bugün

entry'ler (628)

take a toll

ing. bir durumu kötüleştirme; o durumu olumsuz anlamda etkileme - zarar verme anlamına gelir.

hacettepe üniversitesi

yaşadığım deneyimden yola çıkarak, okulda yüksek lisans ya da doktora yapan ve bilimsel araştırma projesi adı altında, tanımadığı - bilmediği hocalarla çalışması teklif edilen, okulun öğrencilerine tavsiyemdir bu entry. lütfen dikkatle okuyun. çünkü ortada, emeğinizi sömürmek isteyen bir yönetim var.

güvendiğim ve halen arkasında durduğum bir hocamın beni önermesiyle, hacettepe üniversitesi'nin yararına yazılmış bir projeye araştırmacı olarak ismim önerildi. önerildiğim işi de yapabilecek potansiyele sahibim. iş deneyimlerim bu yönde. senelerdir de hacettepe'deyim, uzun süredir öğrencisiyim ve akademik olarak da devam ediyorum/etmeyi planlıyorum. okulumu sevdiğim için de işe büyük bir heves ile başladım. benim durumumda olan ekip arkadaşlarım da vardı ve niyetimiz, hem çalıştığımız projeyi geliştirmek idi hem de ekonomik olarak biraz rahatlamayı istiyorduk. çünkü gerçekten, türkiye'de okumak çok zor. maddi durumu iyi olan insanlar değiliz ve okumak istiyoruz. okuduğumuz okuldan çalışıp para kazanmak da bizim için mükemmel bir fırsat.

aylarca çalıştık. aylarca, her gün, hacettepe için emek verdik. geliştirmeye, giriştiğimiz işi başarmaya çabaladık. yaptık da. kanıtlarıyla elimizde. yaptığımız her işte, projeyi yazan kişilerle göz göze geldik. rektör ile yüz yüzeydik, çalıştığımızı ve iş yaptığımızı biliyordu. projede sorumlu hoca ile yüz yüze geldik, iş yaptığımızı biliyordu, görüyordu.

fakat ne oldu?

paramızı, hakkımızı alamadık.

aylardır, bakın aylardır diyorum bir hafta, bir ay değil, 8 aydan uzun süredir bize iş veriliyor, biz de canhıraş yapıyoruz. ve halen elimize, bir allah'ın kulu da çıkıp, size hakkınız olanı verelim demiyor. peki enayi miyiz? değiliz. neden işi bırakıp gitmedik? çünkü hem "misyonum adaletli olmak" diyen hocamızın bize hakkımızı vereceğine inanıyorduk, hem de kelli felli hocalarımızın, "burada mevzu ben değilim hacettepe" denen kurumun hakkımızı koruyacağını düşünüyorduk.

olmadı.

benim aylardır işe verdiğim emek bir yana, ekonomik sorunlarım, elektrik, su, doğalgaz faturalarım biriksin, kirayı ödemekte zorlanayım. geliştirmeye çalıştığımız "hacettepe" gelişsin... hem de "hacettepe" kurumu, kendi öğrencisini sömürsün.

üstelik bunları yaparken de, cinsiyetçi hocalarla baş etmeye çabala...

canım çok sıkkın. bu durum karşısında hiçbir şey yapamıyorum. göz göre göre, açık açık hakkımız yendi. ve "kocaman kurum ve koca koca insanlar karşısında" basit birer yüksek lisans - doktora öğrencileriyiz. onların gözünde... çünkü proje hocamız ve idare de, "bu işler böyle, bu ülke böyle maalesef" diyerek, egemen ideolojiyi yeniden üretsinler.

bravo. bu zihniyetle dilediği kadar imajını düzeltmeye çalışsın, açık ve net, kendi öğrencisini sömüren bir üniversitenin imajı budur. bu çirkin yüzünü göstermek için de elimden geleni yapacağım.

(ekşisözlük'ten alıntı)

earthquake

sosyal medya aşığı yazar. bayılıyormuş sosyal medyaya, sosyal medya geyiklerine filan.

melih gökçek

bir başkan, bu kadar kendi şehrinden kopuk olabilir mi? bakın, 2009'daki vaatleri: http://youtu.be/dJuYcjPHxMM

ne oldu peki bunca senede? insanlar halen hizmeti değil, partiyi seçiyorlar. yazık...

askere gitmek istemeyen türk genci

zorunlu askerlik bir insan hakkı ihlalidir. kimse doğuştan asker değildir; hiçbir insan doğuştan asker doğmaz. insanların asker doğduklarını iddia eden ancak bir söylem sistemidir.

bir vatana hizmet için, askerlikten daha iyi olan şey varsa, o da eğitimdir. bilimdir.
askeri hizmet ne bilimdir, ne de eğitimdir.

şiddetin tekrar edildiği hiçbir sistem vatana hizmet değildir. dünyayı yok etmenin düzenlenmiş, organize halidir.

ayrıca, askerliği çok bir şey sananların şu kitabı da okumasını tavsiye ediyorum: http://www.iletisim.com.t...üne-erkek-olmak-1426.aspx

vatan kimsenin değildir. o yüzden, kimse kimseyi vatan hainliği ile suçlayamaz. eline bir şey geçmemiş, erkeklik taslayan insanların askerliği vatan sanmaları yüzünden oluşmuş ahmak bir söylemdir bu.

etrafa vatan hainliği diye naralar atmadan önce, oturup ne halt yaptın ona bir bak. 12 ay kışlada tüfek temizlemekle, kendini vatan sever sanmakla olmuyor bu işler.

ek olarak: bu cümleyi söyleyen Michel Foucault hiçbir zaman okumamıştır.

melih gökçek vs mansur yavaş

ankara'nın hali ortada. melih'ten sonra artık kim gelse senelerce iflah edemez. gene de istenen melih gökçek'in gitmesi. hangi partiymiş, kim gelecekmiş zerre önemli değil. bu adam tekrar bu şehre gelirse, yaşanacak bir ankara kalmayacak. bunun chp-mhp-vs ile alakası yok. makamını taht, gücünü saltanat gibi gören her kim varsa, oradan gitmeli.

çıtır usta

airport avm'deki şubesine 4 kişi gidip, 57 lirayı hiçe verdiğimiz mekan. içecek önümüzde iki dakika sonra geldi fakat pide ve kebap için 40 dakika bekledik. bir arkadaşın aldığı tavuklu-mantarlı-zeytinli yemeğin yanına yaklaşık olarak bir yemek kaşığı pilav koymuşlardı. evet, bir yemek kaşığı pilav. ne kebapta ne de pidede iş yoktu. kasaya gidip durumu anlattığımda, bugün pazar, yoğun olduğumuz için böyle oldu dediler. seneye 100. şubelerini açacaklarmış. hiçbirisi pazar günü çalışmasın o zaman.

travesti gay lezbiyen ve ateistleri sevmemek

insanları dörde ayırıp onları sevmediğini söyleyen dangalaktır. ne travesti, ne gey ne de lezbiyen bir arkadaşı olmamıştır. kendi dininden başka kimseyle konuşmadığı gibi korkuyla ne ateizmi ne de başka dinleri araştırmıştır. babası ne öğrettiyse, çevresinde ne gördüyse onu doğru bilmiş dünyanın gerisini yok saymış bir ahmaktır.

oysa, burada değil de X şehrinde doğsa bambaşka bir şey olacağını bilemeyecek kadar da ufku dardır. kısacası, eğer altyapısı olan bir argümanı yoksa; vizyonsuz bir insandır.

sonra bu insanlar bir de, dünya çok kötü bir yer oldu yea diye kaka kaka konuşmaktadır.

melih gökçek

beyaz tv'de seçim çalışması kapsamında ankara büyükşehir belediyesi'ne ait bir reklama denk geldim dün gece. izlerken sinirden kendimi sikecektim.

bir büyükşehir belediyesi ulusal bir kanala neden reklam verir?
beyaz tv kimin?
bu reklamın parasını kim ödüyor?
kaçyüzbin tl veriliyor?

ben durumu özetleyeyim: melih paşamız, kamuya ait parayı seçim çalışması kapsamında kendi reklamını yaptırmak için oğluna tonla para vermiş oluyor. bunu yaparken hiç hicap duymuyor. muz cumhuriyeti çünkü burası. yaptığının hesabını soran yok. işte bu zihniyetle yönetiliyor türkiye'nin başkenti 20 senedir. bu nedenle hiç bir işe yarar, dişe dokunur icraat yokken türkiye'nin en borçlu belediyesi ankara. bu nedenle 20 senedir yeni bir metro inşa edilemedi burada.

melih gökçek'in hayırlı tek bir icraatına rastlamadım ben bugüne kadar. bu adam, aşti'den otobüs firmalarına ait şehir içi servisler kaldırmış birisi. doğru dürüst toplu ulaşım olmadığı için de insanlar taksiye mahkum edilmiştir bu şehirde. düşün, 50tl'ye türkiye'nin bilmem neresinden ankaraya gelirsin. sonra da evin metro güzergahında değilse, eve gitmek için 50tl daha bayılırsın. neden? melih paşamız öyle istiyor çünkü. aşti'deki taksilerin kime ait olduğunu ankara'da herkes bilir.

kişi başına düşen araba sayısında ankara türkiye'de 1. sırada. neden? çünkü toplu taşıma yok bu şehirde. herkes rezillik çekmek yerine arabasıyla gidiyor gideceği yere. araba sayısı durmadan artıyor, melih gökçek yeni yollar yapmakla övünse de o yollar hiç bir derde deva olmuyor. bütün şehir otobana döndü, bundan sonra yeni yol yapmak da mümkün değil. 20 sende ankara trafiğini içinden çıkılmaz bir hale getirdi kendisi.

bu adam tamamlayamadığı metro inşaatlarını devlete devreden; başkent'in her geçen gün içinden çıkılmaz bir hal alan trafik sorununa bir çözüm üretemeyen birisi.

bu adam, kızılay'ı yaya trafiğine kapatmıştı bir dönem. insanlar kızılay meydanında karşıdan karşıya geçemesin diye beton bloklar koydurmuş. sonra da bu yaptığını haklı çıkarmak için referandum yapıp, çoluk çocuğa oy kullandırmış birisi.

bu adam, şehri alışveriş merkezi çöplüğüne çevirdi verdiği izinlerle. yanyana 3 tane avm görmeniz mümkün artık. yeşil alan hak getire. odtü'den geçirilen yol bile yeni bir avm için.

bu adam, durup dururken su saatlerini değiştirme mecburiyeti getirmiştir bir kaç sene önce. piyasa değerinin çok üzerinde sayaçlar takıldı ev sahiplerinin rızası olmadan. neden? birilerine yeni rant kapısı olsun diye olabilir mi acaba?

bu adam, armada'nın karşısındaki ucube yapıyı belediye bütçesinden milyonlarca lira harcayarak yapmış, eskişehir yolu trafiğini berbat etmiş, ne işe yarayacağı ne için yapıldığı belli olmayan o yapıyı söktürmek için de yeniden milyonlarca lira para harcamış birisi. kimse de bunun hesabını sormamıştır henüz kendisine.

bu adam, bilmem kaç yüz tane taksi durağını yenilemiş son dönemde. bununla da gurur duyuyor. kimin parasıyla yaptın o durakları? kimin ne derdine deva olacak? kamu parası böyle çarçur edilirken kimse müdahale edemiyor bu duruma. bu adam sırtını taksicilere dolmuşçulara dayamış birisi. bir önceki seçimde verdiği vaatlerden biri, dolmuşçulara ayakta yolcu alma izni verilmesi. vizyona bak.

bu adam şehrin çok ciddi sorunları varken, kentin değişik yerlerine saat dikmekle, şehrin girişlerine kapılar dikmekle övünen birisi.

bu adam sırf kendisine oy çıkmıyor diye, kimi semtlere doğru dürüst otobüs bile göndermeyen birisi. gidin bakın, yaz/kış, gece/gündüz farketmez, kızılay'da bazı semtlerin duraklarının önünde yüzlerce kişi sıra bekler her zaman.

bu adam, kızılırmak suyunu şehre getirmeyi, yapılacak milyonlarca liralık harcamayı haklı kılmak için şehri haftalarca susuz bırakmış, sonra da başbakandan talimat gelince de bir gecede suyu geri vermiş bir adam. eskiden buz gibi, lezzetli sular akardı musluklardan bu şehirde. şimdi leş gibi artık musluk suları. herkesi damacana almaya mahkum etmiştir kendisi.

bu adamın oğlunun televizyon kanalı var bu ülkede. nasıl aldığı ne yapıp nasıl bir para kazanıp da aldığı muallak.

bu adam, burhan kuzu ile yaptığı telefon görüşmesinde, kendisi için bir kanun çıkartılmasını istediği, hapis yatmaktan kurtulmaya çalıştığı ses kayıtları çıkmış birisi.

bu adam, sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu genel müdürlüğü döneminde yolsuzluk yaptığı iddiasıyla hakkında soruşturma açılan ve 12 dosyası başbakanlık teftiş kurulu'nda yıllarca bekliyen sonra da zaman aşımından yırtan birisi.

ve herşey bir kenara; bu adam, ethem sarısülük'ün öldürüldüğü yerde polise teşekkür pankartı astırmış birisi.

bu adam bu şehre kabus gibi çökmüştür. bu çöreklenme şehri yavaş yavaş çürütmüştür. seçimleri kaybedeceği kesin. lakin ben, yaptığı bütün icraatların hesabını tek tek vereceği günü bekliyorum. suratındaki o ifadeyi bir de o zaman görmek istiyorum. yargılanacağı zaman, duruşmalara katılıp ağzımdaki sakızı şapırtadıp gevrek gevrek gülecem karşısında. yeminim var.

ekşi'den nickinin arasina saklanan korkak rumuzlu kişiden alıntı.

atilla girgin

gazeteci olmak önce adam olmak demektir isminde bir kitabı vardır bu zatın. mesleğine, karakterine hiçbir şey söylemek haddime değil. ancak bilmeli ki, kişisel olan aynı zamanda politiktir de. öncelikle gender konusunda -artık- bir düşünmeli, 'adam' olmanın nasıl bir cinsiyetçilik olduğunu tekrar sorgulamalıdır.

alparslan nas

marmara iletişim'de araştırma görevlisidir şimdilik. 'şimdilik' diyorum, zira önü çok açık bu insanın. diliyorum türkiye'de akademinin bozuk yapısı kendisini yıldırmayacak. çok ihtiyaç var böyle insanlara çok...

araştırmalarının bazıları da şuracıkta: http://marmara.academia.edu/AlparslanNas

karı kız düşkünü olmayan disiplinli yalnız erkek

birincisi, kadına ilgiyi 'karı kız düşkünlüğü' olarak nitendirdiğinizde; esasında bu cins ilişkiyi yanlış anladığınız ve ikinci olarak da esasında içten içe bu nitelikte erkekleri kıskandığınızı gösterir.

işin ilk kısmı, kadın-larla birlikte olmak; aynı zamanda nitelikli bir erkek eylemi de olabilir. çok fazla kadınla birlikte olmak, sizin karı-kız düşkünlüğü diye değer düşürdüğünüz -yani farkında olmadığınız ama aslında kıskandığınız, erkek için bir eksi karakterden ziyade; aksine bunu kendine ve karşısındaki-lere bir şey katarak yapıyor ise, karşılıklı güzel ilişki-ler var demektir.

öncelikle kafadaki standart erkek imajını; sonra da o erkeklerin kafadaki standart kadın ilişkilerini değiştirmek gerekiyor. bir erkek kadına yoğun ilgi duyarak niteliğinden bir şey kaybetmez. ve hatta bu bir dengedir. kadınsız bir erkek hayatı, hem kazançlıdır hem de engellere sahiptir. hiçbir şey uzaktan gözüktüğü gibi değildir. içine girmek, yaşayıp anlamak ve öyle yorumlamak gerekir.

idefix

20 aralık tarihinde verdiğim kitapları -hepsi stokta olmasına rağmen- halen kargoya vermemiş, havale yaptığım halde 'havale işleminiz beklenmektedir' uyarısını bana veren site. mail atmama, aramama rağmen geri dönüş alamadım. twitter ve facebook sayfaları, hiçbir sorun yokmuş gibi çalışmaya ve ürün tanıtımı yapmaya devam ediyor.

yapabilirsem, havaleyi iptal edip; bir daha siteyi kullanmayacağım. gecikme olabilir; bunda sorun yok. fakat hiçbir bilgi vermeden, hiçbir şey yokmuş gibi davranmaları üzücü. bu sebepten ötürü, var olan alışverişimi de iptal edip bir daha bu siteyi kullanmayacağım. yaptıkları davranışın kendilerine hiçbir pozitif getirisi olmayacak. yazık ettiler.

iz bırakan kitap cümleleri

bir Louis Ferdinand Celine şaheseri gecenin sonuna yolculuk'tan:

"aşk dediğin şey, sonsuzluğun kanişlerin ulaşabileceği bir düzeye çekilmesidir."

http://www.evekitap.com/gecenin-sonuna-yolculuk_448

türkiye ekonomisi neden avrupa dan iyi durumda

(bkz: çünkü eşşeğin zikinden dolayı)

kıskanmayan trip atmayan ve rakı içebilen kadın

var böyle kadınlar.
abartmayın ama bunu.
normal, sıradan ve basit bir şey bu.
öncelikle kıskanmak-kıskanılmak fena şey değil. asıl kıskançlık yoksa o ilişki boktan bir ilişkidir. unutmayın, "şüpheye ve çelişkiye yer vermeyen aşklar, yalan aşklardır.'

arada hafif kadınsı tatlı tripler de güzeldir. bu da abartılmadıkça. naz yapmayan, şöyle arada ufak-tefek şirin küslükleri olmayan kadını ne yapacaksın... futbol maçında 'ananı sikerim' dediğin ali'yle, veli'yle takıl o zaman amk... zerre trip yemezsin bu adamlardan. ama kadın ayrıdır oğlum, küser. senin görmediğini görür... sen bir kadın yanında her zaman öküzsündür. buna niye trip attı ki lan dediğin şeyin apayrı bir yanını görememişsindir sen. sorun o yüzden, onun tribinde değil, senin öküzlüğündedir.
ha ama hanımlar da, bu trip atma olayının bokunu çıkartmasınlar. seven sevişen, koca koca insanlarsınız amk çocuk olmaya gerek yok. geçti o vakitler çoktan. çoluğa çocuğa karışacaksınız yakında, anne olacaksınız falan. haklı şeyleri önce ifade edip, herif anlamıyorsa -anlayacağı dilden- -ki trip oluyor işte- trip atın siz de.

rakı da, tamam, adabı olan, sohbeti-muhabbeti olan -her alkolden apayrı bir alkol...
"kadını rakı çarpiöyyööö ağbi içmessin çarpiyöösöö yaağ..." diyen suratına sokayım senin... çoğunuz böylesiniz amk. adam gibi içmesini öğren önce sen, sonra kadının da içer seninle. önce sen adam ol, sonra kadın-zaten hem kadındır-hem de daha kadın olur. sen önce içmesini becer, çok da istiyorsan kadınına öğretirsin içeceğini. hem, öküz, görmüyor musun durum ne kadar belli... kadın naif varlık, rakı ağır geliyor, çarpıyor... bir alışma süreci, ortamı vardır bunun. kıllı heriflerin -ki arkadaşların oluyor bunlar. sen farkında değilsin ama kadının böyle görüyor birçoğunu. (ki öyleler de.) (güzel adamlar ama lan hepsi. o apayrı şimdi.) yanında içirir ve sonra da "yine çaörptü bunu yöööğ" dersen, senin ben...

kadını; rakı içebilen, işte efendime söyleyim futboldan anlayan, pes oynayan gibi aptalca maddelere ayırmayın. kadınları da aptal etmeyin böyle şeylerle. aynı zamanda pes oynayabilmek gibi sıradan bir durumu da -kendiniz için esasında- büyütmeyin amk.
bir kadından beklentileriniz bu üçüne kadar indiyse yazık size. sizde hiçbir yetenek-beceri-iş yok ki kadınlardan bu üç aptal şeyi yapabilmesini ya da yapmamasını istiyorsunuz.
sittiriniz gidiniz, asabımı bozmayın.

tanımadığın bir kişiyle dertleşmek

ya üzerine oturduğum kanepeye, artık sırtımı da bırakıp uyuyacaktım ya da yanımdaki hırkayı üzerime geçirip, arkadaşımı da uyandırmadan dışarı çıkıp açık bir yer bulup; artık içecek olarak her ne varsa, bir kase çorba ya da bir duble rakı, içecektim.

hırkaya sokuldum. hem bu mevsimde; anca gecenin bu vakti hırka giyebilir insan. misafir olarak kaldığım şu -tanıdık insanı- arkadaşımı uyandırmadan anahtarını aldım, kapıya yöneldim. çocukken devasa gelen bakırköy meydanına yürüyerek 20 dakikalık mesafede olan arkadaş evinden, belki 40 dakikaya kadar vardım. yolda, sarhoşlara özel ayar olan kokoreççilerden bir yarımı da ihmal etmedim. hafif sarhoş taklidinden de sakınmadım hani...

birine bir şey anlatmam gerekiyordu. o arkadaşa da, anlatamazdım. hem öğrendiğim şeyi, arkadaştan öğrendim ya; ona da, anlatamazdım. biri gerekiyordu işte, bu gece, o saat, şu an... telefonu elime aldım. bu, sıradan hayatımın milyonuncu kez tekrar eden, telefonla rehberde gezinme ve yalnız hissetme sahnesiydi. fonda boktan bir yıkıcı müzik... sıklıkla aradığım arkadaşlarım, karşıma çabuk çıksınlar diye isimlerinin önüne "." koymuştum... ".ali, .cagatay, .deniz, biri, .öteki biri..." bu özel nokta, aslında onları, ötekilerden ayırıyordu. zaten telefon rehberimde olmaları, onları; dünyanın geri kalanından da apayrı kılıyordu ya, ben o denli, yalnız hissetmemeliyim kendimi. ama o an, öyle geldi ki bana, onları özel kılan, o özel kılma eylemi; özel olanın da kırılmasına sebepti. bazen bir şeyi, bir hissi; hiçbir hatıranın, deneyiminin olmadığı birinin bilmesi gerekiyor. birini arasam, çok sevdiğim birini, açtığında telefonunu, bildiği bir 'adam'dım ben. 'bildiğim' bir adamı, 'bilindik' bir halimle arayacaktım. üstelik insanların, o anları var... o an mutlu oldukları, o an kendi halinde oldukları. o an, senden uzak oldukları. telefonu cebime attım.

hem zaten hemen herkes şehir dışında. gene sahicilikle ve şehirde madden de arkadaşsızlıkla kalmışım... zaten artık, yalnız hissetme hali, kalıcılık sağlamış vaziyette. çoğu zaman, yalnızlığın sabitliğini görüyorum hayatımda. bu bir yükseliş yahut düşüş hali değil artık. bu giden ve giderilen-giderilebilen bir şey değil. bir sevgiliye sahip olmak(sahip?), her gün birileriyle görüşmek; sosyalleşmeye çok müsait bir yerde oturmak gibi durumlar da bunu değiştirmiyor. meydan boş. kediler, köpekler; arada tepeden hızla uçup giden kargalar, zararsız görünen kuşlar, birkaç bank sahibi evsiz, seke seke yürüyen birkaç kişi; arada sokaklara giren mavi-kırmızı polis ışıkları... zihnim uyarılıyor. içimde durmaması gereken, dibimde duruyor. durmuyor, hareket ediyor. yer kaplıyor. açık bir tekel vardı istanbul caddesinin ortalarındaki bir sokakta. küçük bir ceplik. yarım saat sonra, gerçekten yabancı biriyleyim. artık yürüyemiyorum bile. adımlarımda bir sersemlik. gidip oturuyorum. sırtımı biraz bıraksam, evsiz taklidi yapan biri... çok hızlı sarhoş olmuşum. kimseye halen konuşmadım. yalnızca düşünüyorum. bir kedi tedbirli adımlarla yanıma yaklaşıyor. birkaç adım ötemde duruyor. onunla da konuşmayacağım. kendimi kendimde tutacağım bu sefer. geri dönüyorum. evet, geri geri gidiyorum o eve. şimdi nasıl uyuyacağım kim bilir, eve yaklaştıkça uykunun tadı geliyor üzerime. uyuma hayali. her kuytu köşede nasıl uyunabilir ihtimali... yol uzuyor, gibi. oysa, daha hızlıyım geldiğimden.

yeterince yabancı hissediyorum
ve halimden gayet iyi anlıyorum,
anladım ben seni, diyorum.
aptal aptal çıkıyorum merdivenden. sessizce kapıyı açıyorum. tekrar o kanepe üzerindeyim.
uyuyorum o an, o sabah.
bir daha böyle aptal şeyler yapma, diyorum.
yapmam, diyorum.
kalk yemek ye, zayıf düştün kaç gündür, diyorum.
üzerine de bir kahve, bir sigara da ne güzel gider değil mi, diyorum,
evet vallahi, sırf bu yüzden güzel bir kahvaltı hazırlayacağım sana, diyorum.
saat beşte kahvaltı yapıyorum.
arkadaş arıyor, evden çıkıyorum. o an, kendimi, kısa bir süre de olsa, çok yalnız hissediyorum. sonra sanki böyle olması gerekiyormuş gibi, ha, evet, diyorum. kabulleniyorum.

sürekli bir melankoli halinde yaşamak

yahut,
istanbul'da yaşıyorsunuzdur.
ve o, melankoli sandığınız şey aslında çevresel faktörlerdir.

bir sözlük kızıyla buluşmak

'konuşmalar her zaman sahteliğe, yapmacıklığa, çünkü geçiciliğe açıktır; oysa yazı, kalır' halinden, belki biraz daha sahteliğe; ancak daha gerçek yaşama dönüştür. günümüz ilişkilerinin 'başlangıç' şekillerinin bir ehemmiyeti yok artık. bir erkek ve kadın ne yapıyor/yapabiliyorsa, onlar yapılır. her niyetin eylemi vardır. bu da onlarca seçenek/ihtimal arasından, yalnızca 'bir' şeydir. bir sözlük 'kızıyla' buluşmak, yalnızca sıra dışı olduğu düşünülen bir erkek ve kadın arasındaki, tek şeydir. buluştuktan sonra konuşursunuz, sohbet edersiniz, sevişirsiniz. ki bu, bir sözcük 'kızının' (?) bir sözcük erkeği ile buluşması anlamını zaten doğrudan taşır. bu yüzden işteştir.

kısacası, her şey olur. bu hiçbir şeydir.

earthquake

enfes, samimi yazar.

(bkz: bu arabayı aldırıcam burdan)