entry'ler (72)

en güzel erkek isimleri

onur alp.

sözlük yazarlarının itirafları

küçüklüğümde sokakta ya da çarşıya giderken babamın elini tutmayı cok severdım cunku annemın ellerı küçücüktü ama babamın ellerı kocamandı sıcacıktı sefkatlıydı o zamanlar babamın elını tutarak yürüdüğümde bana hiçbir sey olmaz diye dusunurdum keske sımdı de cocuk olsam da babam benı yıne elımı tutarak korusa..

aşkın unutulma süresi

benim bünyemde 6 yıl.

sözlük yazarlarının favori müzik aleti

saksafon.

polisin sürekli öğrenci dövmesi

isleri gucleri yok heralde siz gidin suclulari yakalayin baska bisey yapin bir rahat birakin su ogrencileri ya.

sevgilisine mesaj atmak için oyunu durduran erkek

gercekten seviyordur yoksa bir erkek kolay kolay mesaj atmak icin oyunu durdurmaz azizim.

11 02 2011

bastan sona dogru okursan ayni sondan basa okursan ayniymis. ee olabilir nolmus yani.

samanyolu tv

kotu kadinlarin baslari acik iyi kadinlarin ise hep kapali olur.alttan alttan veriyor tabi mesaji.basin aciksa yollusun eger kapaliysan namuslusundur vesselam.

hastası olunan sözler

göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız. anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz... hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "ne olacak sonunda" kuşkusu.böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.sürünür gidersiniz..

can dündar.

kaan sezyum

ölen eşinin ardından yazdığı şu yazıyla duygulandırmıştır;

hayat ve anlamı

geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. yok yani. işin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. çat! şimdi evde iki kişi kaldık. kedimiz tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. kısa sürede çok üzüldüm.

üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. insan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. çok yalnızım. ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. geceleri uyumak çok zor. içki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.

gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapıp tvye bakarken ekran karşısında sızıyorum. sabah kalkış kısmı daha fena. uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa.hayat devam ediyor filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. neyi devam etsin? benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. hem de sıfırdan.

sevindiğim şeyler de var. son bir yılı reklam ajansındaki işimden ayrılıp evde nurselle birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, tortora bakıp gülüyorduk. çok mutluyduk gerçekten. çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.

sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. neyse ki şimdi kendisini heybeliye bıraktık. bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, heybeliye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. şimdilik beklemekte yarar var. hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.

hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. hâlâ da düşünüyorum galiba. hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.

küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip şimdi mükemmel olduk diye salak salak sevinirdik. bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. insan burnuna çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. şans işi işte.

bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. insan olmayı, çevremi sevmeyi nurselden öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. daha öğrenecek çok şeyim vardı.

beni hayata bağlayan şeydi kendisi. o gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.

durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,

bi kere daha ayılıyorsunuz. ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. çekiliş hep devam edecek.

bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. zamanla çıt çıt açılıyorlar. şimdi onlara bakmak için çok erken.

karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. bakalım ne olacak? hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.

geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. yani var ama, yok. üzücü ama gerçek, ne yapalım?

şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. yani var ama, yok.

insan kendisinin arkadaşı olamaz mı

yalnız olan insanın kendini avutma şeklidir.

17 yaşında kendini olgun sanan ergen

ergen olduğunun kanıtıdır.

ölmeden okunması gereken kitaplar

(bkz: uçurtma avcısı)

cemal süreya

Parmak uçlarıma hapsettim seni, dokunduğum her yerde seni hissediyorum, canım yanıyor... diyerek beni benden almış şairdir.

kadın deyince penisi kalkan erkek

hayatında kadını sadece sex objesi olarak düşünen erkektir.abazadır.

kötü anıları unutmak istememek

yaşadığı kötü anıları bir tecrübe olarak gören insandır.aklı basına gelmiş ve bir daha yapmamak ıcın unutmak ıstemeyendir.haklıdır.

izledin mi yerine kaç kere izledin filmleri

(bkz: the green mile)

birinin hayal kırıklığı olmak

en sevdiğin söylerse bunu acıtır hemde çok..

can dündar

hayatın ne güzel oldugunu anlamamı sağlayan yazısı

ne güzeldir,
dört gözle beklediğin bir haberin gelmesi,
ağrının dinmesi,
yıllar sonra bir gün biryerde çocukluğunda annenin senin için yaptığı kurabiyelere rastlamak,
yağmurdan sonra açan güneş,
buz gibi sokaktan sıcacık eve girmek,
yorgunluktan bitmişken yatağa uzanmak,
tuttuğun takımın ezeli rakibini yenmesi,
kızgın kumlarda uzun uzun yattıktan sonra bedeni denizin serinliğine bırakmak,
sabahları kızarmış ekmek kokusu ile uyanmak,
bir doktor muayenehanesinin kapısından şüpheleri dağıtmış olarak sevinçle çıkmak,
bir bahçenin önünden geçerken duyduğun hanımeli kokusu,
sabah uyanıp o günün tatil olduğunu hatırlamak,
artık bitti derken seni arayıvermesi,
yaşlı ana babanın hala çaldığınız kapının arkasında yada hattın öbür ucunda olması,
fırından yeni çıkmış ekmeğin köşesi,
bir köşede birbirine sarılmış uyuyan kedi yavruları,
evinden pişmekte olan yemek kokusunun yayılması,
soğuktan titrerken eline tutuşturulan bir bardak çay,
meteliksiz bir günde çoktandır giymediğin ceketin cebinden para çıkması,
uzun sıcak bir çınaraltı,
sabahtan beri ayağını vuran ayakkabıları çıkardığın an,
sudan bir sebeple küstüğün arkadaşınla barışmak,
yıkanmış ütülenmiş mis gibi kokan yatak takımlarının koynunda uyumak,
bir sandalın kenarına oturarak bacaklarını denize sallandırmak,
en sevdiğin yemeğin ilk lokmasını ağzına aldığın an,

en önemlisi nefes almak

konuşmak

duymak

yürümek

görmek

anlamak

ne güzeldir arkadaşlarından, sevdiklerinden,

sevgiliden alacağın sıcacık bir merhaba....

durduk yere adamın amına koyan şarkılar

(bkz: maria mena) (bkz: just hold me)