmanın böylesi insanın doğru - yanlış dengesini bir anda alt üst ediverir.

ne dayanışma ama.! eğer katil, soyguncu, vurguncu felansanız yaşadınız bu ülkede, çünkü yollarda gönüllü binlerce jurnalciniz var demektir.

girmek için her türlü numarayı çevirdiğimiz avrupa birliği’nde vatandaşlar, kanun kaçaklarını kanun adamlarına ispiyonlarken, biz canım türkiye’mde kanun adamlarını kanunsuz iş yapan adamlara ispiyonluyoruz. gel de çık işin içinden.!

dolcissimo

bir müzik terimi. italyanca kökenli dolce yani "tatlı" kelimesinden türemiştir. müzik eserlerinde notaların başına ya da bir bölümüne yazılabilir. müzik literatüründe, ki müzik terimleri evrensel manada tüm dünyada ortak bir dil haline gelmiştir; müzik eserindeki çalınacak o bölümün "tatlı bir deyişle" icra edileceğini ifade eder.

zeka ve kültür seviyesi yüksek erkek

tanrı zeki erkeği yaratır. zeka ise farkındalığı... farkındalık içsel doyum arayışını tetikler; neden, niçin, kimim, neredeyim, ne yapıyorum..? işte bu arayış ki, dibi olmayan uçsuz bucaksız kuyu gibidir. sonuç; zeki erkek mutsuz erkektir.

franz kafka

Prag'a gittiğimde romanlarını yazdığı, uyuyup uyandığı, düşler gördüğü, yediği içtiği, sarhoş olduğu, yaşadığı evi ziyaret ettiğim ünlü psikopat yazar. evi de aynen onun ruhu gibi inanılmaz kasvetli, umutsuz, karanlık, ölüm gibi.. onun; değişim, dava, milena'ya mektuplar gibi adama kafayı yedirtecek türdeki eserlerini okuyarak evini ziyaret eden birisi o evde ölümün hala nefes aldığını, meleklerin ve azrailin fısıltılarını duyabilir. aynen onun eserlerindeki fısıltılar gibi... kafka, gerçekten fark yaratan, ruhunu çırılçıplak kelimelere dökmüş bir yazardır.

insanları mutlu etmenin en kolay yolu

bir toz zerresi kadar minicik bir nesne üstünde yaşayan, nereden geldiğini, nereye gideceğini bilmeyen, şaşkın, zavallı, kendi varlığının sebebini bile kavramaktan yoksun, deney kobayı yapılmış basit bir parazit olduğunu ona unutturmak... işte insanoğlunun en derinlerinde gizlediği, korkularının ve mutsuzluğun sebebi... ve onu mutlu etmenin en kolay yolu.!